Hrant Dink anısına: Diasporadan bize ulaşan sesler
İki gün sonra, 19 Ocak’ta, Hrant Dink’i öldürülmesinin 14. yılında anacağız. Hakkında yazılmış şarkıları dinleyecek, eski konuşmalarına kulak verecek, yazılarını okuyacağız. Yokluğunda müziğe, kelimelere sığınacağız -ki bunlar, her zaman bize güç veriyor.
Önümüzdeki salı, çok özlediğimiz Hrant Dink’i, öldürülüşünün 14. yılında anacağız. Bu kez (içinde bulunduğumuz koşullar sebebiyle) Agos’un önünde buluşamayacağız ya da kalabalık olamayacağız belki ama sözleri, yazıları, ardından yapılan şarkılar her zaman olduğu gibi bize eşlik edecek. Bugün, ondan yola çıkarak, kimi sesleri hatırlatacağım. Bunu yaparken, izninizle, eski bir yazıma uzanacağım…
2015 yılında, tam da bugünlerde, Okan Üniversitesi himayesinde, Avrupa Birliği tarafından finanse edilen ve Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı’nca desteklenen “Türk-Ermeni Diyaloğu ve Söylem Dönüşümü Atölyesi” kapsamında, "Ermenistan'dan Türkiye'ye Müzikal Bir Yolculuk" başlıklı bir söyleşi gerçekleştirmiştim. Memlekette tanınan, sevilen, bilinen/bilinmeyen Ermeni besteciler, onların memleket müziğine katkıları, Ermenistan'dan Türkiye'ye çakılmış selamlar gibi mevzularda birkaç kelam etmiş, plaklar dinletmiştim. Heyecanlı bir buluşmaydı. Sadece Ermenistan’dan gelen gençleri değil, bizden dinleyicileri de şaşırtan bilgiler vardı; bir kısmı, öğrendiğimde benim de şaşırdığım bilgilerdi üstelik… Ekseriyetle pop ve alaturka üzerinden ilerlemiş, arada klasik müziğe de uğramıştım. Sonrasında da, bu söyleşide anlattıklarımı, “Ermenice plaklar üzerinden kardeşlik meselesi” başlıklı bir yazıda toplamıştım. Şu anda okuduğunuz yazı, 25 Ocak 2015 tarihinde BirGün Pazar’da yayımlanan bu yazının bir bölümünü de içerecek.
Ermeni bestecilerin memlekete katkısı büyük. Saymaya kalksak satırlara sığmaz, yazının boyutunu aşar, kitaba dönüşür. Keşke olsa. Yine de kimi isimleri hatırlatayım… Geleneği değiştiren Udî Hrant’tan “Sakın Geç Kalma Erken Gel”in bestecisi (şarkının güftesini yazan Ahmet Rasim’in de muhabbet arkadaşı) Kemanî Tatyos Efendi’ye uzanan, oradan Udî Yervant’a kadar gelen alaturka hattı, bilhassa erken dönemlerde Ermeni müzisyenlerce şekillendirilmiş. Pop derseniz, ziyadesiyle bereketli: Liste, Marten Yorgun idaresinde Mavi Çocuklar’dan ailesi bir dönem Malatya’da yaşamış Marc Aryan’a uzanıyor. Onno Tunç, Garo Mafyan, Reyman Eray gibi isimlere, Cenk Taşkan adıyla bildiğimiz Majak Toşikyan’ı eklediğimiz taktirde, bilhassa ‘70’li yıllarda bir deryayla karşılaşıyoruz. Söyledim, (en azından şimdilik) bu deryayı deşme niyetinde değilim ancak pop tarihinden seçtiğim iki az bilinen plağı ön plana çıkartayım -ki bahsi geçen yazıyı da bu plaklar üzerine kurmuştum.
İlk plak, bir 45’lik: “Ahtamar”. Tam tarihini bilmiyoruz ama ‘70’li yılların sonuna doğru yayınlanmış olmalı. Benon Kuzubaş tarafından bestelenen ve Van Gölü içindeki Ahtamar adasını anlatan bir destan bu. Düzenlemesini Reyman Eray’ın yaptığı şarkıyı, Berç Noradunk seslendiriyor. Hikâyeyi, plak kapağından aktarayım:
“Öyküler vardır yüzyıllar öncesinden günümüze gelmiş… ‘Gerçek’le ‘söylence’ (efsane) arası ya da her ikisi birden! Çoğu tarihçiler bile bu gibi duygusal öykülerin ‘gerçek’liği ile ‘söylence’liği arasında sıkışıp kalmış; ortak bir kanıya varamamış bugüne dek…
Öyküde; bir adacıkta yaşayan Tamar adlı kızın varlığından söz edilir… Tamar her gece bir ateş yakarak sevdiğini bekler... Delikanlı ateşin yardımıyla adaya doğru yüzer... Buluşurlar... Gelgelelim sonsuz mutluluk yoktur!..
…Günün birinde Tamar’da gözü olan köyün kıskanç delikanlıları, kızın, sevgilisine yol göstermek için yaktığı bu ateşi söndürürler... Yönünü şaşıran delikanlı, azgın dalgalara kapılır... Kurtuluş umudu yoktur! Boğulurken ağzından çıkan son sözcükler:
‘…Ah!.. Tamar!..’ olur...
O günden sonra adacığa Ahtamar adı verilir.”
Plak, Maral etiketi taşıyor. Anacağım ikinci plak, yine bu şirket tarafından yayınlanan, şirketle aynı adı taşıyan müzik topluluğunun plağı: Maral Müzik ve Dans Topluluğu’nun (ikincisi yayımlanmayan) ilk albümü, “Buket”. On üç Ermenice şarkıdan müteşekkil. Aralarında “Dıle Yaman” gibi popüler şarkılar da var. Her şey bir yana, memlekette yayımlanan ilk Ermenice albümlerden biri olduğu için mühim. Bunu söylerken, ‘60’lı yılların son deminde Aras Plak tarafından basılan ve bir dönem çok ilgi gören Adis Armanyan plaklarını unutmuyorum elbette.
Armanyan, Ermeni diasporasında yetişmiş önemli isimlerden biri. Türkiye’den Lübnan’a göç eden, göç etmek zorunda bırakılan ailelerden birinin çocuğu. Kulağını Batı’ya çevirmiş, Türkiye üzerinden ona ulaşan şarkılara Ermenice sözler yazmış ve söylemiş. Sonrasında, plaklarında kendi çalışmalarına da yer vermiş. İlk “hit” şarkısı, Türkiye’de de bir dönem popüler olan, “Nune” ama onu, aynı adlı film vesilesiyle Emel Sayın’ın sesinden bildiğimiz “Mavi Boncuk”la tanırız. “Karun Karun”, Ülkü Aker’in sözleriyle, Türkiye’de bu isimle meşhur olmuştu. 1 Eylül 2019’da aramızdan ayrılan Adis Armanyan, bir dönemin en büyük seslerinden biri. Ermeniler tarafından “kral” olarak nitelendirilen isim.
2019 yılında, Armanyan’ın aramızdan ayrıldığı günlerde, Aras Yayıncılık ve Kara Plak işbirliğiyle önemli bir kitap yayımlandı: “Sılaya Giden Yol / Ermeni Diasporasında Müzik”. Sylvia Angelique Alajaji imzalı kitapta Armanyan gibi sanatçılar anlatılıyor. Alajaji, bir noktada Amerika’ya uzanıyor ve New York’ta, 8. Cadde üzerinde toplanan Ermeni müzisyenlerin hikâyelerini anlatmaya başlıyor. Kef Time Band adıyla müzik yapan, Türkiye’den göçerken yanlarına aldıkları şarkıları orada icra ederek vatan hasretlerini dindirmeye çalışan müzisyenler bunlar. Topluluğun adı, “keyif” kelimesinden geliyor. Toparlayayım: Kef Time Band, Türkiye dışında yaşamak zorunda kalan Ermenilerin diasporada yaptığı çalışmalardan biri. Amerika’ya gidenler, orada eski zamanları yâd etmek üzere bu grubu kurmuş, çalışmalarını, yaptıkları plaklar ve verdikleri konserlerle dinleyenlerine aktarmış. Rişar Agopyan ve Budi Sarkisyan öncülüğünde kurulan Kef Time Band, 1960’lı yıllarda etkin olmuş topluluklardan ve art arda pek çok plak yapmış. Yazık ki bu plaklar Türkiye’de yayımlanmamış ama Amerika’dan gelenler aracılığıyla bize ulaşmış.
Kef Time Band repertuvarındaki şarkılardan biri, “Soode Soode” adıyla bilinen Ermenice ezgi. ‘70’li yıllarda, farklı bir anlayışla, dönemin sevilen müzisyenlerinden Hayko tarafından düzenlenmiş, “Sude Sude” adıyla plak yapılmış veğ çok sevilmişti… O yıllarda bir 45’lik plak üzerinde dinleyiciye ulaşan bu düzenleme, popüler müzik alanında karşımıza çıkan ya da başka bir deyişle ana arterde rastladığımız ilk Ermenice ürünlerden biri. Hayko, sonrasında Türkçe şarkılara yöneldi ama “Sude Sude”, onun yorumuyla tarihe geçti. Aynı dönemde, yine Hayko tarafından plak yapılan enteresan bir şarkı var. Adı, “Viştov Letzun”. Bu isimle bir şey ifade etmiyor olabilir ama dinlediğimizde çok tanıdık gelen bir ezgi bu: Teoman Alpay’ın bestesi “Buruk Acı”. Tersine bir “aranjman” yapılmış ve Hayko, bu şarkıyı, Zührab Büyük’ün yazdığı sözler ve Mimi Miksel’in düzenlemesiyle kendi dilinde söylemeyi tercih etmiş. Sanatçıya, bu plakta, klarnette Önder Bali ve Kupa Dötlüsü eşlik ediyor.
Kökü memlekette olan ve çok sevilen kimi şarkılar, bir dönem, üzerine Ermenice sözler yazılarak seslendirilmiş. “Mavi Boncuk” örneğinde olduğu gibi tersi de geçerli. ‘70’li yıllarda Ermenice henüz “sakıncalı” değil. 1980 darbesiyle iktidarı ele geçiren Kenan Evren ve arkadaşları, bu dili, Kürtçeyle birlikte yasaklıyor. Sonrasında bu yasaklar kalkıyor ama bu utanç, başka utançların yanında yerini alarak tarihe geçiyor.
Yazının tam burasında, sözü, özel bir isme getireyim… 1869 yılında Kütahya’da dünyaya gelen Soğoman Soğomanyan ya da bilinen adıyla Gomidas Vartabed. Müziğe katkıları çok büyük. Derlemeleri, ufkumuzu açan çalışmalar. Müzikle ilişkisi, ailesinden. Babası, Kütahya’daki Surp Toros Ermeni Kilisesi’nde şarkı söylüyor; annesi, halı dokurken dilinden şarkıları eksik etmiyor… Mutlu bir aile görüntüsü var ama bu uzun sürmüyor. Gomidas ya da o dönemki adıyla Soğomon, ailesini genç yaşta kaybediyor. Bu yıllarda sesiyle dikkat çekiyor ve 12 yaşında, Ermenistan’a gönderiliyor. Orada müzik eğitimi alan Soğomon, Hampartsum Limonciyan’ın nota sistemini en ince ayrıntısına kadar öğreniyor ve duyduklarını kağıt üzerine aktarmaya başlıyor. 1893 yılında mezun olan, önce Gomidas adını sonra rahip anlamına gelen Vartabed rütbesini alan Soğomon, 1895’te Tiflis’e gidiyor, oradan Berlin’e geçiyor. Bu arada derlemeler yapan, bunları kitap olarak yayımlatan Gomidas Vartabed, ekseriyetle bugünkü Ermenistan sınırları içinde yer alan Doğu Ermenistan köylerinden Kürtçe ve Ermenice derlemeler yapıyor. Notaya aktarılan ilk Kürtçe derlemeler, onunkiler…
Gomidas, derlemelerini 1910’a kadar sürdürüyor. O yılın baharında Galata Surp Krikor Lusavoriç Kilisesi’nin muganni heyetinin daveti üzerine İstanbul’a geliyor ve çalışmalarına burada devam ediyor. O dönemde 300 kişilik bir koro kuruyor; bu koroyla İstanbul, İzmir, İskenderiye ve Kahire’de konserler veriyor. Bunu, Avrupa’da yaptığı konuşmalar ve konserler izliyor. Gomidas Vartabed, Londra’dan Viyana’ya pek çok şehri dolaşıyor. Başta Osmanlı Devleti tarafından onurlandırılıyor ancak 1915 yılının 24 Nisan günü, pek çok Ermeni aydınla birlikte tutuklanıyor. Sonun başlangıcı bu. Çankırı’ya sürgüne gönderilen Gomidas, oradan kurtulabilen az sayıda insandan biri ama o yıllarda yaşadıkları onu çok etkiliyor, içine kapanıyor ve çok yakın dostları dışında kimseyle konuşmuyor. Önce İstanbul’da La Paix hastanesinde tedavi altına alınıyor ama geçmeyen polis korkusu yüzünden ilerleyen aylarda Fransa’ya gönderiliyor. Paris yakınlarında bir klinikte tedavisi sürerken, 1935 yılında hayatını kaybediyor.
Gomidas’ın yaptıkları, bugün bile çok değerli. Onun Ermenice, Türkçe ve Kürtçe derlemelerini kayıt altına almak üzere çalışmalar yapan, Ari Hergel ve Burcu Yıldız tarafından hazırlanan Yerkaran projesi, 2014 yılında bunları bir albümde toplamıştı. Projenin yürütücülerinden Burcu Yıldız, sonrasında, Melissa Bilal ile bir çalışma yaptı ve ikili, “Gomidas Vartabed’in Müzik Mirası” alt başlığıyla “Kalbim O Viran Evlere Benzer” (Birzamanlar Yayıncılık, 2019) adlı kitaba imza attı. Meraklısı için kaçırılmaması gereken bir kaynak.
Başta sözünü ettiğim yazıda, klasik müzik alanında ürün veren Harutyun Hanesyan’dan da söz etmiş, yayımlanan iki albümünü anlatmıştım. Buraya adını bırakayım, bir başka yazıda ayrıntısıyla anlatma sözü vereyim. Iskalanmaması gereken değerlerden biri çünkü.
İki gün sonra, 19 Ocak’ta, Hrant Dink’i öldürülmesinin 14. yılında anacağız. Hakkında yazılmış şarkıları dinleyecek, eski konuşmalarına kulak verecek, yazılarını okuyacağız. Yokluğunda müziğe, kelimelere sığınacağız -ki bunlar, her zaman bize güç veriyor. Bugün, kimi “ortak” eserlerden söz ettim. Bunu yaparken çok dilli şarkılara değinmedim bile. Kardeşliğimizi gösteren, bize hatırlatan şarkılar bunlar. Tıpkı Hrant’ın yazıları gibi.
Yazının sonunu Hrant Dink getirsin: “Gelin önce birbirimizi anlayalım… Gelin önce birbirimizin acılarına saygı gösterelim… Gelin önce birbirimizi yaşatalım.”
Daha ne söylenebilir ki?