İç Kırklareli’ni gördünüz mü be ya?
“Kırklarelili olmak, Kırklareli’ni övmek değildir fakat Kırklareli’ni övmek var ya işte bu Kırklarelili olmaktır.” Her ne kadar şehir kültürü ve şivesine kendimi yakın hissetsem de Kırklarelili değilim ama “mutlu insanlar kenti”ni görmekle övünebilirim!
Öncelikle Kırklareli’den, Kırklarelilerden özür dilemek istiyorum. Geçen hafta yazdığım yazıda, Sinop’un “Türkiye’nin en kuzey ucu” olduğuna vurgu yaparak, ben de koskoca ülkenin koskoca resmî kurumlarının yalancısı olmuşum. Kırklareli’nin Kofçaz ilçesi Ahlatlı köyünün 2,3 kilometre kuzeyindeki Bulgaristan sınırı (42°06’19"K, 27°14’27"D) Türkiye’nin en kuzey noktasıymış. Bu konuda beni uyaran okurumuz Gökhan Selçuk’a çok teşekkür ederim. Gerçi Sinoplular da hemen üzülmesin çünkü şöyle de bir gerçeklik var; Sinop, “Türkiye’nin en kuzey il merkezi”...
Gerçi gene birilerinin (Ekşi Sözlük’ten bir yazarın) yalancısı olacağım galiba çünkü hiçbir yerden doğrulatamasam da çok hoşuma gittiği için Orhan Veli’ye ait olduğu iddia edilen şu sözü paylaşmak istiyorum; “Kırklarelili olmak, Kırklareli’ni övmek değildir fakat Kırklareli’ni övmek var ya işte bu Kırklarelili olmaktır”. İnsanın kafası karışıyor değil mi? Neyse çok kafa karıştırmayalım ve Kırkarelili olmasak da “mutlu insanlar kenti” Kırklareli’ni övmeye başlayalım...
KIRKKİLİSE OLMUŞ KIRKLARELİ
Eskilerde adı “Saranta ekklisies”ten gelen ve “Kırkkilise” olan Kırklareli, bu ismi “kilise” kelimesinden rahatsız olunması üzerine 1924 yılında çıkarılan kanunla almış. Yunanistan’a kırk beş, Bulgaristan’a yirmi dakika uzaklıkta, dolayısıyla “Bulgaristan” tabelalarına rastlamanın sıradan olduğu bir kent burası. Bu yakınlık ve levanın “önlenemez” yükselişi gibi nedenlerle Balkanlar’dan gelmesine alıştığımız soğuk hava dalgası yerine alışveriş yapmak isteyenlerin kente akın ettiği haberlerini son zamanlarda daha çok duyar olduk. Buna tabii ki en çok esnaf seviniyor.
AL BENİ, GÖR BENİ CADDESİ
Kırklareli’nin de her küçük il gibi bir “mecburiyet” caddesi var: İstasyon Caddesi. Ama yerel halk, buraya “piyasa” değil de daha çok “al beni, gör beni caddesi” demeyi tercih ediyor. Bu söylem açıkçası bana daha sevimli geldi. Kentin en can alıcı yeri, Kasaplar Arası. Bir çeşit Kırklareli’nin Nevizade’si diyebiliriz ama burada bambaşka bir atmosfer hâkim. Eskilerin gözde mekânları ise İstasyon Altı ve Kayalı Barajı... Zaten alkol kültürüne baktığımızda “bu bambaşka atmosfer”, şehrin tamamında kendini buram buram hissettiriyor. Köftesi, bıldırcın kâğıt kebabı, koyun yoğurdu, peynirleri ile ünlü Kırklareli’nin “milli içeceği”nin adı ise hardaliye. Üzümden yapılan ve alkolsüz olan bu içecek, bağbozumuna yakın tarihlerde imal ediliyor. Hazırlanırken içine hardal tohumu katıldığını söyleyince adının nereden geldiğini anlamak mümkün...
KARAGÖZ, SPARTAKÜS, NOEL BABA
Bu üç ismi yan yana görmek şaşırtıcı oldu. Hemen açıklayayım:
Kırklareli’ne otobüsle geldiyseniz şehir terminalinden çıkınca karşısında bulunan parktaki Karagöz heykeli sizi karşılar. Üç metrelik Karagöz’ün bronz heykelinde bir de Evliya Çelebi’ye ait yazı vardır:
“Karagöz, Kırklareli'nde söz sahibi, tanınmış bir kişi idi. Adına Sofyozlu Bali Çelebi derlerdi. Kambur Ahmet Efendi olarak da bilinirdi. Zeki, kibar, sözü geçen, sanatkâr bir halk adamı idi. Türk gölge oyununa adını verdi. 13. yüzyılın sonu ile 14. yüzyılın ilk yarısında yaşadı.”
Kırklarelili araştırmacı, gazeteci, yazar Nazif Karaçam da kitaplara ve filmlere konu olan gladyatör ve özgürlük savaşçısı Spartaküs’ün Kırklareli kökenli olduğunu iddia ediyor. Hatta dönemin belediye başkanı, zamanında “Spartaküs’ün heykelini dikeceğiz” gibi açıklamalar yapmış.
Başka bir belediye başkanı ise Alman tarihçilere dayandırarak Noel Baba’nın Babaeski’de öldüğünü ve ilçeye ismini verdiğini savunuyor. Sonuç mu? İlçede birden “Noel Baba”lar artıyor.
AYRAN BUDALASI!
Kırklareli’nin doğal ve tarihî güzelliklerine geçmeden şivesine değinmemek olmaz. Özellikle şehir dışından gelenlerin ilgisini ve sempatisini çeken bu şiveyi anlamakta biraz zorlanabilirsiniz. En kötü, anlamadığınız kelimenin başına h ya da ğ harflerini koymayı deneyin. Şu cümle aslında ne demek istediğimizi özetliyor: “İn olu in”, Çözebildiniz mi?
R ise harflerini baskın söylediklerini duyunca “Acaba ben de Kırklareli miyim?” diye düşünmekten kendimi alamadım. Zira fiilleri de genelde “gidiyom”, “geliyom” şeklinde telaffuz ediyorlar.
Bu bilgiler ışığında aklıma şu soru geldi; “ayran budalası” da acaba eskiden “hayran budalası” mıydı? Biraz araştırınca Osmanlı zamanında afyon, haşhaş türevinden uyuşturucu kullanarak kendinden geçen, boş boş bakan, şaşa kalan, mantıklı düşünemeyen kişilere hayran nitelemesi yapıldığı; keyif verici maddelerin etkisiyle kendinden geçme durumunun da “hayran budalası” deyimiyle ifade edildiği bilgisine ulaştım.
Kırklareli’de gezerken “Ben her denileni anlamak istiyorum” diyorsanız işiniz biraz zor. Kırklareli Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Hakkı Özkaya’nın “Kırklareli İli Ağızlarından Derleme Sözlüğü’ne Katkılar” başlıklı araştırmasına göz atarsanız ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız.
KIYI KIYI KIRKLARELİ’NE
İstanbul ile Kırklareli’ni komşu sananlar fena hâlde yanılıyor. İstanbul’dan araçla yola çıktıysanız ve kıyı kıyı yol alıyorsanız Tekirdağ’a gir çık yapmak zorundasınız. Tekirdağ’ın Karadeniz’deki iki buçuk kilometrelik kıyısında Çamlıköy Tabiat Parkı bulunuyor. Dört yıl önce tam da bugünlerde, altmış kilometrelik kıyı şeridine sahip Kırklareli’ne gidiş güzergâhım benim de böyle olmuştu.
İlk durağımız; son zamanların en popüler yerlerinden Kıyıköy. Karadeniz’e egemen, kayalık bir zemin üzerinde bulunan Kıyıköy, tabiat harikası iki doğal sit arasında yer alıyor. Kuzeyindeki koya Pabuçdere, güneyindeki koya ise Kazanderesi akıyor. Her ikisi de 1. derece doğal sit alanı olarak tescilli bu derelerde motorla ya da kayıkla gezinti yapmak mümkün. Kumsalı, kamp alanları ve balık lokantalarıyla İstanbul’dan epey ziyaretçi ağırlıyor. Özellikle Kıyıköy-Mağaralar-Korsan Koyu” rotası, yürüyüşçüler arasında favori.
Kıyıköy Aya Nikola Manastırı ise Bizans Dönemi kaya manastırlarının en iyi örneklerinden. Zemin katta kilise, daha aşağıda ayazma, üst bölümde ise keşişlere mahsus bölümler bulunuyor.
İĞNEADA VE LONGOZ ORMANLARI
Yaklaşık on kilometrelik kumsala sahip İğneada, kuş göç yolu üzerinde bulunduğundan kuş ve sahip olduğu üç ekosistem sayesinde bitki çeşitliliği gözlemcilerinin, orman içinde bisiklet turu ya da yürüyüş yapmak isteyenlerin, deniz altındaki batıklarıyla dalgıçların; Liman Feneri, Sislioba Kalesi, Hamdibey Kalesi, Gökyaka Kalesi ile de tarih meraklılarının ilgisini çekiyor.
Bu ilginin en büyüğünü ise longoz ormanları hak ediyor. Longoz (subasar) tipi ormanlık alanın; çoğunlukla yağış miktarının yüksek olduğu ilkbahar-kış mevsiminde tabanı sularla kaplanıyor. İğneada Longoz Ormanları Milli Parkı, 3.155 hektarlık alanı kapsıyor. Milli Park’ın güney bölümündeki Saka, Deniz, Hamam, Pedina ve Mert gölleri; kuzey bölümündeki Erikli Gölü ile çevrelerindeki sazlık alanlar, longoz ormanları ve yaprak döken ormanlar gerçekten görülmeye değer.
Ama şöyle bir uyarı yapalım hem Kıyıköy hem de İğneada bayram ve tatil zamanlarındaki ziyaretçi fazlalığı nedeniyle sıkıntı yaşıyor. Mesela geçen sene bayramda 2.077 nüfuslu Kıyıköy’e gidenlerin sayısı elli bini bulmuştu ve altyapı, gıda temini, konaklama gibi konularda ciddi sorunlar yaşanmıştı. O nedenle bu tür yerlere gitmek için okulların açık, havaların biraz daha serin olduğu zamanları seçmek daha iyi olacaktır. Dediğim gibi biz dört yıl önce Kasım ayının ortalarında buralara gittik ve inanın yazın göreceğimizden çok daha güzel manzaralarla karşılaştık. Bu güzergâhta Bulgaristan sınırına kadar ilerlemek mümkün; yolun sonunda Beğendik Limanı ve Plajı var.
DUPNİSA MAĞARASI
İlin önemli turizm merkezlerinden biri Dupnisa Mağarası da işte o güzergâhta bulunuyor. Yıldız (Istranca) Dağları’nın derin vadilerle yardığı Demirköy ilçesine bağlı Sarpdere köyünde yer alan mağaranın toplam uzunluğu 2.720 metre. Üst katında Kuru ve Kız Mağarası, elli-altmış metre aşağıda Sulu Mağara yer alıyor. İçinden devamlı bir yer altı nehri akıyor ve deniz yüzeyinden 345 metre yukarıda giriş ağzı bulunuyor. Kız Mağarası, içinde yaşayan yarasaların yoğunluğu nedeniyle turizme tamamen kapalı. Sulu mağaranın 250 metresi 15 Mayıs-15 Kasım arasında, Kuru Mağara'nın ise 200 metresi on iki ay boyunca turizme açık.
TARİHE DOYACAKSINIZ
Doğada ziyafetimizi yaptık, sırada tarih var. Bilimsel kazılar, günümüzden 7800-8200 yıl önce Kırklareli’nde yerleşik yaşama geçmiş toplulukların yaşamış olduğunu gösteriyor. Kırklareli, antik dönemden Osmanlı Dönemi’ne kadar pek çok tarihî eser barındırıyor. Külliyeler, türbeler, askerî tabyalar, çeşmeler, camiler, köprüler, kiliseler, tümülüsler ve dolmenler, kervansaraylar, hamamlar, kaleler, manastırlar ve tabii ki de meşhur çeşmeler...
Kırklareli merkezdeki iki önemli müzeyi anlatmadan şunu belirteyim; şehrin sokaklarının tertemiz olması beni acayip şaşırtmıştı. Bu şaşılacak bir şey olmamalı ama maalesef hayaller ve gerçekler!
Kırklareli Müzesi’nin binası, 1894 yılında belediye hizmet binası olarak yaptırılmış. Üst katta Arkeoloji ve Etnografya seksiyonları, giriş katında ise Tabiat Sergi Salonu ziyaretçileri karşılıyor. Müzede 2004 yılı istatistiklerine göre 610 adet etnografik, 1.487 adet arkeolojik, 2.285 adet sikke, 15 adet mühür ve mühür baskısı olmak üzere toplam 4.397 adet kayıtlı eser mevcut
Kırklareli Belediyesi öncülüğünde Kırklarelili hayırsever vatandaşların desteği ile yapılan Kırklareli Atatürk Evi, mimari olarak Selanik’teki evinin birebir aynısı. Ayrıca ilde bir de Ali Rıza Efendi Kültür Evi bulunuyor.
FESTİVAL, PANAYIR VE ROMANLAR
Kırklareli’nin en önemli özelliklerinden biri de elbette Roman kültürü... İlde birçok festival etkinlik ve panayır yapılıyor. Gerçi denk geleceğiniz herhangi bir Roman düğünü de size aynı coşkuyu yaşatacaktır. “Ama illa seyahatimi bu festivallerden birine göre planlayacağım” derseniz işte size birkaç bilgi:
Her yıl 8 Nisan’da Dünya Romanlar Günü nedeniyle Kırklareli’de etkinlikler düzenleniyor.
İlde yapılan en ünlü festival olan Karagöz Kültür Sanat ve Kakava Festivali, geçtiğimiz yıl haziran ayı başında gerçekleştirildi. Kortej yürüyüşü ve Kakava ateşinin yakılmasıyla başlayan festivalde üç gün boyunca konserler, söyleşiler, gösteriler, dinletiler ve yarışmalar yapıldı.
Koleda Gecesi ise kışın en soğuk günlerinde düzenleniyor. Balkanların bin yıllık geleneği olan etkinlikte, korkunç hikâyeler anlatıldıktan sonra korkunç kıyafetler giyiliyor ve evlerin camlarına vurarak geziliyor.
Pehlivanköy Pavli Panayırı, 1910 yılından bugüne kadar her sene 15-20 Eylül tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Kurulan tezgâhlarda yiyecek, içecek, kıyafet ve süs eşyaları satılıyor. Lunapark alanı ise Roman eğlence kültürünü görebileceğiniz güzel bir ortam sağlıyor.
Not: Fotoğraflar, Kırklareli Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Kırklareli Valiliği, Kırklareli Belediye Başkanlığı arşivlerinden alınmıştır.
Serpil Kurtay Kimdir?
1978 yılında Almanya’nın Esslingen kentinde doğdu. İlk, orta ve lise eğitimini Bilecik’te tamamladıktan sonra Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden 1999 yılında mezun oldu. 1995-2003 yılları arasında Evrensel Gazetesi’nde muhabir, istihbarat şefi ve haber müdürü olarak çalıştı. Ardından on altı yıl Beşiktaş Jimnastik Kulübü’nün dergisinde editörlük ve genel yayın yönetmenliği görevinde bulundu. Çeşitli dergilerde yazarlık, kitap editörlükleri yaptı, yayın süreçlerinde görevler aldı. Hâlen kitap editörlüğüne, Antalyaspor Kulübü’nün dergisinde ve Gazete Duvar’da da yazılarına devam ediyor.
Adana’ya gidek mi? Şalvarından giyek mi? Kebabından yiyek mi? 15 Mayıs 2024
Tencerem var, tavam var, Antepliyim havam var 17 Nisan 2024
Balığın esir düştüğü yer: Balıkesir 03 Nisan 2024
Ne Diyarbakır anladı beni ne de sen, ne çok sevdim ikinizi de bilsen 20 Mart 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI