İbrahim Kahveci: Ekonomide reform dönemini geçtik, devrim gerekli
Kahveci, ekonomide radikal kararlar alma döneminin artık geldiğine inanıyor ve bunun dışındaki çabaları Türkiye’yi 80’li yıllara geri götürme girişimi olarak görüyor. En fazla vurgu yaptığı mesele ise katma değer meselesi. Kahveci’ye göre fason ve düşük katma değerli üretimden daha yüksek katma değerli ekonomik bir düzeye geçmediği taktirde Türkiye’nin hiçbir temel sorunu halledilemez.
Türkiye’de son üç yıldır daha belirgin şekilde hissedilen ekonomik kriz, giderek içinden çıkılmaz hale geliyor. Önce kur üzerinden TL. değersizleştirildi. Şimdi ise ekonomi içindeki dengeler bambaşka politikalarla sağlanmaya çalışılıyor. Siyasi iradenin arkasındaki mantaliteyi değiştirmeden birkaç üst düzey atamayla ekonominin yeniden dengeleneceği düşüncesi, halen iktidarın köklü reformlar yapmaktan ne kadar uzak olduğunun göstergesi aslında. Bütün bu meseleleri Karar gazetesi ekonomi yazarı İbrahim Kahveci’yle konuştuk.
TÜRKİYE’NİN SORUNU ÜRETMEK DEĞİL, KATMA DEĞERİ YÜKSEK ÜRETİM YAPABİLMEK
Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfü Elvan, ayağının tozuyla ilk resmi açıklamasını yaptı ve 2023 hedefi olarak yüzde 5’lik bir enflasyonu, ulaşılacak hedef olarak önüne koydu. Elvan’ın açıklamalarını neyin işareti olarak okumalı?
Açıklamada benim en çok dikkatimi çeken nokta, sürdürülebilir büyümeye yaptığı vurguydu. Ekonomide dengeler söz konusudur. Siz dış açığı dengelemek isterseniz içerideki üretimi hızlı bir şekilde artıracaksınız. Bu, içeride çok fazla tüketilen malların bizzat ekonomik aktörün kendisi tarafından üretilmesi demektir ki Türkiye örneğin enerjide çok fazla dışa bağımlı bir ülke, bu noktada istese de üretimi artıramaz, bunun dışında kalan ürünlerde üretim artırılmalı. Ancak bununla da yetinmemeli katma değeri de artırmak önemli. Türkiye’nin ürünün üretiminde çok fazla sorunu yok, sorun daha çok, katma değerden alınan payda. Örneğin Türkiye, Çin’den sonra buzdolabı üretiminde dünyada ikinci, ama bunun getirisinden fazla yararlanamıyor.
HAK ETMEDİĞİMİZ TÜKETİMLER YAPIYORUZ, CARİ AÇIK VERMEMİZİN NEDENİ BU
Fason üretim mi yapıyoruz daha çok?
Büyük oranda. Tekstilde, giyimde, beyaz eşyada, otomotivde ve birçok alanda düşük katma değerli ürünler üretiyoruz, marka oluşturamıyoruz. Sorunu sadece fason üretim olarak ortaya koymayalım, marka oluşturamadığımız için kg. başına satış fiyatlarımız çok düşük. CHP’nin üretimi ve üretimdeki kaliteyi artırmak için tasarladığı teknoloji liseleri adıyla çok önemli bir projesi vardı. Bu tür projelere ağırlık vererek bu sorunun üstesinden gelebiliriz. Türkiye yüzde 4.5 büyüme seviyelerinde dayanılmaz düzeyde cari açık veriyor. Bunu üretim ve katma değerle karşılayamazsanız yapacağınız şey içerde talebi kısmak ve ithalata bağlı tüketimi azaltmaktır. Kur seviyesi an itibarıyla 8 civarında olduğu halde hâlâ cari açık veriyoruz. Dolayısıyla hak etmediğimiz tüketimler yapıyoruz. Çünkü Türk toplumunda hak edilmeyen gelirler var. Hak edilmeyen gelirlerin hak edilir şekilde paylaşılması halinde kur seviyesinin yüksek olmasına rağmen bu cari açık da ortadan kalkar.
TÜRKİYE SAĞLIKLI EKONOMİ POLİTİKALARI TAKİP EDERSE CARİ AÇIKSIZ YÜZDE 10-12’LİK BÜYÜMEYİ YAKALAYABİLİR
Hak edilmeyen gelirler üzerinde duralım biraz isterseniz….
Özellikle rant vergisi ve geliri çok önemlidir. Bir de kamu ihaleleri var, büyük alanlarda iş vermesi kamunun bir kaynak aktarımıdır. O yüzden kamu ihale yasası çok önemlidir. Kamu, adil ve eşit şekilde serveti dağıtmalıdır. Bunu kamu yapmadığı zaman çalışanın alın teri üzerinden yüksek vergi alırsınız, bunu rantiyer ve çalışmayan kesimlere aktarırsınız, kur isterse 8 TL. değil 80 TL. olsun, yine cari açık verirsiniz. Ortada rekabetçi kur diye bir şey kalmaz. Şayet bunu faiz artırımıyla dengelemeye kalkarsanız bu kez de içerde bütçede açık verirsiniz çünkü yüksek faiz vergi gelirlerini düşürür, işsizliği artırır, tüketimi düşürür. Bütün bu sarmal size bir tercih sunuyor. Lütfü Elvan büyümeden bahsediyor ama öncelikle fiyat istikrarı, finansal istikrar, kur istikrarı ve faiz istikrarı gerekiyor. Şu anda öncelik bu. Altını çizerek söylüyorum Türkiye’nin temel sorunu, bu tür büyüme dengelerini finansal enstrümanlarla yapmak zorunda kalması. Türkiye cari açıksız yüzde 8-9’luk hatta yüzde 10’luk büyümeleri yakalayabilirdi ama beceremedi, böyle bir modeli hiçbir siyasi parti önermedi, bir hedef olarak ortaya koymadı. Türkiye orta yaş sınıfında, fırsat ülkesi, dinamik bir nüfusa sahip, birçok bilim buluşuna imza atan bir ülke. Buna rağmen istenen cari açıksız çift haneli büyümeleri yakalayamıyor.
Bunun nedeni tamamen teknik anlamda ekonomi yönetiminin iyi olmaması mı yoksa siyasi irade eksikliği mi?
Bu uzun vadeli bir planlama gerektiriyor; Türkiye’de reform diyorlar. Türkiye ekonomide reformlar dönemini geçti -size manşet veriyorum- Türkiye ekonomide devrimler yapmak zorunda.
EMEKLİLİĞİ CAYDIRICI VE ÇALIŞMAYI TEŞVİK EDİCİ KARARLAR ALINMAK ZORUNDA
Ne tür radikal kararlar alması lazım örneğin?
Bir örnek vereceğim. Şu an Türkiye’de 14 milyona yakın kişi emeklilik maaşı almaya başladı. Merkezi yönetimin vergi gelirlerinin yüzde 90’ı kamu personel maaşı ve emeklilikten doğan SGK açığına gidiyor. Bunu 1 yılda düşüremezsiniz ancak 3-4 yılda düşürmeniz mümkün. Emekliliği caydırıcı ve çalışmayı teşvik edici önlemler alınabilir. Mevcut düzeni değiştirecek en önemli unsur vergi düzenini değiştirmektir.
ORTALAMA ÜCRETLE ASGARİ ÜCRET BİRBİRİNE ÇOK YAKLAŞTI, HERKES ASGARİ ÜCRETLİ OLDU, OKUMANIN BİR DEĞERİ KALMADI
Emeklilik yaşını yukarıya çekmeden de önce yolsuzluk ve israfa bir son vermek mevcut açıkların kapatılmasında daha etkili bir yol yol olmaz mı? Hele hele Türkiye’nin gelir dağılımı eşitsizliğinde dünyanın Hindistan’dan sonra ikinci ülkesi olduğunu göz önüne alırsak mevcut bütçe açıklarını emekli ve düşük gelirlilerden kapatmaya çalışmak ne kadar doğru?
O gelir dağılımıyla ilgili bir durum, ayrı bir konu. Şu an çalışan da, emekli de kaybediyor. Şimdi 50-53 yaş arası emekli oluyorsunuz ölene kadar sürünüyorsunuz. Aldığınız maaşın yarısından fazlasını da devlete ödüyorsunuz. Bu programlar bir bütündür. Çalışanların üzerinden vergi yükünü azaltacaksınız. İnsanların tasarruflarıyla 10 yıl içerisinde bir araba ve evi rahatlıkla alabilmesi lazım. Bırakın bunu, tasarruf yapma imkânınız yok. Çünkü maaş üzerindeki vergi çok yüksek, maaşın artmaması için kamu elinden ne gelirse yapıyor. Ama bir taraftan hep asgari ücret artırıyor. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin sorunu, ortalama ücretin asgari ücrete çok yakın olmasıdır. 2009’da çalışan 4-A’lı sayısı 9 milyonken 10 senede 14 milyona çıkmış. Aldıkları brüt ücret de 131 milyardan 720 milyara çıkmış. 2009’da asgari ücretle ortalama ücret arasındaki fark yüzde 43 iken on yılda bu yüzde 39’a düşmüş. Artık neredeyse herkes asgari ücretli oluyor, okumanın bir değeri kalmadı. Türkiye’nin sorunu asgari ücret değil, ortalama ücrettir. Zaten kamunun kaynak verimsizliği ve israfı Türkiye’yi felakete götürüyor. ABD ve AB, birilerinin deyimiyle imana gelip Türkiye’ye 200 milyar dolar hibe etse mevcut siyasi anlayışla o para da çarçur edilir.
İLAHİ TEMELLİ EĞİTİM SİSTEMİYLE İNSANLAR YAŞAMAYA DEĞİL ÖLÜME HAZIRLANIYOR
Albayrak bakanlıktan alınmadan önce kendisi ve çevresinin ileri sürdüğü, Türk Lirası'nın değerini düşürüp Türkiye’yi ithalat cenneti olmaktan çıkararak ihracat ülkesi haline getirmek gibi bir argüman vardı. Bu argümanın ciddiye alınır bir tarafı var mı sizce?
Şimdi bir binaya giriyorsunuz, binaya normalde zemin kattan girilir öyle değil mi? Üst kata çıkmak için merdivenleri kullanırsınız. Biz ise ekonomide 4. kata gelmişiz tekrar 2. kata çıkalım diyoruz. Biz düşük TL. kuru üzerinden kalkınma stratejisi geliştirdiğimiz yılları çoktan geçtik. Bu yöntemi 80’li yıllarda arkamızda bıraktık. Bu kafa bizi Bangladeş, yani Batılı ülkelerin ucuz pazarı yapmak isteyen kafadır. Siz ilahi eğitimi sistemine döndüğünüzde otomatik olarak insanları yaşamaya değil ölüm anına hazırlıyorsunuz bu şekilde. Öte yandan işin komik tarafı düşük TL. kuruyla ihracat artmak bir yana azaldı, tersine ithalat arttı. Bu argümanı ileri sürenler hiç rakamlara bakıyorlar mı acaba? Türkiye olarak bizim üretimde kullandığımız malzemenin yüzde 70’i ithal aramaldır ve dolar kuru arttığında sizin girdilerdeki maliyetiniz de artıyor. Dolar kurundaki artış ya da değersiz TL, bütün maliyetleri yükseltirken bir tek alın terinin maliyetini artırmıyor, düşük gelir gruplarının gelirini artırmıyor. İnsan emeğini ve ülkenin varlıklarını sudan ucuz hale getirip peşkeş çekelim zihniyetidir bu. Bu felaket bir şey.
EĞİTİMDEKİ KALİTESİZLİK OKUYAN ÖĞRENCİLERİN DURUMUNU ZORLAŞTIRIYOR
15-65 yaş arası çalışabilecek nüfusun yarısı çalışmıyor. Bu nüfusu nasıl işgücüne katabiliriz, biraz da bunun üzerine konuşalım isterseniz.
Aslında ne okuyan ne çalışan kesim okuyan gençlerden daha şanslı. Asıl okuyan gençlerin üzerine eğilmek lazım. Ne okuyan ne çalışan gençlerin bir kısmı tarımda, bir kısmı çıraklıkta şurada burada bir şekilde istihdam ediliyor, sadece resmi olarak kayıt altında değiller, kalan bir kısmının da başıboş olması mümkün. Onlar kendi geleceklerine dair demek ki bir kaygı taşımıyorlar. Ama eğitimi süren gençlerin hiç şansı yok, kasabada kurulmuş vasıfsız üniversitelerden mezun olan gençlerin diplomalarının bir geçerliliği yok. Öncelikle buna eğilinmesi ve eğitimin kalitesinin yükseltilmesi gerekiyor.
EKONOMİ SOĞUTULDUĞUNDA MİLYONLARCA İŞSİZ VAR, ACI REÇETE ONLARI VURACAK
Biraz da Erdoğan’ın bahsettiği acı reçete meselesine geçelim isterseniz. Eskisi gibi ucuz kredi bulma dönemini geride bıraktık, faizler arttı ve önümüzdeki dönemde daha da artacak. Bir taraftan da salgında çember daralıyor, bu kış oldukça zor geçecek ve korona belki bir kez daha ekonomiyi vuracak. Bunca faktör üst üste geldiğinde çalışan kesimleri, düşük gelir gruplarını acımasız bir dönemin beklediğini söylemek çok mu abartılı olur?
Acı reçete demek, yani kur arttı içerde dengeler bozuldu biz fiyat istikrarını sağlamaya çalışacağız, dolayısıyla faiz artıracağız, iç tüketimi kısacağız demektir bu. İyi de zaten 45 milyon insan işsiz. İnsanlar sıkıntılarını geçtiğimiz dönemde imkân varken ucuz krediyle atlatmaya çalışıyordu, şimdi bunun önünü kapattık. İkincisi ekonomiyi yavaşlattığında geniş tanımda yüzde 30 işsizlik var ve bu dayanılacak bir şey değil. Ekonomiyi soğuttuğumuzda yeni işsizler var buna nasıl dayanacağız? Öte taraftan işsizlik bu kadar yüksek ama otomotiv stokları sıfırlanmış vaziyette ve sıfır arabalar yok satıyor. Bu nereden geliyor? Bunun nedeni biraz önce bahsettiğimiz gelir dağılımı eşitsizliği. Bir taraf sürünüyor bir taraf sefa içerisinde. Berat Albayrak’ın istifası sürecinde 5.5 milyar TL’lik döviz satın alınmış. Bunlar artan tasarruflardan alınmış dövizler değil. Yarısına yakını mevduatlardaki TL. bozdurularak alınmış. Ekim ve kasım aylarında özel sektörün dış borç ödemesi var, döviz gerekiyor, ama döviz bulmakta sıkıntı var.
SOSYAL BİR DEVLETE VE ADİL GELİR DAĞILIMINA DAYALI BİR EKONOMİK MODELE İHTİYAÇ VAR
Peki hükümet, son yaptığı atamalarla sanki ekonominin yönetiminde daha liyakat eksenli bir atama politikası takip edecekmiş ve piyasa dostu politikalar izleyecekmiş gibi bir izlenim verdi. Gerçekten Erdoğan bundan sonra piyasalara müdahale etmekten vazgeçer mi?
Buna yanıtım şu; can çıkar huy çıkmaz. Piyasaya müdahale etmeyecekmiş, piyasa dostu bir politika izleyecekmiş gibi konuşması son derece normal çünkü böyle konuşmak zorunda.
Son olarak şunu sormak istiyorum, piyasaya ekonomisinin kurallarının dört dörtlük uygulayan ülkelerde de kapitalizmin krizleri bitmiyor. Dolayısıyla daha adil ve yaşanabilir bir dünya için kapitalizm dışında nasıl bir ekonomik model öngörüyorsunuz?
20. yy’nin başında gelir dağılımı bozulup buhran ortaya çıkmaya başlayınca Batılı ülkeler Keynesyen modeli ortaya attı ve kamusal müdahaleyle ekonomik sorunların üstesinden gelinmesi fikri hâkim oldu. Bunun temelinde ise aslında gelir dağılımındaki adaletsizliği düzelten politikalar yatıyordu. O dönemde AB ve ABD’de maaşla çalışan bir işçi, 10-15 yıl gibi bir sürede ev araba alabiliyordu. Ancak bu kez gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesinin servet oluşumuna engel olduğunu gördüler ve yeniden o liberal ekonomiye döndüler. Kamu şu an, özel sektörün yanı sıra doğrudan yatırım da yapabilir. Ama verimli olması şartıyla. Güney Kore modelinde olduğu gibi özel sektörle birlikte yapabilir. Sosyal demokrat bir ekonomik model izlenebilir ama işçiyi sömüren mevcut sendika düzeninin de değişmesi gerekiyor.
İBRAHİM KAHVECİ KİMDİR?
İktisatçı, gazeteci yazar. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi mezunu. Sermaye piyasalarında uzun süre araştırmacı olarak çalıştı. Bu arada görüş ve makaleleri değişik yayın gruplarında yer aldı.
İlk günlük yazılarına Yeni Şafak Gazetesinde başladı; sonrasında ise Star Gazetesi ve Türkiye Gazetesinde köşe yazıları yazdı, ekonomi şefliği yaptı.
Şimdi ise kuruluşundan bu yana Karar Gazetesi ekonomi şefliği ve ekonomi yazarlığına devam ediyor.
İslam Özkan Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.
İran-Azerbaycan-İsrail üçgeninde kompleks ilişkiler 07 Ekim 2021
Ahmet Örs: Modern dönemde hayattan kopan eğitim verimsizleşti 02 Ekim 2021
ABD’nin Afganistan’daki fiyaskosunun sırrı 01 Ekim 2021
'Diyanetin sahaya sürülmesi, AK Parti'deki erimeyi durdurmaz' 25 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI