İdris Küçükömer, Batılaşma analizinde egemen İslam’ı neden görmedi?
Maalesef, hocamız da Abdülhamid’in temellendirdiği ve İttihatçıların derinleştirdiği, Hıristiyanların tasfiyesi barajını aşamadı. Millî yani milletler meselesi anlaşılamayınca birlikte yaşama önerisi netleştirilemedi. ‘Piyon’ nitelendirmenin ötesine geçilemedi. Saray’ın egemenliğindeki halkın İslam ve Hıristiyan milletlerden oluştuğu dikkate alınmadı, Hıristiyanlar yok sayıldı.
AKP rejiminden hareketle umarım tarihimize daha eleştirel yaklaşır, Sünni İslam ve teşkilatları konusunda eleştiri ve özeleştirimizi derinleştiririz. Zaten egemenlik unsuru (milleten Türk gibi) dinen Sünni İslam’ın, resmen yok sayılan Alevi-Kızılbaş’a ve tasfiye edilen Hıristiyan’a rağmen ‘mağduriyeti’ hayatın diyalektiğine tersti. Batılaşma eleştirisi, “sol sağdır, sağ soldur” olarak hatırlanan İdris Küçükömer, analizinde “Doğucu-İslamcı akım” tespitiyle olumlu yaklaştı ve İslam’ın “millet-i hâkime” olduğunu dikkate almadı. Murat Özyüksel’in bu hatırlanmaya itirazı var.
İdris Küçükömer’in 54 yıl önce yazdığı 14 Ekim 1968’de Akşam’da yayımlanan makalesinin başlığı, “Türkiye Batılaşamaz” idi. Analiz 15, 16 ve 17 Ekim’deki makalelerle sürdürüldü. Ve altı ay sonra kitap olarak basıldı, 1969 Nisan’da. Yücel Yaman’ın yazdığına göre tepkileri değerlendiren İdris hoca kitabının ikinci baskısına onay vermemişti. Kitap ancak 1994’te Yücel Yaman’ın gayretiyle yeniden basıldı. Notları da kitaplaştırıldı, Bağlam Yayınları beş cilt olarak yayımladı.(1) Hocamızın ordunun sermayedar kuruluşu OYAK hakkındaki analizi dikkat çekiciydi.
İdris hoca, CHP’nin “ortanın solu”nu keşfinden hareketle, Tanzimat’tan o güne Batılaşmayı analiz etti. Zaten CHP de “ortanın solu”nu birdenbire keşfetmemişti. TBMM’de, 1965’ten itibaren TİP mebuslarının varlığıyla işçinin sesi yankılandı. TC’nin kurucu partisi CHP, politik yer aradı ve adına da “ortanın solu” dedi. İdris hoca 4’üncü makalesinde inceledi (s. 83-119). İdris hocaya göre Tanzimat fermanını okuyan Mustafa Reşit Paşa “Ortanın Solu”nun ilk paşasıydı (s. 58). Tanzimat bürokratlarının başka çaresi yoktu. Reformcu adım atılacaktı. Çürüyen Osmanlı’da Sünni İslam ve Hıristiyan çelişkisinin en inceldiği yer Balkanlardı. Balkan Hıristiyan milletleri ayaktaydı. Tanzimat’ın en önemli adımı, bugünün diliyle İslam ve Hıristiyan’la diğer dinden vatandaşların eşitliğiydi. Bu konjonktürde Osmanlı’nın esir milletleri, Osmanlı’dan önce anayasaya kavuştu. Tanzimat’la, 1876 Anayasası’ndan evvel 1860-1865 arasında Ermeni, Rum ve Yahudi anayasaları (nizamnameleri) resmen yürürlüğe girdi. Amaç, can ve mal güvenliğinin sağlanmasıydı. Bunu nasıl görmezden geliriz? Hatta 1453’te yasaklanan kilisede çan çalmak bile Tanzimat’la 1856’da serbest oldu.(2)
Murat Özyüksel’in Birikim’de çıkan yazısından(3) sonra İdris hocanın çalışmasını yeniden okudum. Murat Özyüksel 2013’teki yazısına atıf yaparak Emre Kongar’ın, Murat Belge’nin, Nuray Mert’in, Taha Akyol’un, Güray Öz’ün, Hüseyin Çakır’ın, Ateş Uslu’nun, Ercan Karakaş’ın, Gökhan Atılgan’ın ve Zulal Kalkandelen’in yazdıklarını aktardı ve şu tespitte bulundu:
“İdris Küçükömer’in ‘sol sağdır, sağ soldur’ şeklinde yanlış anlaşılma ve aktarılmasının kaynağı önemli ölçüde kitabındaki, çokça alıntılanan tabloya dayanıyor. Öncelikle şunu belirtelim ki, Düzenin Yabancılaşması kitap haline gelmeden yayımlanan dört makaleden oluşan bir metindi ve makalelerde tablo yoktu, keşke kitapta da olmasaydı diye düşünüyorum. […] Yanlış algılama buradaki sağ yan ile sol yan metnin bütününden koparılmasından kaynaklanmaktadır. […] Küçükömer düşüncesine göre siyasi anlamda ikisi de sağdır.”
İsmi yazılanlar bu değerlendirmeye yanıt verdi mi? Bilemiyorum. İsimler dikkate alındığında, İdris hocanın anlatımında sorun olmalı ki, bu kadar yıl sonra yine tartışma konusuydu.
Kitapta, makaleler derinleştirilmiş ve genişletilmiştir. Murat Özyüksel’in dikkat çektiği gibi, 16 Ekim’de yayımlanan “Ortanın Solunda Paşalar ve Abdülhamit” makalesinde, “sol yan veya sağ yan” analizi ve tablosu yoktur. Doğucu ve batıcı ya da İslamcılık ve laiklik akım analizi makalede ve kitapta da vardır.
İdris hoca, “Son Bürokrat Paşa’ya Sorular ve Stratejik İpuçları”nda ideolojik konumlanmada İslamcı ve laik akımın karşısındadır: “Türkiye’de sol yaşatılmamıştır” (s. 107). Fakat solun reformistten sosyaliste yelpazesinin varlığı dikkate alındığında, “sol yan”dan kasıt kuşkusuz “sosyalist sol” olamayacağına göre, “reformist solu” düşündürmektedir ve devamında, maalesef Murat Özyüksel’in “yanlış” dediği anlaşılmaya kapı açılmaktadır.
DOĞUCU-İSLAMCI VE BATICI-LAİK AKIM
İdris hocanın “Türkiye Batılaşamaz” analizinde Doğucu-İslamcı akımın anti-tezi Batıcı-laik akım, gerçek tezin çıkmasını önlemiştir. Batıcı-laik akım, 1- Hem Doğucu-İslamcı akımdan gerçek sınıf hareketinin doğmasını, 2- Hem de mevcut düzenin temelden reddi olabilecek oluşumun gelişmesini engellemiştir. Türkiye kapitalist olmadan Batılaşamaz ve laik de olamaz. (Bağlam Yayıncılık, s. 13-15.) “Batıcı-laik bürokrat, Batılaşma ile devleti kurtarmak isterken, yeterli derecede üretim güçleri yaratamadığından, tarihi büyük halk cephesiyle ters düşmektedir.” Güya Batıcı-laik ilerici ve Doğucu-İslamcı gerici sayılacaktır. (s. 74.)
Kitapta “sol yan” ve “sağ yan” analizi de yapıldı: “Sol yan, Yeniçeri-esnaf-ulema birliğinden gelen Doğucu-İslamcı halk cephesine dayanan: Jön Türklerin Prens Sabahattin Kanadı, Hürriyet ve İtilaf, İkinci Grup, Terakkiperver Fırka, Serbest Fırka, Demokrat Parti, Adalet Partisi” ve “Sağ yan, Batıcı-laik bürokratik geleneği temsil eden: Jön Türklerin Terakki ve İttihat kanadı, İttihat ve Terakki, Birinci Grup, CHP, CHP-Milli Birlik Komitesi, CHP (Ortanın Solu)” (s. 71-73).
Sorun “sol yan, halk cephesine dayanan” ve “sağ yan, bürokratik geleneği temsil eden” olmasıdır. “Sol yan” dayanırken, “sağ yan” temsil ediyor. İkisi de “dayanan” veya “temsil eden” eşitliğinde değildir. “Sağ yan”ın temsil ettiği “sol” diye sıralanan partilerin solculuğunu tartışmak saklı kalmak kaydıyla, buradan varılacak sonuç şudur: Sol partiler, “sağ yan”dır yani sağdır. Normalde denkliğini aradığımızda, yani karşı taraf “Sol yan”ın “dayanan” olması da “temsil eden” gibi değerlendiriliyor. Buradan varılacak sonuç, “sağ yan, (temsil eden) sol” ve “sol yan, (dayanan) sağ” yani “sağ, sol” ve “sol, sağ”dır.
İdris hoca ikinci makalesinde, feodal olmayan Osmanlı’da üretim güçlerinin sermaye birikimi yaratacak kadar gelişemediğini inceliyor. İç kaynakların yetersizliğinin ve üretim güçlerinin gelişememesinin yarattığı “tuzak veya kapan” halinde, Osmanlı ticaret ve imalat kesimi, batıda burjuvazinin kurduğu ekonomik, hukuki, hatta askeri savunma gücünü kuramadı (s. 44).
Üretici güçlerinin gelişemediği Osmanlı’da egemen sistem, şeriatın şu kadarı ve zihniyeti, Sünni İslamcılık değil miydi? Velestinli Regasiv hariç, Tanzimat’la öne çıkan bürokrattan önce Patrona Halil dâhil Saray’a kafa tutanların talebi, “Din elden gidiyor, şeriat uygulanmalıdır!” ve Saray’ın bastırmasındaki temel gerekçe de “Bunlar şeriata karşı geliyorlar!” değil miydi? Bu halde sisteme egemen Sünni İslamcı, yani şeriat zihniyetindeki “Doğucu-İslamcı” akımdan [olumsuz gidişe “dur” diyecek] nasıl bir “sınıf hareketi” doğacaktı?
İdris hoca, Tanzimat Fermanı’ndan daha önemli bulduğu 1838 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşmasının ekonomideki yıkımına dikkat çekiyor (s. 58). Sonrasında yapılan çalışmalarda, emperyalizm ve bazı ürünlerde devletin koyduğu tekelin kaldırılmasının ekonomide yıkıcı etkileri üzerinde duruldu. İdris hoca da “yerli üretimin tasfiye edildiği” düşüncesindedir (s. 85). Son yıllarda, istatistikler yetersiz olsa da yıkımın 1870’lere kadar sürdüğünü, ama sonrasında imalatta canlanma olduğunu ve özel sektör yatırımlarının arttığını ortaya koyan çalışmalar(5) vardır.
MİLLET-İ HÂKİME VE MİLLET-İ MAHKÛME
Tanzimat ve Batılaşma incelemelerinde üzerinde durulmayan konu, Sünni İslam egemenliğinin ve ezilen Hıristiyanların yok sayılmasıydı. Bu, İdris hocamızın analizi için de geçerlidir. Sünni İslam, halife Sultan’la, Şeyhülislam makamıyla ve dini teşkilatlarıyla (tarikatlar), sistemin kurucu ideolojisiydi. Osmanlı’da “millet-i hâkime” Sünni İslam olanlardı ve “millet-i mahkûme” de Sünni İslam olmayanlardı. Sistemin temel çelişkisi de hâkimle mahkûm arasındaydı. Bu konuda 1461’de fethedilen Trabzon kentinin İslamlaştırılmasını analiz eden Heath W. Lowry’nin doktora tezi(6) bilgilendiricidir.
İdris hoca, değindiğim bu noktaları bilmiyor olamazdı, ama buna rağmen, Sünni İslam’ın egemenliği yok sayıldığı gibi halk cephesi Sünni İslamcı nitelendirildi. Osmanlı’nın bugünün diliyle ikinci sınıf vatandaşı diyeceğimiz “millet-i mahkûme” Hıristiyan ve Musevi milletleriyle diğerleri, halkın bütünlüğünde ne konumdaydı? Veya bunlar da mı Sünni İslamcı nitelendirildi? Öyle ki, sistemin tepesindeki padişah bile ayan, eşraf, ulemayla birlikte doğucu-İslamcı halk cephesinde yer aldı (s. 70). Ne olursa olsun, mahkûm milletler sisteminin tepesindeki padişah (ve yerel derebeyi ayanlar), nasıl halk cephesinde yer bulurdu?
İdris hoca, milletler meselesine pek değinmiyor, söylediği şuydu: “Azınlıkları korumak ve onlara bağımsızlık vermek adı altında, kapitalist ülkeler Osmanlı azınlık ve Müslüman-Hıristiyan çelişkilerinden de yararlanarak Osmanlı ülkelerini önünde sonunda bölüşmek amacında idiler.” Batı kapitalizmi, kurduğu ticari ve finansal ilişkisini bir kısım azınlıklar aracılığıyla örgütlemeye koyuldu. “İmparatorluğu bölen azınlıkların” milliyetçi hareketleri gelişirken levantenler emperyalist batıyla gözüktü. Kapitalist gavurun kolu sayılacaktı. Tanzimat bürokratı hatta Tanzimat padişahları, Batı ile ve onun iç kolu Levantenlerle aynı safta görünüşlerinden gavur diye sınıflandırıldı. (s. 56-57.)
Maalesef, hocamız da Abdülhamid’in temellendirdiği ve İttihatçıların derinleştirdiği, Hıristiyanların tasfiyesi barajını aşamadı. Millî yani milletler meselesi anlaşılamayınca birlikte yaşama önerisi netleştirilemedi. ‘Piyon’ nitelendirmenin ötesine geçilemedi. Saray’ın egemenliğindeki halkın İslam ve Hıristiyan milletlerden oluştuğu dikkate alınmadı, Hıristiyanlar yok sayıldı. Oysa ikinci sınıf konumundaki Hıristiyanların nüfustaki ve ekonomideki payı, hiç de yok sayılacak gibi değildi. Nitekim 1915’te gayri İslam’ın sanayi sermayesinde ve emeğinde yüzde 85 olan payı, nüfusta yüzde 20’i civarındaydı.
Tanzimat okumalarımda şu da dikkatimi çekiyordu: Dışarı, yani dönemin emperyalist ülkelerin Osmanlı’ya baskısı üzerinde durulurken, içeride Osmanlı bütünlüğünün dinamizmi dikkate alınmadı. Balkanlar Fransız devriminin hemen devamında fiilen ayaktaydı. Her ne kadar bütün toprak, devletin ya da Sultan’ın olsa da Balkan milletleri “kültürel ve ekonomik birikimiyle” ayağa kalmıştı. “Millî kültürel ve ekonomik birikim” hangi kanaldan aktı? Bu kanal üzerine kelam etmeden ve yok sayarak yapılacak analiz, temelsiz olacaktır, çökecektir.
Birikim öyle bir düzeye geldi ki, milletler tek tek kafa tuttu Osmanlı Sultan’ına ve sistemine. 1804’te Sırplar ve devamında Eflak, Boğdan ve Yunanlılar, Bulgarlar millî kimliğiyle ayaktaydı. Zaten Balkan milletlerinin ayakta olduğu yıllarda Osmanlı oligarşik sistemi tıkanmıştı. Devlet-i Âli’nin gündeminde “arkası yarın” misali Saray entrikaları vardı. Saray sistemi o kadar çürümüştür ki, 30 yılda iki kez basılmaktan kurtuldu. 1878’de Ruslar Ayastefanos’a ve 1912’de Bulgarlar Çatalca’ya gelmişti.
Osmanlı’da pek çok etnisite olsa da rejimde İslam ezen ve Hıristiyan’la diğerleri ezilen milletti. Buradaki mücadele görülmeden ne Tanzimat ne de Balkan Hıristiyan milletlerin ayağa kalkması anlaşılabilinirdi. Nitekim Balkanlar özelinde “dış güçler” ağırlıklı analiz, resmi söylemin her millî meselenin değişmez maymuncuğu olacaktı.
Bugün de Kürt meselesi özelinde neler dendiğinin şahidiyiz. Egemenliği sarsan her şey düşmanlaştırıldı. Bu bakışa mahkûm olamayız. Sorunlarımızın temelinde mevcut sistemin “milleten ve dinen” unsurlarının varlığını yok sayamayız!
NOTLAR
1- İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması Batılaşma, Ant Yayınları, İstanbul-1969 ve Bağlam Yayıncılık, 3. baskı, İstanbul-2002. Makaleler de Bağlam Yayıncılık kitabında vardır.
2- Murat Bebiroğlu, Osmanlı Devleti’nde Gayrimüslim Nizamnameleri, İstanbul-2008 s. 14-15, Fatih’in Galata Ahidnamesi-1453 (madde 5); İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Alkım Yayınevi, 25. baskı, İstanbul-2006, s. 114.
3- Murat Özyüksel, İdris Küçükömer üzerine ısrarla sürdürülen kavram kargaşasına bir son verme çabası, Birikim, Kasım 2016, sayı: 331, s. 121-129.
4- Herkül Millas, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yayınları, İstanbul-1994.
5- Donald Quataert, Sanayi Devrimi Çağında Osmanlı İmalat Sektörü, 4. baskı, İletişim Yayınları, İstanbul-2013.
6- Heath W. Lowry, Trabzon Şehrinin İslamlaşma ve Türkleşmesi 1461-1583, 3. basım, Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi, İstanbul-2005.
Nevzat Onaran Kimdir?
İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun oldu. Bir süre muhasebecilik yaptı ve ardından ekonomi muhabiri olarak Özgür Gündem, Evrensel dâhil birçok gazete ve dergide çalıştı. Yakın dönem okumalarını Türk milliyetçiliğinin ekonomi politiğinin analizinde yoğunlaştırdı. 1915-1940 dönemini inceleyen dört kitabı yayımlandı.
Mebus Matyo ve gazeteci Nikos dâhil 35 Rum’a idam 07 Ekim 2024
1915’te Zohrab dâhil altı Ermeni mebus öldürüldü, biri idam edildi 26 Eylül 2024
Atatürk’ü Ermeni’siz, Rum’suz, Kürt’süz ve Dersim’siz tarihselleştirme 23 Ağustos 2024
Genelkurmay: Kurtarılan Garp’ta Hıristiyanlar sahile sevk ediliyor 24 Haziran 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI