İbrahim Sediyani: Kadına saygı olmadan aydınlanma olmaz
En son “Kadın Peygamberler” adlı, alanında en geniş çaplı esere imzasını atan İbrahim Sediyani, İslam dünyasının geri kalmışlığının en temel nedeni olarak kadını ihmal etmesi ve kadın karşıtı bir tutum takınması olduğu düşüncesinde. Sediyani ayrıca Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed’i kadınların yetiştirdiği, onları böylesine ahlak abidesi haline getirdiği düşüncesinde. Ayrıntılar söyleşimizde.
Herhangi bir dine inansın ya da inanmasın; tarihçiler peygamberlerin tarihsel misyona sahip olduğu ve toplumların dönüşümlerinde önemli roller aldıkları üzerinde hemfikirdir. Peki toplumları dönüştüren bu kurum içerisinde kadınların olmadığını söyleyen ortodoksinin söylediklerini sorgulamadan kabul mü etmeliyiz? Bu soruya “hayır” yanıtını veren İbrahim Sediyani ile yeni çıkan “Kadın Peygamberler” kitabı üzerine konuştuk.
BU KİTABIMLA KENDİMİ AŞTIM, KENDİ GÖLGEMİN ÜSTÜNDEN ATLADIM
Kadın peygamberlere ilişkin çalışma yapma ve bu konuyla ilgili kitap yazma arzusu sizde nasıl hasıl oldu? Neden böyle bir çalışma yapma ihtiyacı hissettiniz?
Henüz 19 yaşındayken elime kalem alıp yazarlığa başladığım günden beri benim temel ilkem, kimsenin bilmediği, görmediği şeyler yazmak, kimsenin düşünemediği konulara el atmak. Bir çalışma ortaya koyduğumda, bir eser kaleme aldığımda, bu mutlaka bir ilk olmalı. Daha önce aynısının veya benzerinin ortaya konulmamış olması gerekiyor. Benim eserim, bu alanda ilk eser olma özelliğini taşımalı.
Türkiye’de isimleri değiştirilen köylerin eski Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Ermenice, Rumca ve Arapça isimlerini biraraya toplayan “Adını Arayan Coğrafya” adlı eser, 34 ülkeyi gezerek kaleme aldığım “Seyahatname”, üç ayrı dilde (Türkçe, Kürtçe, Almanca) kaleme aldığım şiir kitabım “Gülistan”, Kürtçe edebiyatın ilk çizgi çocuk kahramanı olan cici kız “Guldexwin”, Frizler ve Frizya hakkında Türkçe yazılmış ve Türkiye’de yayınlanmış ilk kitap olan “Frizya ve Günümüzde Frizler” ve son olarak “Kadın Peygamberler” adlı çalışmam, hepsi alanında bir ilki oluşturmaktadır. Özellikle son eserim olan 3 ciltlik ve 1019 sayfalık “Kadın Peygamberler” adlı çalışmam, kendi içimde bir devrimdir, kendimi de aştığım bir çabam olmuştur, yani kendi gölgemin üstünden atlamayı başardım.
Kadın peygamberler konusu ilginç ve öteden beri ilgimi çeken bir konu. Bunu şiirlerimde sıklıkla dile getiriyordum, kadın peygamberlere vurgu yapıyordum. Şiirlerimi okuyanlar, “Kadın peygamberler var mı?” diye sorarlardı bana. Ben de, “Evet var ve yakında bu konuda bir çalışma yapmayı tasarlıyorum” derdim. Sonunda Allah nasip etti ve bu konuda çalışmamı tamamlayıp yayınlayabildim. Allah’a ne kadar şükretsem azdır.
AYDINLANMA ANCAK KADINA SAYGIYLA MÜMKÜN
Kitabınızda “aydınlanma” ile kadına saygı ve kadını onurlandırma konularının birbiriyle bağlantısına değiniyorsunuz. Bunu biraz açar mısınız?
“Aydınlanma” ile kadına saygı ve kadını onurlandırma konularının birbiriyle direkt bağlantısı vardır. Kitabımda da belirttiğim gibi; İslam dünyasının bugünkü geri kalmışlıktan kurtulması ve yeniden canlanması için en başta gerekli olan şey, Aydınlanmadır. Aydınlanma için de en başta öğrenmesi gereken şey, kadına saygıdır. Bu konuda İslam dünyasının atacağı ve atması elzem ilk büyük adım, kadın peygamberlerin varlığını kabul etmektir.
İnsan denen canlı türünün bu dünyada sahip olabileceği en yüksek makam olan “peygamberlik” makamına kadınları da layık görmek, İslam dünyasında kadınlara yönelik menfi tavırların, kadını “düşük insan” veya “yarım akıllı” gören bağnaz zihniyetin, kadınlara yönelik negatif ayrımcılığın, kadına yönelik şiddet ve baskının önünü kesecektir.
İşte o zaman Müslüman kadınlar ve dünyanın bütün kadınları, hak ettikleri saygı ve itibara kavuşacak, toplumun diğer yarısı olan erkek kardeşleri ile birlikte eşit yurttaşlar olarak yaşayacaktır. İşte o zaman insanların cinsiyetlerine, ırklarına, etnik kökenlerine, sosyal statülerine göre değil, insanların yalnızca âmellerine göre, ortaya koydukları çalışma ve toplumsal hayata katkılarına göre bir toplumsal hayat neşv û nema bulacaktır.
Tanrı’nın bizden istediği de budur zaten. “Üstünlük ancak takvâ iledir, sadece âmellere göredir.” Cinsiyete veya ırka göre değil.
KURAN’I ANLAMANIN YOLU TEVRAT, İNCİL VE AVESTA’YI OKUMAKTAN GEÇER
Araştırmanızda dikkat çeken bir boyut da, kadın peygamberler meselesi başta olmak üzere birçok farklı konuyu farklı dinlerin perspektifinden ele almaya çalışmak. Ancak bu, kolay bir yöntem değil ve belirli bir metodolojiye sahip olmayı gerektirir. Kendinize ait bir metodoloji oluşturabildiniz mi?
Hiçbir dîn, sadece o dînin metinleri okunarak anlaşılmaz. Sadece o dîne ait kaynaklara bağlı kaldığınızda, o dîni gerçek anlamda öğrenmiş olamazsınız. Size verilmek istenen neyse, onu alırsınız yalnızca. Aynı şey İslam için de geçerli. Sadece Kur’ân-ı Kerîm’i, hadisleri ve İslam âlimlerinin eserlerini okuyarak İslam’ı öğrenemezsiniz.
Kur’ân’ı doğru anlamanın yolu İncil’i, Tevrat’ı hatta Avesta’yı okumaktan geçer. Hele hele konu peygamberlerin yaşamı, verdikleri mücadele ise, tam ve doğru anlayabilmek için hepsini birden okumak gerekiyor. Tek taraflı beslenmemek gerekiyor.
Peygamberler konusu, peygamberlerin yaşamları ve mücadeleleri, genelde Yahudîler tarafından Musevîlik inancı ve kaynakları (Tevrat, Talmud, Midraşlar vs) ışığında, Hristiyanlar tarafından Hristiyanlık inancı ve kaynakları (Kanonik İnciller, apokrif İnciller, kilise kayıtları vs.) ışığında, Müslümanlar tarafından da İslam inancı ve kaynakları (Kur’ân-ı Kerîm, hadis kaynakları, İslam âlimlerinin ve müfessirlerinin eserleri vs.) ışığında kaleme alınmıştır ve kendi toplumlarına bu şekilde sunulmuştur, bu haliyle anlatılmıştır.
Bizim 3 ciltlik “Kadın Peygamberler”de ise “objektiflik” konusunda çıtayı yukarılara çıkartarak yalnızca üç semavî dînin (Musevîlik, Hristiyanlık, İslamiyet) dînî metinleri ile sınırlı kalmayıp, Zerdüştîlik Bahaîlik, Maniheizm, Ézidîlik, Etiyopya Tevhidî Kilisesi, Hinduizm, Budizm, Şintoizm, bütün bu dînlere ait metinleri de kaynak olarak almış, hatta bütün dînlerin kutsal metinlerini esas almakla da yetinmemiş, bilimi (Arkeoloji, nesnel tarih) ve arkeolojik bulguları da kaynak olarak almış, ayrıca antik uygarlıklara ait yazıtlarını da araştırıp inceleyerek bu eser ortaya konmuştur.
Hz. İsa (as) birçok mucize gerçekleştirdi. Gölün üzerinde nasıl yürüyebildiği, bunu nasıl başardığı kendisine sorulduğunda, havarilerine şöyle cevap vermişti: “Ben herhangi bir doğaüstü güce sahip değilim. Sizden tek farkım, Allah dilerse bunu başarabileceğime kesin olarak inanmam. Eğer siz de kalbinizde hiçbir şüphe duymadan inanırsanız, Allah’ın dilemesi halinde her şeyin mümkün olduğuna şeksiz şüphesiz imân ederseniz, aynısını siz de yapabilirsiniz.” İncil’de geçer bu.
Kendime ait bir metodolojim vardır, evet. Sadece kitap yazarken değil, hayattaki bütün çalışmalarımda bu metodolojiye göre hareket ediyorum: Ben Tanrı’ya inanıyorum ve imân ettiğim Tanrı’nın yardım etmesi halinde her şeyi başarabileceğime inanıyorum. Buna inandığım için, girdiğim hiçbir çabada başarısız olmadım.
Hz. Sara (as) annemizin gerçekleştirdiği devrime bakıyorum. Hz. Yoxebed (as)’in, Hz. Asiye (as)’nin yaptıklarına bakıyorum. Hz. Deborah (as)’ın, Hz. Esther (as)’in, Hz. Meryem (as)’in başardıklarına bakıyorum. Onlar bunları başardıklarına göre, biz niye başarılı olmayalım ki?
ARAŞTIRMALARIM SIRASINDA KUTSAL METİNLERLE TARİHSEL GERÇEKLER ARASINDAKİ ÇELİŞKİLERİN ÜSTESİNDEN GELMEYE ÇALIŞTIM
Herhangi bir meseleyi farklı dînlerin perspektifinden ele almak demek, aynı zamanda bu dînlerin varlığa ve kozmolojiye dair yaklaşımlarının meşrûiyeti meselesini de gündeme getiriyor. Tabiî hiç bu konuya girmeden de meseleyi ele almak mümkün ama bu kez de farklı bakış açıları arasındaki çelişki ya da karşıtlıkları törpüleme sorunu ortaya çıkıyor. Bu zorluğu nasıl aşacağız peki?
Dîn ve peygamberler konusunu bütün dînlerin ve ayrıca bilimin kaynakları ışığında objektif biçimde ele almaya çalışan bizim gibi araştırmacıların karşı karşıya kaldığı en büyük sorunlardan biri bu. Aynı konu hakkında, hem dîn ile bilimin anlattıkları birbirinden tamamen farklı olduğu gibi, farklı dînlerin anlatımları arasında da çelişkiler mevcut. Hatta bazen, aynı dîn veya kutsal kitabın kendi içinde bile çelişki göze çarpabiliyor.
“Kadın Peygamberler” çalışmasını yaparken bu durumla çok karşılaştım. Ama mümkün olduğunca objektif kalmaya çalıştım. Dînlerin ve kutsal kitapların veyahut da dînin ve bilimin aynı konu hakkındaki anlatımları farklılık arz ettiğinde ve birbiriyle çeliştiğinde, sadece olguları ve bulguları okuyucuya sunmakla yetindim ve herhangi bir yorumda bulunmadım, kendi subjektif düşüncelerimi katmadım. Yorumu okuyucuya bıraktım.
İBRAHİM’İ YETİŞTİREN SARA, MUSA’YI YETİŞTİREN ASİYE, İSA’YI YETİŞTİREN MERYEM VE MUHAMMED’İ YETİŞTİREN HATİCE’DİR
Kadın peygamberlerin ötesinde kadının Kur’an ve eski Müslüman toplumlardaki konumuna ilişkin ne düşünüyorsunuz? Kur’an-ı Kerîm ve diğer semavi dinlerin kutsal kitapları, kadınla erkek arasındaki eşitliğe vurgu yapmasına rağmen Müslüman toplumlarda kadının konumuyla ilgili sorunların kaynağı nedir sizce?
Ataerkil zihniyet ve erkek egemen anlayış, insanlık için bir felâkettir. Dünyadaki bütün kötülüklerin ana kaynağıdır. Irkçılığın kaynağı budur. Milliyetçiliğin, kavmiyetçiliğin kaynağı budur. Adaletsizliğin kaynağı budur.
Dînler ve dînler tarihi, ataerkil bir zihniyetle ve erkek egemen bakış açısıyla yazılmış ve günümüze gelmiştir. Dînlerin ilk çıkış noktaları böyle olmamış olsa bile, sonradan insanlar ve devletler eliyle ataerkil bir hüviyete büründürülmüş, erkek egemen bir şekle sokulmuştur. Bunun sonucu olarak da “dîn” dediğimiz bu büyük “devrim”in asıl mimarları -ki kadındırlar- gölgede ve ikinci planda bırakılmış, yerine bizzat onlar eliyle yetiştirilen ve eğitilen erkek karakterler ön plana ve “başrol” konumuna çıkartılmıştır.
İktidar eliyle ve kurumsal erk(ek) gücüyle yazılmış olduklarından, bu büyük “devrim”in asıl mimarları olan kadınlar ikinci plana atılmış, gölgede bırakılmıştır. Oysa hakikat şudur ki, İbrahim’i yetiştiren Hz. Sara (as)’dır. Musa’yı yetiştiren Hz. Asiye (Taduxepa; Nefertiti) (as)’dir. İsa’yı yetiştiren Hz. Meryem (as)’dir. Muhammed’i yetiştiren de Hz. Hatice (as) annemizdir. Bu devrim kadınların devrimidir.
Bir toplumda kadının yüceltilmesi, kadınlara hak ettikleri saygının gösterilmesi, o toplum için bir erdemdir, medeniyet belirtisidir. Toplumun kadın liderler tarafından yönetilmesi de Müslümanların zannettiği gibi toplum için felâket değildir, onların helakına sebep olacak bir durum hiç değildir. Allah hiçbir toplumu başlarına lider olarak bir kadını seçtiler diye helak etmemiştir. Böyle bir anlatı, kutsal kitapların hiçbirinde yoktur. Ne Tevrat’ta vardır, ne İncil’de, ne Kur’ân’da. Bunlar günümüz televizyon “âlim”lerinin, cami hocalarının, cemaat abilerinin yazdıkları kutsal kitaplarda yer alan saçmalıklardır. Anaerkil yönetim, bilakis insanlık için bir kurtuluştur. Kadın egemen yönetim anlayışı, bir erdemdir, uygarlaşma göstergesidir.
ARAŞTIRMAMDA BİLİMSEL AHLAKA BAĞLI KALMAYA ÇALIŞTIM
Adem ve Havva’nın yaratılışıyla ilgili Tevrat’ta ve Kur’an’da belirli farklılıklar var. Buradan hareketle kadın ve erkeğe bakış noktasında Kutsal Kitap ve Kur’an arasındaki benzerlik ve farklara ilişkin neler söylenebilir?
Sadece Hz. Âdem (as) ile Hz. Havva (as) değil, hemen her konuda ve tüm peygamberler ile ilgili Tevrat, İncil ve Kur’ân arasında farklılıklar hatta çelişkiler vardır. Bunları anlatmaya kalksam röportajın hacmi yetmez, ama kitabımda hepsini anlattım.
Benim amacım, ele aldığım ve üzerinde çalıştığım konuda Yahudî, Hristiyan ve İslamî kaynakları tarayıp okurlarımla paylaşmak ve bunlar üzerinde tahlil ve tefekkür ederek nesnel bir yapıt ortaya koymaktır.
Bunları yaparken de, çalışmamın başından sonuna riayet ettiğim disipline ve “bilimsel ahlâka” bağlı kaldım, aktardığım her “bilgi” ve “olgu”yu dînî ve ilmî kaynaklarıyla birlikte ortaya dökerek okurlarımın istifadesine sundum.
Amacım tamamen “bilimsellik”tir; “doğru bilgi”dir, “gerçek”tir. Arayışım budur. Dînler ve inançlar hakkında ne herhangi bir yorumda bulunuyorum, ne de amacım bunların mensuplarını güç durumda bırakmaktır. İsteyen istediği şeye inanır, herkes özgürdür.
MİTOLOJİ VE DİN FARKLI MECRALARDA AKAN SULAR DEĞİL, AYNI MECRADA AKAN VE BİRBİRİNİ BESLEYEN NEHİRLERDİR
Öyle görünüyor ki çalışmayla ilgili Tevrat, İncil, Kur’an gibi kutsal kitaplar üzerine epey bir odaklanmışsınız. Peki, mitolojiyle dîn dilinin benzerlikleri ve ayrıldıkları noktalar üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Dîn dili ile mitoloji dilini ayrı kategorilere sokmuyorum zaten. Hiçbir bilim insanı yapmaz bunu. Onu yalnızca dînî otoriteler yapar. Kimseyi incitmek istemem ama, dîn ile mitoloji arasındaki tek fark, kronolojidir aslında. Yani mitoloji biraz daha eski bir zamana aittir, hepsi bu.
Mitoloji ve dîn, farklı mecralarda akan sular değil, aynı mecrada akan hatta birbirini besleyen, birbirinin devamı olan nehirlerdir. İslam Musevîlik’ten, Musevîlik Eski Mısır Dîni’nden, o da Mezopotamya’daki Mitanni Kürt Uygarlığı’ndan, o da Sümer Uygarlığı’ndan beslenmiştir. Kavramlar, kelimeler hiçbir zaman ölmemiş, yok olmamış ve onların eksistansiyalize ettiği inançlar, inanışlar zamandan zamana şekil değiştirerek ve coğrafyadan coğrafyaya dolaşarak günümüze kadar gelmiştir.
Kutsal kitaplar zaten bunu yadsımaz, aksine bu gerçeği bizzat dile getirirler. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm açık bir biçimde belirtir bunu.
TAM BİR KADIN-ERKEK EŞİTLİĞİNİ ÖNGÖREN DİNLER ŞAMANİZM, TAOCULUK VE ZERDÜŞTLÜK'TÜR
Peygamberlik meselesi de dahil olmak üzere semavî dînlerin dışında kalan dînlerin kadının konumuna ilişkin yaklaşımlarına dair bir karşılaştırma yaptığımızda karşımıza nasıl bir tablo çıkıyor?
Üzülerek söylemem gerekiyor ki, karşımıza pek de iç açıcı bir tablo çıkmıyor. Az önce de değindiğim gibi, Musevîlik’te Tevrat’taki bazı bölümler, Hristiyanlık’ta Kilise’nin öğretileri, İslam’da hadis kaynaklarında geçen kimi ifadeler, kadın düşmanlığıyla doludur.
Aynı durum bu üç dînin dışındaki dînlerde de var. Bu üç semavî dînin dışında kalan diğer dînlerde de durum hiç de öyle parlak değil.
Sadece Kürtler arasında yaşayan bir dîn olan Ézidîlik inancına göre, Allah insanı erkek ve kadın olarak yarattıktan sonra, her ikisi de rûhlarını ve düşüncelerini bir küpe doldururlar ve ağızlarını kapatırlar. 40 gün sonra erkeğin küpünden akıl ve bilgelik, kadının küpünden de akrepler ve yılanlar çıkar. (Mushafa Reş, Yaratılış)
Hinduizm inancına göre, “24-30 yaş arasındaki erkekler, 8-12 yaş arası kızlarla evlenmelidirler.” (Manusmriti Trinşa, 9:93)
Yine Hindu geleneğine göre kadın sadece ev işleri, ibadet ve kocasının cinsel arzularını karşılamakla yükümlüdür.
Reenkarnasyon inancının olduğu Budizm şöyle buyurur: “Başarısız erkekler, bir sonraki hayatlarında kadın olurlar.” (Viyana Yazmaları)
Budizm geleneğinde kadın keşişlerin konumu erkek keşişlerle hiçbir zaman denk olmamıştır. Özellikle kadın keşişlerin erkek keşişlere boyun eğmesi gerekmektedir. Erkek keşişlerin eleştirilmesi, onlara kadın keşişler tarafından ders verilmesi kesinlikle yasaklanmıştır. Böylece büyük bir erkek üstünlüğünün varlığı söz konusudur.
Yine reenkarnasyon inancının olduğu Jainizm dînine göre de, “Kadın erkeğin kölesidir; bu Tanrı’nın buyruğudur. Kadın erkek olarak tekrar doğana kadar özgürlüğüne ulaşamaz.” (Digambara)
Fakat buna karşılık, kadının değersizleştirilmediği ve aşağılanmadığı dînler de vardır. Örneğin; semavî bir dîn olan Zerdüştîlik inancında ve semavî olmayan Şamanizm ve Taoizm gibi inançlarda tam bir kadın-erkek eşitliğinin olduğunu görmekteyiz.
Bizler, 3 ciltlik ve 1019 sayfalık “Kadın Peygamberler” adlı çalışmamızla, kadını değersizleştiren, aşağılayan anlayışları yıkmaya, kadına hak ettiği değeri yeniden kazandırmaya ve kadın-erkek eşitliğini yeniden gerçekleştirmeye çalışıyoruz.
İbrahim Sediyani kimdir?
Elazığ ilinin Karakoçan ilçesine bağlı Okçular (Oxçîyan) köyünün Gelincik (Sédiyan) mezrâsında 12 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak doğdu. Şiir kaleme alan; edebiyat, düşünce, seyahat alanlarında yazılar yazan Sediyani, aynı zamanda doğa ve çevre ile hayvan hakları konularında aktivizmiyle de biliniyor. Almanya’da yaşıyor, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı, Kürt. Bekâr, iki çocuk babası. Yayınlanmış 9 kitabı, tamamlanmış 12 cilt seyahatnamesi ve yarattığı bir çizgi karakter var. Kendisine ait Sediyani Haber (www.sediyani.com) adlı sitesi var ve tüm çalışmalarını orada yayınlıyor.
İslam Özkan Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nden mezun oldu. Gazeteciliğe Selam gazetesinde başladı. Bir dönem kitap yayıncılığı alanında faaliyet gösterdi. Ardından Filistinhaber, Time Türk, Dünya Bülteni, Birleşik Basın gibi internet sitelerinde editörlük, TRT Arapça, Kanal On4, Kudüs TV gibi televizyonlarda haber müdürlüğü ve TV 5'te program moderatörlüğü, bazı Arap televizyon kanallarının Türkiye temsilciliğini yaptı. Halen Marmara Üniversitesi Ortadoğu ve İslam Ülkeleri Araştırmaları Enstitüsü Ortadoğu Sosyoloji ve Antropolojisi'nde doktora eğitimini sürdürmektedir.
İran-Azerbaycan-İsrail üçgeninde kompleks ilişkiler 07 Ekim 2021
Ahmet Örs: Modern dönemde hayattan kopan eğitim verimsizleşti 02 Ekim 2021
ABD’nin Afganistan’daki fiyaskosunun sırrı 01 Ekim 2021
'Diyanetin sahaya sürülmesi, AK Parti'deki erimeyi durdurmaz' 25 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI