Hoşça kal imkânlar âlemi
Yakup Kadri’nin gençlik hatıraları aklına üşüştüğünde onların içinde kaçırılmış fırsatlar, erişilmemiş amaçlar gördükçe canı sıkılır. Nurullah Ataç gençlik için imkânlar âleminin var olduğunu ve onların buna inanmakta haklı olduğunu düşünür. Bugün gençlerin çoğu yaklaştıkları anda kaybolacak bir imkânlar serabına bile sahip değil.
Hafızanın seyridir hatıralar. Dinleyicisi ya da okuru varsa sahneye çıkmışlar demektir. Onları hatırlayandan başka kimseleri yoksa, dönüp dönüp dururlar onu hatırlayanın zihninde ve kalbinde.
Kimi gerek duyduğunda çağırıyor onları kimi ölümle burun buruna geldiğinde… Kimi de hatıralardan oluşturuyor bugününü. Her halükârda hatıralar bazen çetin rüzgârlar gibi uğuldarlar bazen de güzel bir günbatımı izliyormuş hissi verirler.
Gençlik ve edebiyat hatıralarını yazan Yakup Kadri Karaosmanoğlu da onları anlatmaya başlamadan önce duygularını Rûmî’nin beyitiyle özetler.
Tövbe yâ Rabbi hatâ râhına gittiklerime
Bilüb ettiklerime bilmeyüb ettiklerime
Hatalarıyla yüzleşmeye hazırdır Yakup Kadri. Bu beyit yerine Ahmet Haşim’in “Bize bir zevk-i tahattur kaldı/Bu sönen, gölgelenen dünyada” mısralarını koyamayacağını itiraf eder. Geçmişe baktığında zevk değil de hayıflanmaya, yerinmeye ve hayal kırıklığına benzer duygular hissettiğini söyler. “Yanlış davranışlar”, “kaçırılmış fırsatlar”, “erişilmemiş amaçlar” üşüşür aklına. Ama tüm bunların vebalinin bir tek onun boynunda olduğunu düşünmez. Haklıdır da. Gençliğe yüklenmek adaletli olmaz. Karaosmanoğlu, “On beş on altı yaşımda tek başıma hayata atıldığım zaman Paul Verlaine’in Zavallı Gaspard manzumesindeki bahtsız öksüzden hiç farkım yoktu,” diye anlatır yalnızlığını. Labirente benzettiği yolunu kendi kendine sökmüştür. Nereye gideceğini de söyleyen olmamıştır. Üstelik ona göre “Dante’nin sık bir ormana benzettiği hayatta insanlar birer ağaç gibi ilgisiz ve duygusuzdu.” İnsanlarda bulamadığını kitaplarda aramaya başlar genç yaşında. Böyle tarif eder.
Nurullah Ataç ise gençliğin önünde bir “imkânlar serabı” olduğu için hayatın en güzel çağı olduğunu söyler. Ataç’a göre her genç o serabın hakikat olduğuna inanır ve ona bir an önce ulaşmak ister. Bazılarının, umduklarından daha azı da olsa bu imkânlara erişebildiğini ekliyor. Gençlikte inanılan her şeyin serap olduğu çıkarılmasın Ataç’ın bu düşüncesinden. Yılların bize öğrettiğinin altını çizmek istiyor. Ona göre yıllar imkânlar âleminin serap olduğunu değil, asıl önemli olanın aramak, beklemek, mücadele etmek olduğunu anlatır çünkü. Ne olursa olsun “imkânlar âlemi”nin de gerçekten var olduğunun altını çizer: “Gençler ona inanmakta haklıdır ve gençlik çağı, ona inanmayı mümkün kıldığı için güzeldir.”
Ya bugünün gençleri! Ataç’ın bahsettiği imkânlar âlemine inanabiliyorlar mı?
Dosdoğru söylemek gerek, gençlerin çoğu yaklaştıkları anda kaybolacak bir imkânlar serabına bile sahip değiller bugün. Eşitsizliğin ayyuka çıkarıldığı bir yaşamda gençliğin en güzel çağ olduğunu hâlâ savunabilir miyiz?
Gençler “imkân” kelimesinin fersah fersah uzağındalar. Çoğu, somut olarak bir fırsat ya da imkânla karşılaşıp onu kaçırsa dahi üzülmeyecek durumda. Hiç değilse imkânların varlığına inanabileceklerine dair içlerinde bir inanç büyütecekler. Onlar da Yakup Kadri’nin gençliğindeki kadar yalnızlar. Hatta belki onlar da tıpkı Karaosmanoğlu gibi “Dante’nin sık bir ormana benzettiği hayatta insanlar birer ağaç gibi ilgisiz ve duygusuzdu,” diyor. Ama bugün maalesef bu kadarıyla kalmıyor. Yoksul gençler Yakup Kadri gibi kaçırılmış fırsatlara, erişilmemiş amaçlara sahip olamayacak. Çünkü onlar ne fırsatlar ne imkânlar ne de bir amaçla karşılaşabiliyor.