İçki yasakları ve arzu nesnesi inşası
Şimdilik kılıfına uydurarak muradlarına erdiler ermesine ama yükselen endişeli, kızgın ve politik rüzgârı da arkasına alan birkaç tekel bayisi, birkaç avukat hayli şaşırttı muktedirleri.
Arzu yasaklanmış olanın gölgesinde büyür. Güvenli, konforlu, serbest olanda doyuma ulaşamaz da karanlıklarda gözü kalır. Oralarda bulur nesnesini. Bu nesne bazen Bunuel’in Conchita’sıdır, bazen Metin Erksan’ın Meral’i. İlk andan beri de Âdem ve Havva’nın elması. ‘’Seversin, kavuşamazsın, aşk olur’’ derler bizim buralarda. Doğrudur yanlıştır bilmem ama her şeyden önce çarpıktır. Nesnesi bu kerte belirsizleşen arzu, aşina olduğumuz üzere failin dünyasında ‘‘ya benimsin ya kara toprağın’’a da dönüşebiliyor kolayca. Evet yasak arzuyu büyütür ama bazı yasaklar da arzuyu galebe çalar. Çalmak, çırpmak, tecavüz, öldürme, ensest gibi evrensel yasaklar arzunun karanlık nesnelerinin aklanmasının önünde sigorta işlevi görürler. Bir de abesle iştigal makamından yasaklar var ki iktidarlar tarafından pek sevilirler. Kamusal alanın düzenlenmesinden, dünyevi, siyasî, keyfî meselelere kadar geniş bir yelpaze oluşturan bu yasaklar, arzunun doyuma ulaşma gayretini kamçılarlar bol bol.
Toplumsal olana gelmek için insan psikolojine sarkarak dolandırdığım kelamı kısa keseyim. Malum -bir türlü sıra gelmese de- anason kokulu yazılar yazma vazifesiyle arzı endam ediyorum bu sütunlarda. Doğrudan söylemem lazım ki içki yasakları da abesle iştigal makamından yasaklardan oldu. İktidarın toplum tahayyülünde bir karşılığı olsa da ramazan ayında durduk yere içki satışlarını patlattı. Aşırı vergiler nedeniyle erişilemez noktaya erişen içki ve özellikle rakı zaten bir arzu nesnesine dönüşmüşken, yasaklar bu nesneyi iyice kararttı.
Duble yol, asma köprü, saksı, kaldırım yapmaya alışmış betonperver iktidar kafası yıllardır soyunduğu toplum mühendisliğinde, kilit taşını yanlış yere koyduğunu anlamasa da yaşayarak tecrübe ediyor son demlerde. Kurmaya çalıştıkları ‘’ben yaptım oldu düzeni’’ için bile asgari düzeyde bir mevzuat ve hukuki altyapı lazım geldiğini unutuyorlar. Koskoca ülkenin yönetim şeklinin karşısına ‘’genelge’’ yazdıracak denli kilit taşını alttan, üstten, yandan desteklemeye çabalıyorlar. Ama kadim bir mühendislik bilgisidir kilit taşı; kemeri, kirişi, köprüyü ayakta tutar. Yanlış yere koyulduysa o yapı er geç yıkılır.
Ellerine yüzlerine bulaştırdıkları içki yasaklarında da bunu gördük. ‘’Ne olacak on gün içmeseniz, ölür müsünüz?’’ diyerek pişkinliklerini serdettiler sırça köşklerinden. Meselenin on gün içmekle alakası olmadığını, İkizdere’deki itirazları da anlamadıkları gibi anlamadılar. Daha doğrusu anlamak işlerine gelmedi. Şimdilik kılıfına uydurarak muradlarına erdiler ermesine ama yükselen endişeli, kızgın ve politik rüzgârı da arkasına alan birkaç tekel bayisi, birkaç avukat hayli şaşırttı muktedirleri. 'Genelgeyle olmaz, içki satışı yasaldır, İl Hıfzısıhha Kurulları’nda sahte imza kullanılmış' diyerek kral çıplak dediler bir bakıma. Yarın öbür gün aynı şeyi başkalarının da söylemesinden de korktukları için helallik istiyorlar şimdi bizlerden. Bir yandan da içkili mekân açılmasını kolluk kuvvetlerinin inisiyatifine bırakacak bir düzenlemeyle vites yükselteceklerini gösteriyorlar bizlere. Önümüz yaz, yaşayıp göreceğiz.
İçki ezelden beri buralarda da, başka diyarlarda da bir sorun alanı oluşturdu aslında. Yasaklar tarihinde içkiye ayrılan bölüm bir hayli şişkin. Lakin neredeyse hepsi geldi geçti. Bu dönem de geçecek. Çünkü içmek esrik bir pencereden dünyaya nanik yapma imkânı tanır. Bu imtiyazdan öyle kolayına vaz geçilmez. İnsanlar binlerce yıldır bu içkiyi içiyorlar ve dünya durdukça da içecekler. Bu gerçeği ideolojik, siyasi sebeplerle değiştirmek mümkün değil. İçkiye erişim kısıtladığında ya da tamamen yasaklandığında kimi zaman isyanlar çıktı, kimi zaman içki yeraltına indi geçmişte. Örneğin Fransız İhtilali’ne denk gelen dönemde, şaraba getirilen aşırı vergiler sonucu halk çareyi Paris surları dışındaki meyhanelerde demlenmekte buldu. Surlar adeta delik deşik edilerek kaçak tünellerden şehre fıçı fıçı şarap sevkiyatı yapılır oldu. Pek lafı edilmez ama ihtilalin başlangıcı sayılan 14 Temmuz 1789’dan yani Bastille Hapishanesi’nin basılmasından iki gün önce insanlar şarap yüzünden isyan edip, gümrük bariyerlerini yakıp, yıktı. O kıytırık gümrük kapısı Bastille’den daha büyük olsaydı belki de Şarap Devrimi diye geçecekti tarihe koca ayaklanma.
1791 yılında Amerika’da başlayan Viski İsyanı, 1794 yılında George Washington’un da eşlik ettiği 13 bin kişilik ordu tarafından bastırılabildi. Alkol Karşıtı Hristiyan Kadınlar Birliği’nin (WCTU) başlattığı ve Bar Karşıtı Amerikan İttifakı (ASLA) gibi yapılara evrilerek büyüyen baskı sonucu, Prohibiton (Yasak) dönemi yaşandı ve büyüyen mafyayla başa çıkmak yıllara ve binlerce cana mal oldu. Çarlık Rusyası’nın başlattığı ve pek de kimsenin uygulamadığı içki yasağı 1917 Ekim Devrimi’ne giden yolun taşlarından birisi olarak tarihe yazıldı. Bizdeki Men-i Muskirat Kanunu’nun da ömrü fazla sürmedi. Yani bireysel bir tercih ve ihtiyaç sayılması gereken içkiyi politik gerekçelerle yasaklamanın hayra alamet olmadığı onlarca kez görüldü. Burasıyla oynamak arzu nesnesine erişimi daha dolambaçlı yapıyor sadece. Üstelik günümüz Türkiye’sinde ‘’laiklik’’ tabusunu da peşinde sürüklüyor. Osmanlı’da da darağacında sallandırma cezasıyla uygulanan içki yasaklarına rağmen içtimai hayatta içki hep olageldi. Saray katiplerinden olan ve fermanlarını yazan Melihi’nin şarap düşkünlüğüne son vermek isteyen Fatih, kesin hükmünü verir ve bir daha ağzına şarap sürerse kellesinin gideceğini söyler. Melihi de bundan kelli ağzına katre şarap değmeyeceğine yemin eder. Gel zaman git zaman önemli bir fermanı yazması için aranan Melihi sanki yer yarılmış da içine girmiştir. Uzun aramalar sonrasında sarayda değil, Tahtakale civarlarındaki bir meyhanede yere yatmış şarkılar söyler, naralar atar halde bulurlar Melihi’yi. Fatih ‘’tiz urun kellesini’’ demeden önce sorar ve Melihi cevabı yapıştırır. ‘’Hünkarım size sözüm var elbet ağzıma katre olsun şarap sürmedim. Bu mereti unutmak için enfiye çektim, beng içtim ama nafile. Ne yapsam kâfi olmadı. Ağzıma da sürmem mümkün değilken ben de hukne yaptım Hünkarım.’’ Reşat Ekrem Koçu’nun naklettiği bu hikâyede Hukne’nin lavman yapmak için kullanılan bir alet olduğunu siz gugıllamadan ben yazayım.
Ez cümle iktidar ve muhiplerinin içkiyle gereksiz yere oynamaları, politikleştirmeleri gereksiz bir arzu nesnesi inşası olacağı gibi kilit taşı niteliğine de bürünebilir.
Grand Korçi Kimdir?
Grand Korçi İstanbul’da dünyaya geldi, haliyle birtakım okullarda okudu ve kimya mühendisi oldu. Akademiden kopmamak ve askerlik vecibesini ertelemek için iki ayrı yüksek lisans yaparak bir süre hem mühendislik yaptı hem de keyif çattı. O dönemlerde fotoğraf ve sinemaya olan ilgisi nedeniyle mühendisliği bıraktı ama bu alanlarda tutunamayarak eğitimini aldığı mesleğine geri döndü. Haliyle birtakım işlerde çalıştı. Alkollü içki sektörüne yönelik gerçekleştirdiği çalışmalar sırasında ve sonrasında alkolün üretimi, kültürü ve tarihine yönelik ilgisi giderek arttı. Hobileri arasında golf, modern dans, yoga hiçbir zaman yer almadı ancak ‘’kişisel gelişim yolculuğunu’’ bir çilingir müdavimi olarak sürdürüyor. Halihazırda bu çilingirlerde yeşerip hayata geçen işlerine cilingirsohbetleri.com adresinde yer veriyor.
Bodrum’un yaz kış açık mekanı: Mezemore 18 Ağustos 2024
Foçalı Selki’lerin diyarından iki mekan: Fokai ve Letafet 30 Haziran 2024
Küçükkuyu’nun lezzet durağı: Yengeç Restoran 02 Haziran 2024
Üsküdar’da bir mahalle meyhanesi: Şadırvan 07 Nisan 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI