Hukukun insan istisnai paradigması ve Eros davası

Küçücük bedeniyle bu dünyadan geçip giden Eros’un bıraktığı “hayvanlar da vardır” çağrısı tüm canlıların eşit, güven içinde ve en önemlisi kendisi için yaşama hakkına sahip olduğunu hatırlattı.

Google Haberlere Abone ol

Bu iddialı başlık akademik bir yazıya daha çok yakışırdı ama bugün insan merkezli adalet anlayışının ve doğanın bile yalnızca insan için korunmasının sebeplerine, örgütlü dayanışmanın dönüştürücü gücünü gösteren Eros davası üzerinden bakacağız.

İ.K. isimli genç ve yetişkin bir erkeğin kendisini savunacak kuvvet ve yetenekten mahrum bir kediyi dakikalarca işkence ederek öldürmesi, ona dostluk eden ve ihtiyaçlarını karşılayan insanların kapısının önüne terk ettiği cesediyle hayvan türüne duyulan saygı ve sevgiyi de tehdit ederek eylemlerine son vermesi ile başlayan adli süreç bu hafta içi sona erdi. Eros isimli kedinin dakikalarca işkence edilerek öldürülmesine karşılık etkin ve caydırıcı bir ceza yaptırımı olmaması belki de ilk defa bu ölçüde tepkiyle gündeme getirildi.

Hayatı boyunca bir hayvana dokunmamış insanların bile ağlayarak izlediği görüntüler sanığın yasaların koyduğu sınırlar ölçüsünde cezalandırılmasına gerekçe oldu ama bu yasal ölçülerdi tepkinin esas sebebi. Ceza Kanunu “bir canlıyı” değil de “bir insanı” öldürmeyi suç saydığından hayvanlar kasten öldürme suçunun mağduru sayılmıyor. Ceza kanunlarında devletler, dinler, inançlar, milli unsurlar ve hatta siyasi partiler bile ağır cezaları gerektiren suçların mağduru sayılırken hayvanlara karşı işlenen suçların adli para cezası ya da kısa süreli hapis cezalarıyla “geçiştirilmesi” tür hiyerarşisinin bir değer sıralamasıyla yürütüldüğünü gösteriyor.

YASALARIN İNSAN İSTİSNAİ PARADİGMASI

Ceza yasalarının amaçladığı kutsal hedefin insan türünün etrafında dönen bir tartışma olduğu kuşkusuz. İnsan hayatı, insanın cinsel dokunulmazlığı, insan bedeninin bütünlüğü, insanların malvarlıkları, insanların inançları ve nihayet insan yaşamına elverişli bir doğa ve çevre… İnsanı esas alan, diğer insanları, toplumları, doğayı ve ekolojiyi yine insan için ve onun faydalanacağı ölçüde koruyan insan merkezli yöntem sosyoloji ve doğa bilimleri yönünden terk edilmekte ise de hukuk sistemlerinin çağ dışı umursamazlığı devam ediyor.

İnsanı doğanın bir unsuru değil de hükmedeni olarak gören bakış, doğanın korunmasını da insan yaşamının sürdürülebilirliğine sunacağı katkı ölçüsünde önemsiyor. Örneğin su kaynaklarının temizliği ve tükenmemesi için harcanan emek ve bütçe, ekolojinin bütününü değil insan yaşamını tehdit ettiği için projelere dönüşüyor. Tıpkı ormanların yakılması, havanın kirletilmesi ve imar kirliliği gibi suçlarla korunan hukuki yararın sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı olması gibi.

Bir hayvanın neslinin tükenmesi ekolojik dengeyi ve dolayısıyla insan hayatını tehdit etmediği sürece gündeme bile gelmiyor. Örneğin balık neslinin tükenmesine sebep olacak fiiller balıkların güvenle ve uzun süre yaşamaları için değil insanın beslenme kaynaklarının korunması amacıyla suç sayılıyor. Özetle, doğanın ve hayvanların insan nesline en uzun ve en yüksek faydayı sağlaması için yapılan “koruyucu” yasalar, buna itiraz edemeyecek durumdaki canlıları sömürmeye yarıyor. Çünkü ancak hayvanlar ve bitkiler yaşadıkça insanlar da yaşıyor.

EROS’UN YAŞAM HAKKI

Bilinen en eski suçlama ve yargılama öldürme fiiline dair. Bir insanı öldürmenin kamusal bir tehdit içermesi ceza hukukunun en eski dönemlerinde bile dikkate alınıyordu. Öldürülenin geride bıraktıkları katilin cezalandırılmasını istemese bile bu kamusal tehdit, katilin cezalandırılması için hep yeterli olmuştur. Peki insanın maddi-manevi bütünlüğünü mevcut ya da muhtemel bir tehlike ile karşı karşıya bırakmayan bir suçun müştekisi olabilir mi? Ya da şöyle soralım, sahipsiz bir serçenin yaşamına keyfi olarak son veren insanın yargılanması neden mümkün olamaz? Mevcut yasaların böyle bir eylemin suç olmasını kuşun evcil ya da sahipli olmasına bağlaması ölümü bile bir insana verdiği acı ölçüsünde kınanabilir hale getirmiyor mu?

Eros davasının binlerce müştekisi de Eros adına acı çeken insanlardı. Bu insanlar Eros’un ölmeden önce duyduğu acıyı kalplerinde hissettiler ve henüz Eros beş yaşındayken yaşamına vahşice son veren kötülüğün bir insanın yaşamına son veren kötülükten daha az cezalandırılmasına isyan ettiler. Eylemler aynıydı. Fail bir yaşama son vermiş üstelik bunu dakikalarca süren vahşetle gerçekleştirmişti. Öldürülenin bir insan olması halinde cezası ağırlaştırılmış müebbet hapis olan bu suç, ölenin korunmasız bir kedi olduğu durumda üst sınırı dört yıl olan bir cezayı gerektiriyordu. Şayet alt sınırdan uzaklaşılmamış olsaydı fail hiç cezaevine girmeden hayatına devam edecekti.

Bu davada İ.K.’ya verilen iki yıl altı ay ile ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası arasındaki uçurumun insan istisnai, yani yalnızca insana hizmet eden bir adalet anlayışından üretildiğini tecrübe ettik. Yasal düzenleme yapılırken kolaylıkla işkence edilebilecek bir hayvan ya da korunmasız bir kadına yöneltilen şiddetin faili, mağdurun hak arama kabiliyetine göre mi yoksa o eylemin ihlal ettiği değere göre mi cezalandırılmalı sorusu sorulmamıştı belli ki. Ceza hukukunda mağdur statüsü “kendini koruyamayacak durumda olan ve olmayan insan” ayrımında tartışıldı hep. Yaşam hakkının insanlar ve hayvanlar olarak türcü bir ayrıma tabi tutulduğu iddia edildiğinde ise hep bir ağızdan buna itiraz edecek olanların söz konusu ceza yargılaması olduğunda “kedinin yaşamıyla insanın yaşamı bir olur mu” diyeceklerini hepimiz biliyoruz.

ŞİDDET SARMALI VE CEZASIZLIK

İnsanın doğaya, erkeğin de kadına hükmetmeye çalıştığı bu düzenin koruduğu yaşam hakkı sıralamasında hayvanların en altta ve korunmasız kaldığı muhakkak. Kadına, çocuğa, hayvana ve doğaya yönelik şiddet, kendine bunu hak ve daha güçsüz olana da reva gören bir erkekliğin eseri. Üstelik doğayı, kadınları, çocukları, hayvanları romantik ifadelerle ve sahiplenici bir kudretle koruyan ataerki bu denetleme yetkisini bizzat şiddetin kaynağını temsil ederek koruyor.

Şiddet ve ayrımcılık sakil ve hadsiz bir şefkatle kınanıyor. Üretilen siyasi dil ve pratik şiddetin bir yöntem değil rejime dönüştüğünü gösteriyor. Düşük cezalar ve infaz sistemi failleri cesaretlendirirken mağdurların umutsuzluğunu arttırıyor. Eros davası ise binlerce sosyal medya mesajıyla ve yüzlerce insan adliyede hazır bulunarak sahiplenildiği için kitlesel adalet arayışına dönüştü ve benzer fiillerin önlenmesine büyük katkı sağladı. Küçücük bedeniyle bu dünyadan geçip giden Eros’un bıraktığı “hayvanlar da vardır” çağrısı tüm canlıların eşit, güven içinde ve en önemlisi kendisi için yaşama hakkına sahip olduğunu hatırlattı. Biz de caydırıcı cezaların düzenlendiği ve adına Eros Yasası diyeceğimiz talebimizi ısrarla gündemde tutarak bizler kadar güvende yaşama hakkı olan hayvanları korumayı başarmalıyız. Belki bu sayede Eros’un anısını sonsuza dek yaşatabiliriz.