İbrahim Kaboğlu: Son gözaltılar hukuk dışı, Kürt sorunu hukukun asgari gerekleri yerine getirilmeden çözülemez
İstanbul Barosu Başkanı Prof. İbrahim Kaboğlu, son günlerde yaşanan gözaltı dalgası ile İmralı görüşmelerini değerlendirdi, atılması gereken adımları anlattı.
İSTANBUL - İstanbul Barosu, Başkan Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu dahil 10 Yönetim Kurulu üyesi hakkında göreve son verme ve yeniden seçim talebiyle dava açılmasının ardından 23 Şubat'ta olağanüstü kurultaya gitme kararı aldı. İstanbul Barosu'na yönelik hedef göstermeler devam ederken, Yönetim Kurulu üyesi Fırat Epözdemir de tutuklandı.
İbrahim Kaboğlu, baroya yönelik soruşturmalar, açılan davalar, hedef göstermeler ve İmralı görüşmeleri ile ilgili Gazete Duvar'a açıklamalarda bulundu.
Kaboğlu, İmralı süreciyle ilgili "Aynı devletin, aynı anayasanın geçerli olduğu başkentteki söylem ile Türkiye'nin en büyük ili olan İstanbul’da yaşanan gözaltı ve tutuklamalar arasında tam bir çelişki var Tam bir antagonizma var. Ankara'da, Öcalan için "Hadi gel Meclis’te konuş" deniyor. Bu, yasal düzenleme yapılmadığı için anayasanın üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan bir söylem. İstanbul'da ise her uyandığımız gün yeni bir operasyon dalgası olması aynı şekilde hukuk dışıdır" ifadesini kullandı.
![](https://i.gazeteduvar.com.tr/storage/files/images/2025/01/28/kabo-mvsf.jpg)
İstanbul Barosu Başkanı olarak seçildiğiniz ilk günden bu yana çeşitli gerekçelerle davalara, tepkilere, hedef göstermelere maruz kaldınız. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz, yeni yönetim olarak ne yaptınız da hedef haline geldiniz?
Biz yeni yönetim olarak 20 Ekim'de görevi devraldık. Hep ortak bir söylemim oldu. Hukuku ortak bir payda yapmak, etkili kılmak, insan haklarını korumak, hukukun üstünlüğünü savunmak… Hem anayasa gereği hem avukatlık yasası gereği olarak bu kavramları yol haritası olarak kabul ettik. Herkes için hukuk, her zaman hukuk, her yerde hukuk diye bunu soluksuz bir biçimde sürdürdük. Hukuk hedefinden hiç ödün vermedik. Vermeyi de düşünmüyoruz. 2024 ve 2025 Türkiye'sinin en büyük sorunu hukuka olan ihtiyaçtır. Belki de hukuka ihtiyaç duyulan dönem hiçbir zaman bu kadar olmadı. Şu anda üç büyük kirlilik alanı var. Birincisi hukuk, ikincisi iktisat, üçüncüsü siyaset. Herhalde karşılaştığımız hukuk dışı yollar İstanbul Barosu'na karşı başlatılan operasyonlar, hukuku ödünsüz bir biçimde İbrahim Kaboğlu ve İstanbul Barosu yönetimi olarak sahiplenmemiz ve savunmamızdan kaynaklı olsa gerek.
'BAROYA YÖNELİK ANAYASA DIŞI İŞLEMLER İNFİAL YARATTI'
19 Aralık’ta Suriye’de öldürülen gazeteciler Nazım Daştan ve Cihan Bilgin’e ilişkin İstanbul Barosu bir açıklama yaptı. Daha sonra, baro başkanı ve yönetim kurulu üyeleri hakkında görevlerine son verilmesi için dava açıldı. Bu durum üzerine 23 Şubat'ta olağanüstü kurultay yapma kararı aldınız. Neden? Bundan sonra nasıl bir yol haritası izleyeceksiniz?
İstanbul Barosu'nun 21 Aralık’ta yaptığı sosyal medya paylaşımı, ilk olmadı, sonuncusu da değil. İstanbul Barosu, avukatlık yasası gereği kendisine verilen görev olarak hukukun üstünlüğünü savunmak, insan haklarını korumak için görev ve sorumluluğu çerçevesinde sosyal medya paylaşımları yapıyor. 21 Aralık günü yaptığı paylaşım da yaşam hakkı temelliydi. 23 Şubat Genel Kurulu yanıtı şudur. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, 22 Aralık günü İstanbul Barosu hakkında bir soruşturma başlattı. Soruşturma Adalet Bakanlığı'ndan izin alınarak yapılır. Oysa Adalet Bakanlığı'ndan izin istemi 25 Aralık günü gerçekleşti. Hukuka aykırı bir soruşturma. İstanbul Barosu yöneticilerini terör örgütü ile bağlantılı olarak kamuoyuna bildiri yayınlamak Cumhuriyet Başsavcılığı'nın sorumluluğuyla, görev ve yetkileriyle bağdaşmamaktadır. Bununla yetinmeyen İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı ayrıca 14 Ocak günü İstanbul Barosu yönetiminin görevden alınması için asliye hukuk mahkemesine davaname adı altında bir dava dilekçesi gönderdi. Onun üzerine İstanbul Barosu'nun önceki yöneticileri ve benimle baro başkanlığında yarışan adaylar destek mesajları yayınladılar, baroya geldiler. Türkiye Barolar Birliği Başkanı ve Yönetim Kurulu da baroya gelerek destek verdiler. Bize yöneltilen haksız, hukuksuz, dayanaksız, akıldışı suçlamalar karşısında hukukçuların ve baroların bu desteğini dikkate alarak biz “seçimle gelen seçimle gider” kararlılığıyla kurultayı düzenleyerek hukuk yoluyla demokrasinin ne olduğunu, demokrasinin ancak hukuk yolu ile var olabileceğini bütün hukuk çevrelerine ve Türkiye kamuoyuna duyurmak istedik. Baroya yönelik Anayasa dışı işlemler hukuk camiasında bir infial yarattı.
'FIRAT EPÖZDEMİR'E YÖNELTİLEN SUÇLAMALARIN HEPSİ BİRER KURGUDUR'
Yönetim Kurulu üyeniz Fırat Epözdemir 2015'te kurulan 'Diren Cizre' isimli bir WhatsApp grubunda yer alması gerekçe gösterilerek tutuklandı. Aynı WhatsApp grubuyla ilgili daha önce de soruşturma açılmıştı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı 4 ay önce suçlamalara yönelik delil bulunamadığı gerekçesiyle bu soruşturmayı kapatmıştı. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Fırat Epözdemir'e ilişkin yol haritanız nedir?
Fırat Epözdemir'e yönelik yakalama, gözaltına alma, arama ve tutuklama kararlarına temel teşkil eden işlemler dizisi, Anayasa 19, 20 ve 21. maddelerine aykırı. Bu aykırılık Fırat Epözdemir'e yönelik işlemlerin, suçlamaların hukuksuz, dayanaktan yoksun olduğunu gösteriyor. Çünkü eğer Fırat Epözdemir'e yöneltilen ithamlar geçerli olsaydı başsavcılık tutup da İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi olan Fırat Epözdemir’i uçakta apar topar yakalamazdı, gözaltına almazdı, evini, çoluk çocuğunu, ailesini bu şekilde polislerin baskınıyla özel yaşam hakkını ihlal etmezdi. Ofisini alt üst etmezdi. Fırat Epözdemir'i davet eder, ifadesi alınırdı ve bu şekilde kendisine isnat edilen suça ilişkin işlemler usule uygun olarak yürütülürdü.
Fırat Epözdemir'in 23 Ocak’tan itibaren 25 Ocak akşamına kadar tabi olduğu işlemler dizisi aslında suçlamaların dayanaksız olduğunu ortaya koyuyor. Bunun iyi bilinmesi gerekir. Geçmişe yönelik suçlamalar ise, 10 yıl önceki telefon görüşmeleri, 10 yıl önce bir grupta yer alması, 10 yıl önce verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın varlığı, UYAP'a erişimine bile el konulması, demek ki aslında Fırat Epözdemir'e yönelik daha mahkeme aşamasına gelmeden bir tür yaptırım uygulanması anlamına geliyor. Bu olay son derece kaygı vericidir. Fırat Epözdemir'in dosyasının içine girmiyorum. Girmem halinde bu durum, Fırat Epözdemir'e yöneltilen suçlamanın tartışılabilir olduğunu, onu bir tür hukuk zeminine çekip tartışma yoluyla meşrulaştırma ilişkisi yaratır. O yüzden oralara ben girmiyorum. Çünkü hepsi birer kurgudur. Kurgu olduğunu cumartesi akşamı sulh ceza yargıcının tutuklama kararını okuyunca daha çıplak bir biçimde anladım. Tahminler üzerine tutuklama olmaz. İnsan özgürlüğü bu kadar ucuz değildir. Fırat Epözdemir'in kişi güvenliği ve özgürlük hakkının özüne dokunulmuştur. Bu tümüyle anayasaya aykırıdır.
'GEZİ'NİN ÖZETİ ANAYASAL DÜZENİ SAHİPLENMEKTİ'
Menajer Ayşe Barım, 2013'teki Gezi protestolarına karıştığı gerekçesiyle tutuklandı. Bu tutuklamalar hukuka uygun mu?
Önce Gezi nedir, buna bakalım. 10 Ekim 2018 TBMM'de Gar Katliamı'nın yıldönümünün akşamında yapılan görüşmeler sırasında Gezi gündeme geldi. Gezi'nin postmodern demokrasi mantığını yansıttığını beyan ettim. Gezi'yle ilgili Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'na bağlı yurtsever yurttaşlarının çevresine, doğasına ve tarihsel kültürlerini sahiplenmesi şeklinde bir çerçeve çizdim. Anayasal düzeni sahiplenmekti Gezi. Eski bakanlardan bir vekil “Ya Gezi'deki vandalizmi nasıl görüyorsunuz?” deyince, “O zaman görev başında olan İstanbul Emniyet Müdürü, İstanbul Valisi ve İstanbul Belediye başkanı şimdi neredeler? Bu sorunun yanıtını verirseniz, yönelttiğiniz sorunun da yanıtını vermiş olursunuz” dedim. Artık sesi kesildi ve yeni bir tepki göstermedi.
Gezi'nin özeti hukuki olarak anayasal düzeni sahiplenmekti. Bu açıdan bakıldığı zaman evet Gezi İstanbul ile sınırlı değil, bütün Türkiye'de gösteri ve protestolar oldu. Ölümler de oldu. Tabi ki bunların olmaması temenni edilirdi. Fakat buradaki ana sorun şu: Bu öldürmeler, kırmalar, dökmeler kimin tarafından ve hangi suç aleti ile yapıldı? Ceza hukuku açısından saptanması gereken budur. Ben bunu Can Atalay, Osman Kavala, Ayşe Barım için de söylüyorum. Eğer Türkiye'de üç milyon yurttaş meydana çıkmışsa bu ne Kavala’nın, ne Barım'ın ne de Can Atalay'ın yapabileceği bir iştir. Bu bir halk hareketidir.
“Gezi bir kalkışmadır” diyenlere iki yanıt verelim. Bir, hadi çağırın bakalım herkesi sokağa, kim üç milyon insanı sokağa çıkarabilir? Sosyolojik açıdan baktığımızda Gezi on yıl öncesinden 2003’ten 2013'e kadar ülkeyi yağmalayan, topluma sürekli müdahale eden, demokratik görünümle demokrasiyi sürekli kemiren bir siyasal anlayışa gösterilen tepkidir. Gezi, özü itibariyle barışçıl bir harekettir.
İkincisi ise Gezi'de hangi suçlamalar yöneltiliyor? Anayasal düzeni yok etme ve hükümeti yıkmaya teşebbüs. Anayasal düzeni yok etmeden çok sahiplenme var. Peki hükümeti kim yok etti? Bugün Türkiye'de hükümet var mı? Yok. Hükümet ne zamandan beri vardı? Temelleri Fatih Sultan Mehmet zamanında atıldı ve ilerleyen yüzyıllarda devlet başkanlığı ve günlük politika birbirinden ayrıldı. Kim kaldırdı? 2017 Anayasa değişikliği ile AKP ve MHP koalisyonu kaldırdı. Sonra Cumhur İttifakı dediler. Peki Cumhuriyet anayasacılığına kim son verdi? Aynı anayasa değişikliği ile son verildi.
Hükümet yok. Siyasal sorumluluk yok. Siyasal karar alma düzenekleri yok. Bu ne demek? Bu anayasal düzeni başkalaştırma demektir. Bu açıdan Gezi aslında on yıl öncesi döneme duyulan bir tepkidir. 'Hükümet istifa' demek her zaman demokratik bir haktır. Bugün 'hükümet istifa' diyemiyorsun çünkü ortada hükümet yok. Türkiye Cumhuriyeti hükümetsiz bir ülkedir. Hükümeti kimin ilga ettiği biliniyor. Bu açıdan bakıldığı zaman 2013'e baktığımız zaman Ayşe Barım ve diğerlerinin elinde hangi satırlar, palalar vardı? Hangi suç aleti vardı? Bunların ortaya konulması gerekiyor. Berkin Elvan'ı kim öldürdü? Ethem Sarısülük ve diğerlerini kim öldürdü? Bunları sorgulamamız gerekiyor. Böyle o kişi oradaydı, şu kişi oradaydı demek gerçekleri saptırmaktır. 2017 Anayasası'yla hükümet ilga edildi. Hükümetin lağvedilişinin üzerinden sekiz yıl geçtiği halde “Siz 2013'te hükümeti devirmeye teşebbüs ettiniz” diyerek insanları teker teker toplamak hukuk bir yana akla ziyandır.
![](https://i.gazeteduvar.com.tr/storage/files/images/2025/01/28/k2-vz5h.jpg)
DEM Partili belediyelere yönelik yıllardır devam eden kayyım uygulaması son dönemde CHP'li belediyeleri de hedef alıyor. İstanbul Barosu'na karşı da benzer bir hamle olabilir mi?
Kayyım anayasal bir kurum değildir. Kayyım uygulaması anayasaya kesinlikle aykırıdır. İstanbul Barosu'na açılan dava, davaname adı verilen süreç de anayasaya ve avukatlık yasasına kesinlikle aykırıdır.
Tarafsız ve bağımsız olmadığı gerekçesiyle adalete yönelik eleştiriler sürerken Cumhurbaşkanı Erdoğan 23 Ocak'ta Yargı Reformu Strateji Belgesi açıkladı. Açıklanan bu belgeyi nasıl buldunuz?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 31 Mayıs 2019'da da kuşe kağıdıyla 114 sayfadan oluşan yargı belgesini açıklamıştı. O belge karşısında 'Gelin yasal düzenleme yapalım' demiştik. Meclis'te temsil edilen partilere çağrı yaptık. Gelin yargı reformu belgesi ışığında adil yargılanma hakkı yasasını çıkaralım ve yargı bağımsız olsun demiştik. Bize sadece beş parti destek verdi. 2019'da yasa önerilerini hazırladık. Bunları Haziran 2021'de Meclis'e teslim ettik. Ama AKP-MHP bunların yasalaşmasına engel oldu. Biz görevimizi yaptık. Hazırız. Yapılması gereken yalnızca bir strateji belgesi yayınlamak değil, strateji belgesinin gereklerini yapmaktır. Önce anayasa madde 138'e aykırı demeç verilmeyecek. Yargı süreci söz konusu olduğunda onu etkileyici açıklama yapılmayacak. Yargı kararı verildiği zaman uygulanıp uygulanmadığı konusunda siyasiler müdahale etmeyecek. İkincisi, bununla ilgili yargı reformu stratejisi belgesi doğrultusunda TBMM’de düzenleme yapmak. Demek ki ilk koşul anayasaya saygı, ikinci koşul TBMM'de düzenleme.
'BAŞKENT İLE TÜRKİYE'NİN EN BÜYÜK ŞEHRİ ARASINDA TAM BİR ÇELİŞKİ VAR'
Devlet Bahçeli'nin DEM Partililerle el sıkışmasıyla başlayan süreç devam ediyor ancak bugüne kadar hangi konular üzerinde uzlaşıldığı açıklanmadı. İmralı sürecini siz nasıl değerlendiriyorsunuz, bundan sonra nasıl bir yol izlenmeli?
Türkiye Cumhuriyeti, insan haklarına dayanan laik, demokratik bir hukuk devletidir. Tek hukuk sistemi var. Yasama, yürütme, yargı ve bütün idare, anayasanın üstün hükümlerine tabidir. Demek ki anayasanın üstünlüğü ve bağlayıcılığı ilkesi hem Ankara için geçerlidir hem de bütün Türkiye için geçerlidir. Ama Ankara ve İstanbul arasında, söylem ve işlemler bakımından derin ayrışma açıktır. Her ikisi anayasayı ihlalde buluşuyor. Çünkü Ankara diyor ki, "Meclis'e gel." Düne kadar “Sayın” dendiğinde hemen gözaltı kararı çıkartılan bir kişiye yönelik, 'Gel Meclis'e konuş' diyor. Anayasanın 11'nci Maddesine göre bu mümkün değil. Siz ancak bir düzenleme yaparsanız mümkün olur.
Öbür tarafta Edirne'de Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılma kararı var. “Hayır; sen hapiste duracaksın” diyorsunuz. Asıl büyük çelişki nedir? Ankara, "Biz terörden çok çektik. Türkiye barış sürecine girsin" diyor. Hepimizin arzusu bu. Peki siz bir yandan daha düne kadar 'binlerce kişinin katili' dediğiniz kişiye halılar seriyorsunuz ama öbür taraftan İstanbul Barosu Yönetim Kurulu üyesini on yıl önce telefon görüşmesi yapmış diye terörle iltisaklı görüyorsunuz ve hemen hapse koyuyorsunuz. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’e kadar giden geniş bir dalga var. Ankara ve İstanbul arasında derin bir uygulama farklılığı var. Aynı devletin aynı anayasanın geçerli olduğu başkent ve Türkiye'nin en büyük ili arasında eylem ve söylem bakımından tam bir çelişki var. Tam bir antagonizma var. Ankara'da, "Hadi gel burada konuş" söylemi nasıl Meclis’te görüşülmeden, yasal düzenleme yapılmadan anayasanın üstünlüğü ilkesiyle bağdaşmayan bir söylem ise, İstanbul'da her uyandığımız gün yeni bir operasyon dalgası olması aynı şekilde hukuk dışıdır. Türkiye'de eğer Kürt sorununu çözmek istiyorsanız, bu konuda samimiyseniz önce Türkiye genelinde geçerli olan hukukun asgari gereklerini yerine getirmeniz gerekir. Yoksa hiçbir zaman inandırıcı ve samimi olmazasınız.
'BARO ADETA BİR HUKUK AKADEMİSİNE DÖNÜŞTÜ, OPERASYONLARIN NEDENİ BU'
Baro Başkanı olarak 100. gününüz. Neler yaptınız bugüne kadar?
Yaptığımız çalışmalar, bize yöneltilen suçlamalar, yüz günün ne kadar dolu geçtiğini gösteriyor. Ruhsat törenleri düzenledik. Büyük CMK toplantıları yaptık. Kamuoyuna dönük toplantılar yaptık. Altyapı hizmetlerine dönük hizmetler yaptık. Yenidoğan çetesinden Narin Güran davasına kadar Türkiye genelinde görülmekte olan davalara el attık. İstanbul Barosu'nu adeta bir hukuk kliniğine, adeta bir hukuk akademisine dönüştürmek amacıyla çok önemli eğitim çalışmalarına başladık. Demokratikleşme süreci başlattık. Nedir bu? İstanbul Barosu'nda görev yapan otuzu aşkın komisyon ve merkezlerin yönetimlerini, atama yolundan seçim yoluna dönüştürdük. Bunlarla ilgili bütün yönetmelikleri gözden geçirdik. Türkiye'de üniversitelerin yerine getiremediği görevi İstanbul Barosu yerine getirecek. Biz hep hukuku etkili kılma mesajı verdik. Tüm bunlar İstanbul Barosu tarihinde ilk kez bu kadar büyük operasyonlar karşı karşıya kalmasına neden oldu. Çünkü ben yargı mensuplarını hukuka, anayasaya uymaları çağrısını sürekli yineledim. 23 Şubat'ta da “hukuk yoluyla demokrasinin” ne olduğunu İstanbul Barosu avukatları herkese gösterecek.