Hoşça kal sessizlik
Umberto Eco’ya göre sessizlik kaybolmak üzere olan bir değerdi. Haklı da çıktı. Söyledikleri bir bir gerçekleşti. Öyle bir noktaya geleceğiz ki dünyanın en meşhur opera binası La Scala’daki koltuk fiyatına bir paket sessizlik hatta Proust’unki gibi döşenmiş bir odada geçirilecek bir saati satın alacağız demişti.
Sessizlik paketleri mi satın alacağız? Umberto Eco’nun 2000 yılında Espresso dergisindeki yazısının başlığıydı bu cümle. Eco, İtalyan bir gazetecinin öngörüsünden bahsediyordu. Gazeteci, “geleceğin ürününün karşıt-gürültü yani rahatsız eden sesleri bastıran hoş gürültüler” olacağını ileri sürüyordu. Eco ise sessizliğin geleceği üzerine fikir yürütüyordu. Ona göre sessizlik kaybolmak üzere olan bir değerdi ve yazısında sessizliğin bedelleri üzerine eğiliyordu.
Çevremizin, sessizlikten ölesiye korkan ve bu yüzden cep telefonlarının gürültüsüne sığınan insanlarla dolu olduğunu söylüyor Eco. Bu tespiti yapmasının üzerinden geçen yirmi üç yılda bu sayının katbekat arttığı kesin. Gürültüye daha iyi uyum sağlayan yeni nesli takip edecek gelecek nesilleri, gürültü evrimi açısından nasıl günler bekliyor insan düşünmeden edemiyor. Eco’nun da altını çizdiği gibi türlerin evrimi binlerce yıl sürecek ve yine bildiğimiz üzere uyum sağlayabilenlerin yanı sıra milyonlar telef olacak bu süreçte. Telef olanlar ve olacaklar sakın üzülmesin. Bu yazının sonunda onlar için güzel bir son olacak.
Peki, Eco’nun 2000 yılında sessizliğe dair görüşü bugün ne durumda? Yorum ya da tespit yapmayı kolaylaştıracak alıntıyı yapmanın tam sırası: “Sessizlik, aşırı pahalı, sadece ağaçların arasına saklanmış villalarda oturabilen varlıklı insanların ya da sırtına bir heybe vurup dağlara çıkan, ama dorukları işgal etmiş bu sessizlik karşısında kafayı yiyerek yarıklara düşen ve sonuçta bölgenin kurtarma helikopterlerinin vızıltılarıyla kirlenmesine neden olan keşişlerin yararlanabileceği bir değer olma yolunda.” O yola sert bir virajın ardından girdik ve yolun yarısını çoktan geçtik. Eco, öyle bir noktaya geleceğiz ki dünyanın en meşhur opera binası La Scala’daki koltuk fiyatına bir paket sessizlik hatta Proust’unki gibi döşenmiş bir odada geçirilecek bir saati satın alacağız demişti. Yoldaki bu noktaları da çoktan geride bıraktık. Ama odanın komodininde, Proust’unkinde olduğu gibi on-on beş kitap yoktu. Üzeri bomboş bir komodindi. Uyurken üzerine nice akıllı telefonlar, tabletler kondu. Oda, geceleri ekran ışığıyla aydınlandı. Odanın mobilyaları, duvar rengi Proust’unkine benzesin yeterdi. İçeriğin ne önemi vardı ki. Bu mutlu, özel, güzel, fiyakalı, şahane ânı başkaları görmesin mi dendi. İnsanlar benim adıma sevinmesin mi, bana özenmesin mi diye düşünüldü. Odanın içi bildirim cıvıltılarıyla dolarken sessizliğin tadı çıkarıldı.
Sessizlik için Eco’nun çözümü ise basitti ama zordu: Gece gündüz parlayan ekranların sesini kapatmak. Bu sessizliğin bedeli olduğunun da altını çiziyor: “Benzerlerimizle iletişim halinde olmaktan vazgeçmek. Çöl keşişlerinin de yaptığı bu değil mi?”
Gürültü evriminde telef olanlar ya da olacaklar için (onların kitap müptelaları ve okurlar olduğunu varsayarak) güzel bir sondan bahsetmiştim. Benim kurgumda onların sonunu neyse ki Virginia Woolf yazdı:
“Arada sırada hayal ediyorum; mahşer günü gelip çatıyor ve büyük fatihler, hukukçular ve devlet adamları kendi mükâfatlarını almak için sıraya giriyorlar; başlarında taçlar, defne dalları var, isimleri silinemez bir şekilde ölümsüz mermerlere yazılmış. Sonra Tanrı, bizim kolumuzun altında kitaplarla geldiğimizi görünce Aziz Petrus’a dönüyor ve en ufak bir kıskançlığa kapılmadan şöyle diyor: ‘Bak, onların mükâfata ihtiyacı yok. Burada onlara verecek bir şeyimiz yok. Okumayı seviyorlar.’”
Not: Umberto Eco’nun dergi yazıları Feza Özemre tarafından Türkçeye çevrilmiştir. Virginia Woolf alıntısı yazarın “Kitap Nasıl Okunmalı” adlı makalesinde yer alıyor. Çevirisi ise Ahmet Birsen’e ait.
Yazının görseli: Marcel Proust'un Yatak Odası (Proust'un yardımcısı ve sırdaşı Céleste Albaret)