YAZARLAR

İdeolojik çağrılmanın ‘sapkın’ bedeni

Gerçekliği değiştiremiyorsanız hikâyesini değiştirin! Eh, ne de olsa yalan ve inkâr üretiminde ihtisas yapmış bir toplumuz. Bu inkâr üretiminde ‘başka türlü’ olan bedenin neyi ve nasıl seferber etmek; nasıl bir öznellik tipini tahkim etmek üzere işlevlendiğini de görmüş olduk. Başkasının cinselliğine yönelik bu tekinsiz ve karanlık ilgi, bu odaklanma neden?

İdeolojinin temel becerisi ‘çağırma’ işlevinde yatıyor. İki türlü çağırma/çağrılma mümkün. İlki Althusser tarafından betimlendiği haliyle ideolojik işlev; ikincisi ise Fanon’un, bizzat öznel bir deneyim aracılığıyla farkına vardığı çağrılma işlevi. Althusser ‘yanılsamaya’ odaklanıyordu. İdeolojinin bizleri pek çok öznellik konumundan çağırabildiğini, bunun da bizlere sahte bir bütünlük duygusu verdiğini söyleyerek Marksist geleneğin iki kritik kavramını güncelliyordu: Yanlış bilinç ve yabancılaşma. Üstelik bütün kimliklerin birbirlerinin içine doğru parçalanıp dağıldığı bir dünyada, ideolojinin pek çok konumdan çağırma becerisi vardı: Örneğin bir insanı aynı anda hem ebeveynlik konumundan, hem evlatlık konumundan, hem mesleki konumundan, hem cinsiyet konumundan vs. çağırabilirdi ideoloji. İdeolojinin ayartıcı gücü, bizlere asla sahip olamayacağımız bir ‘bütünlük’ duygusu ve deneyimi sunmasından ya da Benjamin gibi söylersek, en bize özgü deneyimlerimizin gasp edilmesinden ve yerine metanın ve sermayenin deneyiminin, gösterinin deneyiminin yerleştirilmesinden geliyor. Yani bize dışsal bir imajla özdeşleşerek bir ‘ben’ olarak koyuyoruz kendimizi ortaya; ideolojinin numarası bu dışsal imgeyi, imajı üretip, sanki oymuşuz gibi bize seslenmesinden geliyor.

Fanon ise çağırmanın/çağrılmanın çarpıtma işlevine odaklanıyordu. İnsanın olası bütünlüğünü de darmadağın eden bir işlev… Çarpıtılmış, tahrif edilmiş bir imgeyi gerisin geri diğerine fırlatan ve onu haksız yere, yanlış yere kök salmış olduğu topraktan söküp atma eğilimindeki bir çağrılma Fanon’un çağrılması: “Anne, bak bir Zenci!” Lyons’taki bir tren yolculuğu sırasında gerçekleşir bu hadise. “Anne, bir nigger! Korkuyorum.” Fanon’un siyahlığını açığa çıkaran, varlıktaki bu biyolojik lekeyi gerisin geri Fanon’a fırlatan bir çağırma/çağrılma… Üstelik Fanon Fransalılığından hiç kuşku duymamış; İkinci Dünya Savaşı yıllarında Fransız ordusuna yazılacak kadar Fransalı hissetmiştir kendisini. Bu çağrı, eski çağrının, Althusser’in teşhis ettiği biçimiyle ‘ideolojik çağrının’ işleyebilmesinin koşulu gibidir. İdeolojik çağrı bir insan dünyası tesis eder bir yandan da. Bu dünyaya giriş bir ayrıcalıktır; herkes giremez öyle. Zaten herkes girebilir olsaydı kimse arzulamazdı muhtemelen.

Fanon kendi deneyimini şöyle tarif ediyor: “Yer kaplıyordum. Ötekine doğru hareket etmiştim. Ve gözden çabucak kaybolan öteki… Saldırgan, düşmanlık duyuyor, ama saydam, şeffaf, orada değil, kaybolup gitmiş. Mide bulantısı… O gün, eklem yerlerimden tamamen sökülmüş bir halde, beni insafsızca mahkûm eden ötekiyle, beyaz adamla aynı ortamda bulunma şansımın olmadığı bir durum içinde, kendimi kendi varoluşumdan uzağa, bir hayli uzağa taşıdım ve kendimi bir nesne haline getirdim.” Bir çağrıyla açılır Zencinin dünyası ve bu çağrı, bir aynanın içindeymişçesine ilerler. Siyahın siyahlığını açığa çıkaran ayna, aynı anda onun öznel tutarlılığını olumsuzlamaya girişir. Siyah beden ‘medeni bedenin’ karşıtı olarak işlevlenir; temiz ve saf olmayanı temsil eder. Böylelikle şu eski karşıtlık yeniden çıkıyor karşımıza: Medeni beden norma, rasyonel, iyi olana işaret eden beden iken siyah beden norm dışı, akıl dışı ve kötücül olana işaret edecektir. Siyah beden bir lekedir. Beyaz uygarlığın hijyenik alanına yönelik bir tehdit durumundadır. Kök saldığı yerden sökülüp atılmalıdır. Üstelik çağrıyı gerçekleştiren artık orada bile değildir; işte modern ya da modern sonrası dünyamızın ‘hakkında konuşulamaz olan şiddeti’ burada yatıyor.

Geçtiğimiz günlerde Boğaziçi Üniversitesi'nde olup bitenler nedeniyle bu çağırma/çağrılmanın yukarıda tarif ettiğim biçimiyle ‘ikili’ işleyişinin kristalize bir örneğine tanıklık ettik. Tabii devasa bir yalan üretim şebekesinin çalışma biçiminin de en net görünür olduğu momentlerden biri bu. Gerçekliği değiştiremiyorsanız hikâyesini değiştirin! Eh, ne de olsa yalan ve inkâr üretiminde ihtisas yapmış bir toplumuz. Bu inkâr üretiminde ‘başka türlü’ olan bedenin neyi ve nasıl seferber etmek; nasıl bir öznellik tipini tahkim etmek üzere işlevlendiğini de görmüş olduk. Başkasının cinselliğine yönelik bu tekinsiz ve karanlık ilgi, bu odaklanma neden?

Prosructes mitinin çağdaş ve elbette güncellenmiş bir versiyonuyla karşı karşıyayız. Uzun boylu tutsaklarını kısa bir yatağa, kısa boyluları da uzun bir yatağa zincirleyip yatakla aynı boyutlara getirmek yoluyla onları öldüren Prosructes… Gerçekliğin kendisi söyleminize uymuyorsa, söyleminizi sürdürmenin tek yolu, gerçekliği çarpıtmak, böylelikle ikili bir çağrıyı devreye sokmaktır: Bir yandan sözüm ona Müslümanlara dönük bir çağrı var, onlara sahte bir bütünlük duygusu veriliyor bu ideolojik çağrıyla; diğer yandan da “Zenci!” seslenmesinde olduğu gibi, “sapık-sapkın” seslenmesi var – bu ikinci seslenmede, çarpıtılmış ve tahrif edilmiş bir imgeyi gerisin geri ‘ötekine’ fırlatan bir şey çalışıyor. Ayrıca çağrılan ‘norm/al’ insanlar varlıktaki bir lekeyi temizleme misyonuyla donatılmış oluyorlar. Ne âlâ bütünlük! Üstelik bir taşla iki kuş vurmak bu. Artık çatışmanın zemini değişmiş oluyor; ‘sapkınlara’ karşı normaller! Başkasının bedeni karşısındaki tekinsizlik duygusunun bu kadar kolay seferber edilebilmesinin mekanizmaları ile Fransız beyaz ırkçılığının mekanizmaları arasındaki bunca yapısal benzerlik de çok şey söylüyor elbette Müslümanlara. İdeolojik çağrılmanın ayartısına bu kadar kolay kapılabilmeleri, hem de olabilecek en ‘beyaz adam’ konumundan çağrılmaları ve sahte bütünlüklerini ‘sapkın’ diye niteledikleri beden üzerinden sağlayabilmeleri… Son derece modern, beyaz-erkek, ırkçı iktidar ve söylem mekanizmalarıyla karşı karşıya olduğumuzun resmidir Boğaziçi Üniversitesi'nde olup bitenler. Paranın ve sermayenin mantığı gelenek mi tanırmış?