YAZARLAR

HTŞ’ye cihatçı eleştiri / 2

Bir Selefî düşünce-siyaset adamı olan Makdisi’ye göre, ittifak örgütünün adının değiştirilmesi bile şeriattan vazgeçildiği, demokrasiye yönelindiği yönünde işaretti. ŞFC’deki İslâmî çağrışımlı “fetih” kavramının yerine HTŞ’de böyle çağrışımı bulunmayan “tahrir” (kurtuluş) geçirilmişti.

Kısaca, Suriye’nin cihatçılıktan gelme yeni muktedirlerini kıyasıya eleştiren kıdemli âlim Ebu Muhammed el-Makdisi kim?

Öyküsünü Irak tekfirci terörizminin kanlı önderi Ebu Musab el-Zerkavi’nin akıl hocalığından başlatıp, DAİŞ’e yönelik sert eleştirilerine uzatabileceğimiz bir Selefî düşünce-siyaset adamı. El-Kaide merkezi dahil kimseyi takmadan Şii katliamları yapan, bol kanlı, kışkırtıcı siyasî çizgisiyle çıkarmaya çalıştığı Şii-Sünni içsavaşından nihaî İslâmî zafer uman Zerkavi de bir noktadan sonra Makdisi’nin eleştirilerine mâruz kalmıştı. ABD ordusunca öldürülmese Makdisi’yle ideolojik-itikadî mücadelesi nereye varacaktı, bilmiyoruz. Yani Makdisi, Selefî-cihatçı âleminde kulak verilen, önemsenen, sayılan ve kendi cephesine yönelik olarak da lafını esirgemeyen bir şahsiyet.

Ebu Muhammed el-Makdisi

Makdisi, El-Nusra’nın İslâmcı olmayan örgütleri de bünyesinde toplamaya çalıştığı Şam’ın Fethi Cephesi (ŞFC) ve Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) hamlelerinden beri Ahmed el-Şara’nın yakasını bırakmadı. Daha önce (Zerkavi ve DAİŞ’e karşı) sahne aldığı tartışmalarda lüzumsuz ve zararlı gördüğü aşırılıkları eleştirirken bu defa öbür yöne dönmüş, HTŞ projesini “gevşeklik” ve İslâmî davayı “sulandırma” ile itham etmişti. ŞFC’nin uluslararası El-Kaide merkezinden kopma girişimini başta onaylayan Makdisi, birkaç ay sonra, bunun fayda getirmediğini, silahlı İslâmcı-cihatçı muhalefet saflarında daha geniş birlik sağlamaya imkân yaratmadığını, ABD öncülüğündeki uluslararası koalisyonun bombardımanlarını azaltmaya da yaramadığını öne sürerek, pişmanlık belirtmişti. O sırada, “sulandırıcılar”dan da yakınmış, yumuşama adımlarının bu tiplerin işine yaradığını ileri sürmüştü. Makdisi önceleri daha çok, doğrudan şeriat hakimiyeti amaçlamayanların mücadele alanından uzak tutulması talebiyle eleştiriler dile getirirken, giderek mücadeleyi “sulandırdığını” ileri sürdüğü cihatçıları hedef almaya yöneliyordu. HTŞ’nin kuruluş ilanını da temkinle karşılamış, şeriatçı olmayan unsurlarla biraraya gelişte mutlaka şeriatçılar lehine gerekli ağırlığın sağlanması konusunda uyarılar yayınlamıştı.

2017 başlarında Makdisi özellikle Suriyeli cihatçıların “dış güçler”le (TSK ve Ankara) fazla yakınlık kurmaması, (güya Suriye’de “çözüm” için Rusya, İran ve Türkiye’nin yürüttüğü üçlü diplomatik girişim olan) Astana toplantılarına temsilci göndermemesi için uğraşıyordu. Bu yönde ilerlenirse şeriat hakimiyeti kurma hedefinden uzaklaşılacağından endişe duyuyordu. Bu yüzden, -Astana’dan zaten dışlanmış bulunan- HTŞ önderlerinden “açıklık-kesinlik” talep ediyordu: “Amacın insan yapısı yasaları değil şeriatı uygulamak olduğu”, “Fırat Kalkanı gibi kirli işbirliklerini reddetme”, “Astana gibi komploları reddetme”, “dış destek sağlayan laik rejimlere yaklaşım” konularında açık, kesin tavır istiyordu. Bunlar sadece çalışma masasının başından ahkâm kesen bir âlimin hezeyanları gibi algılanmasın diye de, tavrına daha tehlikeli boyutlar katıyor, “açıklık” çağrısını yalnız kendi adına değil, ilişkide bulunduğu bazı örgüt üyeleri adına da yaptığını ilan ediyordu. Bu örgüt üyelerinin liderlere güveni sarsılmıştı, Makdisi’ye göre.

Makdisi’nin ağırlığını, HTŞ’nin şer’î konulardaki yetkililerinden Ebu Abdullah el-Şami’nin ona hemen yirmi sayfalık mektupla cevap vermesinden anlıyoruz. El-Şami, Makdisi’nin eleştirilerinin “örgüt içinde ona saygı duyan bazı kişileri rahatsız ettiğine” dikkat çekiyor, hattâ “örgütten ayrılmalara yolaçabileceğini” söylüyordu. El-Şami ayrıca, Makdisi ile doğrudan temas kurmaya çalıştıklarını, ama olamayınca alenî cevap verme gereği duyduklarını belirtiyordu. Makdisi’ye yanlış bilgiler verilmişti!

El-Şami’nin Makdisi’ye cevabında önemli bir bahis de Türkiye hükümeti ve Tayyip Erdoğan hakkındaydı. Türkiye’yi yönetenlerin tam anlamıyla Müslüman sayılıp sayılmayacağı, Suriyeli cihatçılar arasında uzun süre tartışma konusu oldu. TSK ile işbirliği yapılır mı, yapılmaz mı, bu konuda kavgalar koptu. Şimdi el-Şami, Makdisi’ye, Erdoğan ve Türkiye ile işbirliğini savunan herkesi “mücadeleyi sulandırıyor” sayamayacaklarını, aralarında farklı görüşleri savunanların bulunduğunu anlatıyor, “Nitekim Usame bin Ladin de başlangıçta Suudi yönetimini dışlamamıştı,” diye hatırlatıyordu.

HTŞ yetkilisi ayrıca, örgütün şeriat hedefinden vazgeçmediğini, Fırat Kalkanı Harekâtı ve Astana toplantılarına karşı durduğunu fakat bunları destekleyenleri kâfir ilan etmediklerini, dış desteği de kategorik olarak reddetmediklerini, ancak karşılığında şartlar dayatılırsa yardımı kabul etmeyeceklerini bildirdi.

Makdisi bu cevaplarla tatmin olmadı. Birkaç gün sonra, laik devlet yöneticileriyle ilişki kurulmaması gibi önemli noktalarda el-Şami’nin cevabının net olmadığını ileri sürdü. Ona yanlış bilgi verildiği iddiası da örgütten ayrılmaya hazırlanan memnuniyetsizlerin inanılırlığını zedelemek için ortaya atılmıştı, Makdisi’ye göre. Oysa El-Kaide ile bağın koparılmasını yanlış bulan bir grup ayrılmaktaydı ve HTŞ’ciler şimdi bu durumu örtbas etmeye çabalıyorlardı. Makdisi, HTŞ’nin El-Kaide’den kopma kararının sahiciliğini de tartışmaya açıyor, HTŞ’cilerin bu konuda dürüst davranmadığını iddia ediyordu.

Makdisi’ye göre, ittifak örgütünün adının değiştirilmesi bile şeriattan vazgeçildiği, demokrasiye yönelindiği yönünde işaretti. ŞFC’deki İslâmî çağrışımlı “fetih” kavramının yerine HTŞ’de böyle çağrışımı bulunmayan “tahrir” (kurtuluş) geçirilmişti.

Yukarıdaki bilgilerin önemli bölümünü de aldığım yazısında cihatçı hareketleri yıllardır izleyen Cole Bunzel’in aktardığına göre, cihatçı âleminde itibar sahibi bir başka Ürdünlü (Filistinli) Selefî âlim olan Ebu Ketede el-Filistini tartışmaya müdahale etti, iki tarafı uzlaştırdığını, Makdisi’nin eleştirilerini sürdüreceğini ama HTŞ’cilere yönelik kişisel suçlamalardan uzak duracağını açıkladı. (Bu arada bütün bunlar ilgililerin Telegram kanallarında cereyan etmekteydi.) Fakat HTŞ’nin, -sol terminolojinin daha yaygın olarak bilinen tâbiriyle ifade edecek olursak- “revizyonist”-uzlaşmacı çizgisinden kısa süre sonra bizzat Ebu Ketede de yakınmaya başladı.

HTŞ önderi Ahmed el-Şara (o zaman Colani), uyanıkça bir manevrayla, bir tür koalisyon olan ittifak örgütü HTŞ’nin başına, en büyük rakibi Ahrar el-Şam’ın eski lideri Ebu Cabir el-Şeyh’i getirmiş, kendisi başkomutanlığı üstlenmişti. Yani etrafa yönelik diplomasi yerinde, silahlı kuvvet kendi elindeydi. Ebu Cabir’in liderlik makamından yaptığı ilk açıklama, “ılımlı” Selefî olarak bilinen Ebu Ketede’yi huzursuz etti. Selefî âlim, HTŞ liderinin, sözlerini “sanki kimseyi kızdırmamak ve itiraza mahal vermemek üzere” seçtiğinden şikâyet ediyor, hedefinin ne olduğunu bile açıkça ortaya koymayan Ebu Cabir’in, “zaten endişe duyanları daha da endişelendirdiğini” söylüyordu. Selefî âlimler, “cihat elden gidiyor” korkusuna kapılmışlardı.

Ebu Ketede’nin endişeleri kısa süre içinde yatıştı. Bunzel’in “oldukça özeleştirel  fetva” diye nitelediği bir Telegram mesajıyla Ketede, “ideolojik bakımdan daha az katı ve daha geniş İslâmî topluluğa daha az kapalı” yeni bir liderler kuşağının cihat âleminde yükselişte olduğu gerçeğini kabullenmek gerektiğini belirtti. “Cihatçı hareket, uzun zamandır kısmen açılma ile kendini tecrit etme arasında gidip geliyor,” diye yazdı. Ketede’ye göre,“ideolojik grup fikri” yerini “İslâmî toplum projesine” bırakıyordu. Ketede, mesajını öngörüyle bitiriyordu: “İnanın bana, [cihatçı] hareket içinde başka değişiklikler de olacak.”

HTŞ’nin “İslâmî toplum projesi” teorisyenleri belli ki Ebu Ketede’yi yeni neslin yeni açılımlarına ikna etmişti.

Fakat tartışma bitmedi.

Bir vakit El-Nusra’nın en tepedeki şerî yetkilisi konumunda bulunan, El-Kaide’ye biatını geri çekmeyen, HTŞ’nin ilanından hemen sonra, 2017 Şubat’ında  örgütten ayrı düşen, doktoralı Ürdünlü âlim Sami el-Ureydi, üstü kapalı, dolaylı ifadelerle teorik-siyasî eleştirilere başlamıştı. Temel temaları, insan yapısı yasalara mı şeriata mı bağlı yaşanacağı gibi genel ve teorik, El-Kaide’ye biat ve itaatten niye vazgeçildiği gibi politik-stratejik sorunların yanısıra, Türkiye ile Katar’dan ve destekledikleri İslâmcı gruplardan uzak durulması gibi gündelik-pratik kararlardı. Ve elbette “küresel Sünni cihat hareketlerinden kendilerini ayırıp milliyetçi söylemleri benimseyen” Suriyeli örgütlerin tavrı.

DEVAM EDECEK...