İdeal bir birey olarak canavarlar
Barry Windsor-Smith'in çizgi romanı 'Monsters', Emre Yavuz çevirisiyle Karakarga Yayınları tarafından yayımlandı.
1949’da doğan Barry Windsor-Smith, çizgi roman dünyasının Michelangelo’su olarak anılır. İlk profesyonel çalışmalarına 1960’ların ortalarında Marvel’da başlar. Daha sonra Valiant Comics’te, Gold Key Comics’te ve daha bir sürü farklı şirkette görev alır.
Öne çıkan işlerinin başında 'Conan', 'Red Sonja', 'Weapon X', 'Solar', 'Unity' gibi seriler gelir. Smith, dahil olduğu serilerde ve o serilere kattığı yeni karakterlerde kendi imzasını oluşturmayı başarır. "Kirasını ödeyen projeler"le uğraşırken, bağımsız olarak çalıştığı ve sanatsal yönü ağır basan çizgi romanlara da imza atar. Bunların başında da 'Monsters' gelir.
Yaklaşık 35 yıllık bir çalışmanın ürünü olan 'Monsters', geçtiğimiz günlerde Karakarga Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Devlet, ordu, aile üçgeninde otorite kavramını tartışan ve otorite altındaki bireyin "ucubeleşmesine" değinen kitabın çevirmeni ise Emre Yavuz’dur.
II. DÜNYA SAVAŞI, ORDU VE GİZLİ DENEYLER
'Monsters', 1964 yılının Amerika’sında geçer. Bobby Bailey adındaki genç bir adam orduya katılmak üzere başvuru yapar. Onunla ilgilenen isim Teğmen McFarland’dır. McFarland, prosedür olarak sorduğu sorulardan Bailey’nin kimi kimsesi olmadığını, tabiri caizse yaşamadığı sonucuna varınca bunu üstlerine bildirir. Böylece Bailey gizlice yürütülen Prometheus Projesi’ne dahil edilir.
II. Dünya Savaşı süresince birtakım Nazi bilim insanları tarafından yürütülen bu proje, genetiği değiştirilmiş "üst düzey askerler" yaratmak için tasarlanmıştır. Almanya savaşı kaybedince bu bilim insanları "hünerlerini" bu kez ABD için kullanmaya başlamışlardır. Ve evet, Bailey proje için bulunmaz bir denektir.
Bu noktadan sonra çizgi roman iki çizgiye ayrılır. İlk çizgi, Bailey’e yapılan işlemler ve bu halka etrafında dönerken, ikincisi çizgi, Teğmen McFarland’ın pişmanlığı ve Bailey’i kurtarma girişimi şeklinde ilerler. Teğmen’in serüveni üzerinden hikâye gerçeküstü bir hal almaya başlar. Zira işin içine, geçmiş ve geleceği "görebilme" yetisi eklenir. İki çizginin tekrardan birleştiği noktadaysa bambaşka bir çatışma işlenmeye başlar.
İDEAL İNSAN YARATMAK
Kitap zaman zaman geçmişe, 1949 yılına döner. Biz de böylece Bailey’nin çocukluğunu ve ailesini tanırız. Mutlu bir çiftin çocuğu olarak doğar Bailey. Babası II. Dünya Savaşı’na katılmak üzere Nazi Almanya’sına gittiğinde ailenin en büyük sıkıntıları özlem olur. Ne var ki Tom’un askerden geldiğinde bambaşka birine dönüştüğü ortaya çıkar; asabi, şiddet bağımlısı, katı, sevgisiz birine.
Ailenin bütün düzeni bozulunca tahmin edilmesi güç olmayan birtakım sonuçlar yaşanır. Nihayetinde Bailey kimsesiz kalır. Ancak bu Smith’in gizlediği, büyük sürprizlere bağladığı bir şey değildir. Tam tersine kitabın başlangıcını bu şiddet sarmalıyla açar. Onun asıl derdi duygularladır. Diğer bir değişle Bailey’i bir yaratığa dönüştüren süreci topyekûn olarak tartışmaya çalışır.
Peki nedir bunun nedeni? Sadece Prometheus Projesi midir? Yoksa çok daha katmanlı, mikrodan makroya yayılan bütün iktidar mekanizmaları mıdır?
Prometheus Projesi nasıl ki "üst düzey, ideal askerler" yetiştirmeyi hedefliyorsa, bir "proje" olarak aile de "ideal evlat" yetiştirmeyi hedefler. Bailey, hayalleri olan bir çocuktan "ucubeleşmeye" doğru ilk adımını kendi evinde resmi bir şiddet ve baskıyla atar. Babası onu her fırsatta aşağılayıp döver. Bailey bir türlü "ideal" olamaz. Bu yüzden, II. Dünya Savaşı’na katılmış, Nazileri yenerken Nazileşmiş bir baba tarafında şekillendirilmeye çalışılır.
Prometheus Projesi bunun bir sonraki adımıdır. Baba ordu olur, resmilik gayri resmiliğe dönüşür, ancak otorite aynı otoritedir. Diğer bir deyişle; babasının zihnini, duygusal dünyasını tahrip ettiği Bailey, bir kez de ordu tarafından fizyolojik olarak deformasyona uğratılır.
ESAS CANAVAR KİM?
Smith, profesyonel olarak çalıştığı dönemde spekülatif hikâyeler, "what if" olarak isimlendirilen alternatif çizgi romanlar hazırlamakla özellikle ilgilenir. Bunlardan biri de 1984-1985 yıllarında Marvel için geliştirdiği Hulk hikâyesidir. Bu yeni evrende Bruce Banner gama ışınlarına maruz kaldığı için değil, çocukluğunda istismara uğradığı için şiddet yüklü, saldırgan bir canavara dönüşmektedir. Smith bunu gerçekleştiremez ama bir şekilde değiştirerek Monsters’a dahil eder.
Elbette bu ortaklık kurulabilecek tek işi değildir. Çalıştığı en popüler serilerden biri olan Weapon X’te de benzer bir konuyu işler. Zira Wolverine de özel bir deneyle "yaratılır". Hatta aynı evrendeki Sabretooth, Deadpool gibi nice mutant hep benzer şekilde geliştirilir.
The Guardian’dan Sam Leith’a verdiği bir röportajda, işleri arasında benzerlik bulunmasının son derece normal olduğunu söyler Smith. Evet, öyledir, zira burada önemli olan ortaklıklardan ziyade farklılıklardır. Örneğin Logan geçmişiyle ve "yaratıcısıyla" sürekli bir hesaplaşma içindedir. Smith’e ait olmasa da Kaptan Amerika’nın oluşturulması da benzer bir yolculuğa sahiptir. Ancak süper kahramanları hiçbiri Bailey kadar yalnız, duygu yüklü ve ucube değildir. Üstelik o bir canavardır. Öyle muamele görür. Gücü kuvveti lanetine dönüşür. Fiziksel olarak zarar görmedikçe duygusal olarak daha çok zarar görmeye başlar. Sadece varlığıyla bile kriminaldir, ötekidir.
'Monsters', hem spekülatif bir serüven hem de bir antikahraman anlatısıdır. Hayatının her döneminde çeşitli otorite figürleri tarafından idealize edilmeye çalışılan hemen herkes 'Monsters'ta kendinden bir şeyler bulabilir. Zira çizgi roman bize dolaylı olarak şöyle bir soru da sorar:
Esas canavar kim; Bailey mi, diğerleri mi?