İdris Baluken'den 'altılı masa'ya: Fark görmüyorum
Sincan Cezaevi'nde tutulan HDP'li İdris Baluken açıklamalarda bulundu. Baluken, muhalefeti eleştirerek, "Kürt meselesinin çözümündeki samimiyet açısından pek fazla bir fark gördüğümü belirtemem" dedi.
DUVAR - Sincan Cezaevi'nde tutulan HDP'nin eski Grup Başkanvekili ve eski Diyarbakır Milletvekili İdris Baluken, Kürt meselesinin çözümünde ortaya çıkacak iyileştirme başlıklarını değindi. Muhalefetin Kürt meselesinin çözümünde iktidardan pek bir farkı olmadığını söyleyen Baluken, "Hâlâ Kürt meselesi var mıdır, yok mudur sorusunu tartışmak, trajikomik bir siyasi sefaletten başka bir şey değildir" ifadelerini kullandı.
İktidarın 2016’da meclise getirdiği dokunulmazlıkların CHP’nin de onayı ile kaldırılmasının ardından tutuklanarak cezaevinde gönderilen HDP’li milletvekilleri arasında İdris Baluken de vardı. 2013’te yürütülen çözüm sürecinin önemli aktörlerinden biri olan İdris Baluken, 5 yıldır tutuklu. Baluken’in üçüncü kitabı “Sincan’dan Edirne’ye Hasbıhal-Name” Dipnot Yayınları’ndan çıktı. Sincan F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nde tutuklu bulunan Baluken, edebiyat siyaset ilişkisi, yeni kitabı ve güncel siyasi konularla ilgili Artı Gerçek’ten Remzi Budancir'in sorularını yanıtladı.
EDEBİYAT VE SİYASET İLİŞKİSİ
Öncelikle edebiyata ilişkin bir soru sormak istiyorum. Bir siyasetçi olarak tutuklu bulunduğunuz süre zarfında üçüncü kitabınız çıktı. Bir siyasetçi olarak edebiyatla da ilgili olan birisiniz. Edebiyat ve siyaset ilişkisini nasıl tarif edersiniz?
Siyaset ve edebiyat ya da daha geniş anlamda sanat alanının iç içe geçmişliğine inananlardanım. Bununla birlikte, emeğe, tere, zahmete dayanan sanatsal üretim çabalarının hiçbirine sınır konmaması gerektiğini belirtmem gerek. Sanatsal muhteva taşımak kaydıyla her estetik üretinin horgörü yerine hoşgörüyü hak ettiğini düşünüyorum. Siyasetin de sanatın da uzlaşamayacağı ortak alanın, otorite ve tahakküm anlayışları olduğunu ifade etmek yanlış olmaz.
İkisi de doğaları gereği itaati esas almaz, alamaz. Tam aksine, güce ve zora dayalı otorite arayışlarının olduğu her yerde, ikisine de düşen görev, itiraz üzerinden ortaklaşmaktır. Haksızlığın, zulmün, baskının hükümranlığına uyum göstermek ne sanatın ne de değerleri esas alan bir siyasetin işi olamaz. Bunlara uyumsuzluk göstermek, itiraz üzerinden yeni yaşama dair tohumlar ekmek, kanımca iki alanında olmazsa olmazlarıdır.
Her türden statükonun kalıbına ne erdemsel yanı ağır basan sanatı ne de ilkesel tutarlılığı olan siyaseti sığdırmak mümkündür. Bu yönüyle ikisi de düşünce ve ifade özgürlüğünün kaleleridir. İlkeli siyaset ve erdemli sanat umudun sığındığı en güvenilir evlerdir. İnsanlık bünyesine nefes aldıran soluk nasıl ki özgürlüğü esas alan siyasete aitse, ona can veren ve o canı besleyen derindeki nabız da gelişimi esas alan sanata aittir, diyebiliriz. Soluk almadan nabız atmaz, nabız atmadan soluk olmaz.
Son kitabınızın ismi “Sincan’dan Edirne’ye Hasbıhal-Name” oldu. Neden bu ismi tercih ettiniz?
Kitap haline gelen çalışmanın en az mesai harcanan ve en hızlı karar verilen kısmı, isminin ne olacağı meselesidir. Bu çalışmanın kitap formatına kavuşup kavuşmaması adına epey tereddütler yaşadım. Çünkü metni kaleme almaya karar verdiğimde, teknik, öz ve biçem açısından tümüyle edebi türe uygun bir amaç içinde olmadım. Yani edebi mektubun sınırlarıyla kendimi kısıtlamadım.
Tam aksine, edebi duyarlılıkla birlikte siyasi, tarihi, felsefi, bilimsel, güncel anekdotları sıkça kullanmanın kolaylığını yaşadım. Amaç, samimi bir paylaşım, içten bir dertleşmeydi sadece. Bir nevi iç dökme diyebiliriz. Hem yazanı rahatlatacak hem de muhatabına iyi gelecek bir metin hedeflenmişti. Ve o hedef gerçekleştirildi. Biten çalışmayı tarafsız ve soğumuş bir gözle okuduğumda, bunun tam anlamıyla hasbihal notlarını içeren bir mektup olduğunu kanaatine vardım. Yayınevindeki kıymetli arkadaşların önerilerini dikkate alarak uzun süre bekletilmiş bu çalışmaya, hızlıca, böyle bir isimlendirme yapmakta sakınca görmedik.
'GERÇEĞE YA YÜZÜNÜZÜ DÖNERSİNİZ YA DA SIRTINIZI'
Edebiyat yası sıra önemli bir siyasetçisiniz. Siyasete ilişkin de görüşlerinizi paylaşmanızı isteriz. Kürt meselesi, son dönemde bir kez daha kamuoyu gündeminin üst sıralarına taşındı? Kürt meselesi ile ilgili tartışmalara dair fikirleriniz nelerdir?
Kürt meselesi ile ilgili kısır tartışmaları, devletin veya yönetim erkinin gerçekle olan ilişkisi üzerinden değerlendirmek gerek. Gerçeğe ya yüzünüzü dönersiniz ya da sırtınızı. Sırt çevirerek ne sorunlarla yüzleşebilirsiniz ne de onu ortadan kaldırabilirsiniz. Yaşanan devasa yıkıcı, acı ve ölümcül deneyimlerden sonra, hâlâ Kürt meselesi var mıdır, yok mudur sorusunu tartışmak, trajikomik bir siyasi sefaletten başka bir şey değildir. Karın ortasında dikilip kışı inkâr etmek ne ise bunca acı ve yıkım arasında boy gösterip Kürt meselesini inkâr etmek de aynı şeydir.
Bunun normalle ilgisi olmayan bir patoloji olduğu kesindir. Tıpta patolojik olan ya tedavi ile fizyolojik sınırlara çekilir ya da tedavisiz kalarak bünyenin tüm gücünü eritir, zaman içinde de çöküşe götürür. Tıbbın bu kuralı, toplumsal bünye ve sosyoloji bilimi içinde geçerlidir. Bugün, her kim, nereye çekmeye çalışırsa çalışsın, çok iyi biliyoruz ki yaşanan yapısal veya kurumsal çöküşün asıl sebebi Kürt meselesinin çözümsüzlüğüdür. Keza, bu çöküş tablosunda, tüm toplumu, eşi benzeri olmayan bir sefalet ve çaresizliğe mahkûm eden sebep de açık ve nettir. İktidarın sorumluluğunda olan öteki bütün ihmal, yetersizlik, suç ve günahlar da böylesi bir gerçekliğin yan etkileri ya da tali komplikasyonları olarak belirtilebilir.
'HİÇBİR KİRLİ İLİŞKİ AĞI ZEMİN BULAMAZ'
Anlamamakta ısrar edenler için bir kez daha, Kürt meselesi kördüğümünün çözülmesi durumunda hızla yaşanacak birkaç iyileşme başlığını özetleyerek toparlamaya çalışayım Kürt meselesinin çözümü demek, toplumsal uzlaşı ve barışın sağlanması, en büyük kutuplaştırma ve düşmanlaştırma aygıtının iktidar sahiplerinin ellerinden alınması demektir. Devletin demokratik dönüşümünün sağlanması, sivil siyasete alan açılması, ancak bu meselenin çözümü ile mümkündür. Şiddet ve savaş gerçekliğin ortadan kalkması, devletin ve toplumun güvenlik kaygılarından arınmasını beraberinde getirecektir.
Böyle bir gelişme, görünür veya derin mahfillerde yerleşmiş, her türlü suçu işlemeye meyilli kayıt dışı bütün gizli yapıların tasfiyesini gündemleştirir. Şeffaf, denetlenebilir ve demokratik işleyişi esas alan bir devlet yapısında ise yolsuzluklar başta olmak üzere hiçbir kirli ilişki ağı zemin bulamaz. Rahatlayan bir toplum ve devlette adalet duygusunun yeniden dirilmesi fazla zaman almaz.
Benzer şekilde, uluslararası ilişkilerin düzelmesi, insan hakları ve demokratikleşme kapsamında evrensel hukuk normlarının benimsenmesi, itibar ve onur üzerinden kaybedilen saygınlığı kısa sürede geri getirecektir. Özetle belirttiğim bu hususlar dahi, ekonomik iyileşme başta olmak üzere, toplumsal ve siyasal alandaki tüm sorunlarda düzelmeyi beraberinde getirecektir. Tüm bunlardan daha kıymetli olan ise akan kanın ve gözyaşının durmuş olmasıdır ki, bunun değeri hiçbir kriterle mukayese bile edilemez. Bahsettiğimiz bu pozitif gelişmelerden kaçınmak, bu ülkeye ve tüm topluma yapılabilecek en büyük kötülük demektir. Bu kötülüğün bir an evvel sonlanması ve rasyonel bir akılla dümenin iyiliğe doğru kırılmasını ummuş olalım.
'ALTILI MASA' ELEŞTİRİSİ
İktidarın uyguladığı politikalar yanı sıra muhalefet cephesinin tutumu da eleştiri konusu. Muhalefetin kurduğu Altılı Masanın HDP’yle “İlişkileri” ya da “İlişkisizliğine” yönelik neler söylemek istersiniz?
Ben bu konuyu çok fazla önemseyenlerden değilim açıkçası. Çünkü bugüne dek, altılı masanın başat aktörleri ile mevcut iktidar arasında HDP’ye yaklaşım ya da Kürt meselesinin çözümündeki samimiyet açısından pek fazla bir fark gördüğümü belirtemem. İki taraf da bu konularda adeta kendilerine bildirilmiş olan resmi görevin gereği olarak “iyi polis”, “kötü polis” rolünü oynuyor izlenimi veriyorlar. Dokunulmazlık oynamalarındaki tavırlara bakılabilir, bu konuda.
Turnusol kâğıdı, son kertede ortaya konan resmi kurumsal tavırlardır, küçük bir çocuğu dahi inandırmaktan uzak boş laflar değil! Toplumsal talepleri ya da halka ait beklentileri önceleme durumunda olsaydılar, 84 milyonun tamamını kapsayan söylem ve politikaları, başkasının ifadesine gerek bırakmadan kendileri ortaya koyar ve bunu gönül rahatlığıyla bütün topluma ulaştırmanın derdine düşerlerdi.
Samimi bir yaklaşım yerine seçime endeksli bir kasaba kurnazlığının emareleri seziliyor. Umarım yanılıyorumdur ya da umarım aşarlar bu durumu. Aksi durumda, Kürt halkının örgütlü politik bilincini ve HDP şahsında tüm ezilenlerin kadim mücadele birikimini ıskalama ya da küçümseme durumuna düşerler ki, bunu hiç kimseye tavsiye etmeyiz.
Ne Kürt meselesi ne de onunla bağlantılı olarak demokratikleşme başta olmak üzere Türkiye’nin temel sorun alanları, bu şekilde utanılarak, sıkılarak, belirlenmiş kalıplardan korkarak, kaçamak tavırlarla geçiştirilecek şeylerdir. Tam tersine, ilkesel mutabakatlarla güvence altına alınmış, ülkenin ve toplumun geleceğini garanti altına almış, cesur ve yaratıcı çıkışlara en çok bu alanda ihtiyaç var.
'TELKİN ETMEK POLİTİK TAVIR OLMAKTAN UZAKTIR'
Endişe ile umut arasında salınan bir toplumda endişeleri azaltıp umudu arttırmak, muhalefet iddiasıyla sorumluluk alan herkesin işi olmalıdır. Kaldı ki, seçim ve pahalılık dahil olmak üzere her konuda halka “bekleyin, halledeceğiz” yaklaşımını telkin etmek, politik bir tavır olmaktan uzaktır. Zülüm ve zam sopasıyla halkın her gün sopalandığı bir zeminde, böylesi bir tavır etik olmaktan da uzaktır. Yaşamayı ve sevinmeyi unutmuş bir topluma salt nasihat üzerinden beklemeyi öğütlemek, agonide can çekişen bir hastaya karşılığı olmayan iyileşme vaatlerinde bulunmaya benzer. Tüm sorun alanlarında bu ataletten sıyrılıp, harekete geçmelerini dileyerek bitirmiş olayım. (HABER MERKEZİ)