İhbarcı toplumda direnen bir kadın: Leyla
Nur Yazgan'ın romanı 'Leyla', Sia Kitap tarafından yayımlandı. Bir kadının bireysel direnişini konu edinen kitap, günümüzle paralel okunduğunda güncelin de irdelendiği kitap olarak karşımıza çıkıyor.
Nur Yazgan’ın Sultan’dan tüm tebaaya yayılan “vesvese” salgını döneminde Leyla isimli genç bir kadının eşitlik mücadelesine evrilecek bireysel direnişini masalsı bir anlatıyla konu edindiği romanı 'Leyla', Sia Kitap etiketiyle raflarda yerini aldı. Roman, sadece anlattığı dönemi değil, dikkatli okur için günceli de irdeleyen bir kurgu niteliğinde.
'Lal Kitap' adlı eseriyle 2007 yılında Duygu Asena Edebiyat Ödülü'nü kazanan Nur Yazgan, 'Leyla' romanın başında da bir lal olma hâlini konu edinir. Kadınları lal oldukları, erkekleri de nadiren konuştukları için ahali tarafından “Sessizzâdeler” olarak anılan ailenin ortanca kızı Perizat hamiledir, üstelik salgın döneminde. Saraydan halka yayıldığı düşünülen bu salgının dört kişi farkındadır. Papaz Theofanis Efendi, Perizat’ın babası Müezzin Ekrem Efendi, Hekimbaşı Aboddin (Abidin) Efendi ile Muharrir Selim Suriri. Dördü de salgına farklı isimler verir: Şüphe, vesvese, kuruntu, kuşku, işkil hastalığı. Perizat’ın akıbeti bu “dört muhterimin” dördünün de akıbetini değiştirecektir -Kurguyu anlatmamak adına dördüncüyü okura bırakmak gerekiyor. Karnındaki evlilik dışı bebeği bol çarşaflar giyerek saklayan Perizat’ın tek kurtuluşu onu doğurmaktır. Bu sebeple Papaz Theofanis Efendi’den yardım diler. İyiliksever Papaz bunu kabul eder fakat salgının bulaşmadığı bir ebe bulamayacağından Hekimbaşı Abidin Efendi’ye başvurur. Böylece, doğum için eski bir köşke, babası uyanmadan, sabah namazından evvel yola düzülür genç kadın, fakat Müezzin Ekrem Efendi uyanmış, onun bir sanrı olup olmadığını anlamak için peşine düşmüştür. Bu sebeple, dört muhteremden üçü ve doğurmak üzere olan Perizat’la aynı mekânda bir araya gelmişken birdenbire vuku bulan zelzeleyle birlikte köşke ağaç düşer. Hem Müezzin hem Papaz hem de Perizat vefat eder. Sağ kalan tek kişi Hekimbaşı Abidin Efendi ve onun tabiriyle Hakikat Ağacı’nın dallarıyla sarmalayarak koruduğu bebektir: Leyla. Mistik bir şekilde doğan bu bebeği zelzelede evlatlarını kaybeden bir aileye verir.
Tavırları herkesten farklı olan Leyla’nın tutkusu okumak ve yazmaktır. Leyla’nın Abidin Dedesi, ona Hakikat Ağacı’ndan yaptığı üç kalemi hediye eder ve zaman geçtikten sonra onu yanına, saraya aldırır. Öte yandan kütüphanesinden bir astronomi kitabı çalındığı vakit hırsızı yakalamak için günlerce pusuda yatan Abidin Efendi bir gün hırsızı bulur. Bu hırsız tulumbacı babası vefat eden, diğer tulumbacılar tarafından kollanarak Galata Kulesi’nde küçük bir yerde barınan bir oğlan çocuğudur. Hastalığın çocuğa bulaşmadığını gören Abidin Efendi, tulumbacıları ikna ederek oğlanı da saraya aldırır. Öyle ki çocuğun bir gün tulumbacı olacağına söz vererek ona “ödünç/borç” anlamlarını taşıyan “Karz” ismini vererek. Karz da başta astronomi olmak üzere kitaplara meraklı bir çocuktur ve Leyla ile birlikte büyürler -ki bu ilişki ileride aşka dönüşecektir. Abidin Efendi, bilhassa “namaz olayında” yaşadıklarından sonra vesveseye düşen, bu ve diğer yönleriyle Abdülhamit’i çağrıştıran Sultan’ın şüpheci ve zalim hükümdarlığında salgını bitirmek için bir ilaç bulmaya çalışmaktadır. Bu ilaçları saray yemeklerine gizlice katar ve başarısız sonuçlar alır, üstelik şüpheleri üzerine toplar zira padişahı ishal etmiştir. Ancak ileride Leyla ve Karz, salgın için farklı bir yol deneyeceklerdir. Vesvese salgınını biraz daha açmalı: Bu salgın romana bir distopya çeşnisi katar çünkü herkesin birbirinden şüphelendiği, herkesin birbirini ihbar ettiği, hatta öldürdüğü, herkesin “müzevir”, yani ispiyoncu olduğu bir toplum yapısı söz konusudur:
“Ana baba evladının, evlat ana babasının önce Sultan’a hakaret ettiğine sonra ise kendine karşı işler çevirdiğine dair kuşkulara kapılıyor.” (s.15)
Ebeveynler ile evlatların dahi birbirine güvenmediği bu tekinsiz toplum yapısındaki distopik damar, zelzelenin dahi sorumlusu sayılan müphem bir düşmanın kurgulanmasıyla tamamlanır: Erbab-ı Fesat.
“Bu fesatların kim olduğu Sultan’ın o günkü nazarına göre sık sık değişse de icraatları asla değişmezdi. Nihayet en büyük oyunlarını oynamış, bir zelzele yaratmışlardı.” (s.32)
Öte yandan, coğrafyası ve zamanı tam anlamıyla belirli olmayan anlatıda masalsı bir hava hâkim olup yer yer fantastik unsurlarla karşılaşırız. Leyla’nın doğum sahnesi, Hakikat Ağacı, bu ağaçtan yapılan kalemler, Leyla’nın insanların akıbetlerini okuyabilmesi mesela.
“Kimin gözlerine baksa parçalanmış zamanın içinden kişinin mazisine ve istikbaline dair anları görebilen Leyla, Karz’ın zaman döngüsüne ait herhangi bir görüntü yakalayamamıştı.” (s.62)
İlaveten, anlatının paralel bir anlatıyla, Selim Sururi’nin 'Leyla vu Mecnun' eserinden bölümlerle devam etmesi de bu masalı, efsaneyi, halk hikâyesini yahut mesnevîyi andıran havaya hizmet eder. Mekânın Doğu coğrafyasında geçmesi de bu havayı pekiştirir. Aynı zamanda üstkurmacaya dayalı bir yapı oluşturur. Bu yapı özellikleriyle ilerleyen anlatıda asıl dikkat çeken romana da adını veren Leyla’nın karakteridir çünkü Leyla ilkin toplum normlarının dışında doğan, gayrimeşru bir çocuktur. İkinci olarak bir kadındır. Üstelik kitabın sonlarına doğru Harem Ağası yüzünden Sultan’ın haremine girmek zorunda kalan bir kadın. Kadınların dönem şartları içerisinde “ikinci mahlukat” olarak görüldüğünün altını çizmeli. Bütün bu eşitsizliklere rağmen Leyla toplumsal kalıpları yıkan ve rotasını bilime çeviren, asla pes etmeyen, insanları iyileştirerek akla dayalı, barışçıl ve eşit bir toplum kurma mücadelesinde her daim direnen bir karakterdir. Nitekim, bazı fırsatlar sayesinde (Matmazel’in ülkesi Fransa’dan getirdiği matbaa makinesi ve tamirle uğraşan Sabit Efendi’nin de “sıhhatli” olduğu için desteğini esirgememesi) mecmua çıkarma fikrini öne atan, bunu gerçekleştirmek için mum ışığında gece gündüz çalışan, bu sayede cariyelerin fikirlerini beyan etmesini sağlayan ve saray içerisinde bir kadın hareketinin oluşumuna vesile olan öncü bir figür olarak belirir.
“Bir gün vesvese hastalığından kurtulunca birbirlerine olan güvenlerini yeniden kazanacaklar ve bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.” (s.109)
Böylece Leyla sayesinde kadınlar bir eşitlik bilincine sahip olmuş ve kadınla erkeğin toplumsal konumunu irdelemeye koyulmuşlardır. Öyle ki ilkin hayran oldukları Selim Suriri’ye duydukları hayranlık bitmiş, kadınlara ait bir mecmuada bir erkeğin yazmasını istememeye başlamışlardır. Başka bir deyişle, toplumsal cinsiyet bilinci oluşmuştur. Altını çizmekte fayda var: Direniş kalemle, yazıyla, fikirledir.
“Mecmua kadınların arasında coşkuyla karşılanmıştı. İlk sayıda yazıları yazan cariyelerden Leman Hanım ‘Şanlı şerefli bir cemiyete vasıl oldum,’ derken Afet Hanım ‘Biz saçı uzun aklı kısa diye erkeklerin istihzasına hedef olmuş taifeyiz. Yazımızda aksini ispat etmeye çalışacağız,’ diyerek bir tefrikaya başlamıştı.” (s.100)
Bu fikirlerin akabinde kadın cinayetlerine de temas edilmektedir. Bu özellikleriyle, günümüz dünyasına paralel okunduğu takdirde 'Leyla'nın güncelin de irdelendiği bir kitap olarak karşımıza çıktığını belirtmeli, bilhassa “salgın” döneminde…