İHD: Depremin birinci yılında hak ihlalleri artarak devam ediyor

İnsan Hakları Derneği, 6 Şubat depremlerinin birinci yılında yaşanan hak ihlallerinin artarak ve çeşitlenerek devam ettiğini tespit ettiklerini açıkladı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - İnsan Hakları Derneği'nden 6 Şubat depremlerinin yıl dönümü nedeniyle yapılan açıklamada, "Depremin yaşandığı ilk günden bugüne kadar yaşam hakkından, eğitim hakkına sağlık hakkından çevre ve mülkiyet hakkına kadar birçok hak ihlali yaşanmaya devam etmektedir. İnsan Hakları Derneği olarak depremin birinci yılında yaşanan hak ihlallerinin artarak ve çeşitlenerek devam ettiğini tespit ettiğimizi ve bu ihlallerin giderilmesi için sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyuna bildiriyoruz" denildi.

  İnsan Hakları Derneği'nden yapılan açıklama şöyle:

 "06.02.2023 tarihinde Maraş merkezli meydana gelen depremler sonucunda resmi rakamlara göre, deprem nedeniyle 50.783 kişi hayatını kaybederken, 115.353 kişi yaralanmıştır. Çevre Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından yürütülen hasar tespit çalışması sonucuna göre acil yıkılacak, yıkık veya ağır hasarlı kategorilerine giren toplam konut sayısı 518.009 olarak belirlenmiştir. Orta hasarlı konut sayısı 131.577 ve az hasarlı konut sayısı 1.279.727 olarak tahmin edilmiştir. Bu veriler ışığında deprem sonrasında 2.273.551 kişi doğrudan barınma sorunuyla karşı karşıya kalmıştır. Yakın zamanda dönemin Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum katıldığı bir televizyon programında depremde 130 bin insanımızı kaybettik şeklinde beyanda bulunmuştur.

Depremin ilk anından itibaren çoğunluğu çocuk olmak üzere kayıp kişiler olduğu yakınları tarafından dile getirilmiş olmasına rağmen aradan geçen bir yıl içerisinde kayıp kişi sayısı ve iddialara ilişkin kamuoyuna tatmin edici açıklama yapılmamıştır.

Depremin birinci yılı dolmak üzereyken depremden etkilenen kentlerde barınma, beslenme, altyapı, eğitim, sağlık, çevre, mülkiyet, ayrımcılık vb. sorunlarının artarak devam ettiğini görmekteyiz

6 Şubat depremleri sonrasında yaşanan hak ihlallerini ve yaşanan sorunları deprem bölgesinde bulunan şubelerimiz raporlar düzenleyerek kamuoyuna sunmuştu. Şubelerimizin sunduğu raporlarda tespit ettikleri sorunların hala büyük bir kısmının giderilmediğini, bir kısmına ise hiçbir şekilde çözüm bile aranmadığını hatta yeni mağduriyetlerin oluştuğuna da şahit olmaktayız.

Depremin sabahın erken saatlerinde saat 04.17 de meydana gelmesi, insanların çoğunun can havliyle ayakkabısız, terliksiz ve ince kıyafetlerle kendilerini sokağa atmış olmaları aynı zamanda kış koşullarına maruz kalmaları, açık alanlarda barınmalarının önündeki en büyük zorluğu yaratmıştı.

Depremin ilk günlerinde barınmaya yönelik herhangi bir adım atılmadığından imkânı olmayan binlerce insan günlerce kendi imkânları ile sokakta pazar yeri gibi açık alanlarda, sera yerlerinde, park alanlarında, bazı gönüllülerin kurduğu çadırlarda ve kırsal alanda yaşayan akrabalarının, tanıdıklarının yanlarına sığınarak barınma sorunlarını dayanışma içinde çözmeye çalışmıştı. Bahsi gecen dayanışmanın yanında asli görevi afet ve acil durumlarda can ve mal kurtarma, sağlık, iaşe, ibate, güvenlik, mal ve çevre koruma, sosyal ve psikolojik destek hizmetlerinin verilmesine yönelik çalışmaları yürütmek olan Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) ve ilgili diğer kamu kurumları deprem krizini yönetememiştir. Genel olarak Devletin kurumlarının ilk hafta yeterli düzeyde kurum ve kişiler ile sahada yer almadığını alan çalışmalarımızda ve halkla gerçekleştirdiğimiz görüşmelerde tespit etmiştik.

Bugün yaşanılan felaketin üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hala insanlar kendi imkanları ile barınma sorunlarını çözmeye çalışmaktadır. Konteyner kentlerin inşasına depremden yaklaşık dört ay sonra başlanması, peyder pey tamamlanmaları, sayılarının yetersiz olması, yapılan konteyner kentlerin uluslararası standartlara uygun olmaması, dört kişilik ailelerin 21 metrekarelik alanda yaşamak zorunda bırakılması gibi bir dizi sorun halen devam etmektedir.

Tarlaların içerisine kurulan pek çok çadır kentte çadırları yağmur, çamur vb. etkilerden koruyacak bir yükselti betonu dahi atılmamış, su drenaj sistemleri kurulmamıştır. Kendi olanaklarıyla buldukları palet vb. malzemelerle çadır tabanını sudan ve çamurdan korumaya çabalayan depremzede yurttaşlarımız yağan her yağmurdan sonra çadırların içine giren sular ve çamurla uğraşmak zorunda kalmıştır

Ayrıca konteyner kentlerde yönetimde bulunan bazı kişilerin konteyner kentlerde geçici hizmette çalışan kişilere mobbing uygulandığı özelikle kadın çalışanların işten çıkarılma korkusundan dolayı kendilerine yapılan tacizleri dile getirmedikleri yaptığımız görüşmelerde tespit edilmiştir. Hükümet yetkililerinin her defasında televizyon ekranlarında çadırda kalan hiçbir depremzede yoktur söylemi gerçeklikten uzaktır.

Hala çadırlarda yaşamını sürdüren insanlar bulunmakla beraber çadırda kalan insanların büyük çoğunluğunu da Suriyeli mülteciler oluşturmaktadır.

Resmi verilere göre depremin etkilediği bölgede geçici koruma kapsamındaki Suriyeli sayısı 1.738.035’tir. Bölgedeki Suriyeli nüfusun yaklaşık yüzde 46’sını 0-17 yaş aralığındaki çocuklar ve yüzde 3’ünü 65 yaş üzeri yaşlılar oluşturmaktadır. Verilen nüfus oranlar yaşanan depremde en çok desteğe ihtiyaç duyan bir sığınmacı nüfusun varlığını göstermektedir. Üstelik kayıtsız olarak kalan sığınmacılarla birlikte bu rakamında daha fazla olduğu bilinmektedir.

'SAĞLIK HİZMETİ HALEN YETERSİZ'

Yaşanan deprem sonrasında Devlete ait hastanelerin genel itibari ile kullanılmaz hale gelmesi, basta yaşam hakkı ihlali olmak üzere ciddi düzeyde sağlık ihlallerine neden olmuştur.

Yaşanılan felaketin birinci yılı dolmak üzereyken Hala yeterli düzeyde hastane inşa edilmedi. Sağlık personeli eksikliği yanı sıra kurulan prefabrik binalar ile konteynerler ve çadırların yan yana dizilmesi ile oluşturulan sağlık kuruluşları, vatandaşların sağlık ihtiyaçlarını karşılama kapasitesinin çok altındadır. Örneğin on milyonlarca TL harcanarak inşa edilen “Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi" (Şehir hastanesi) kullanılamamakta, yıkımı beklemektedir. Bahsi geçen hastanenin araba park alanına kurulan konteynerler da sağlık hizmeti sunulmaya çalışılmaktadır.

Şubelerimizin raporlarında tespit ettikleri bir diğer konu da Eğitim öğretim faaliyetlerinden çocukların uzak kalmasının akademik gelişimlerini etkileyeceği, çocukların güvenilir alanlarda eğitim görmesini gerekliliği, barınma ve diğer ihtiyaçlarının hem aileler hem de öğretmenler nezdinde giderilmesi ve Psiko-sosyal desteğin depremden etkilenen her kesime ivedilikle verilmesiydi. Ne yazık ki bu konuda da devlet gereken hizmeti yerine getirememiş ve yurttaşlar kendi kaderlerine terk edilmişlerdir.

Bugün itibari ile depremden etkilenen illerde Eğitim- Öğretim faaliyetlerinin sürdürüldüğü fakat ailelerin ikamet ettikleri yer ile okulların lokasyonun uzak olması, toplu taşıma araçlarının kentlerde hala çok yetersiz düzeyde olması, Milli Eğitim Bakanlığının taşımalı eğitimi sadece konteyner kentlerde uygulaması, zarar gören okulların yerine standartlara uygun geçici prefabrik okulların yapılmamış olmasından dolayı bazı okul binalarında birkaç okulun öğrencilerinin eğitim görmesi, bu yüzden de sınıf mevcutlarının fazla olması gibi eğitim kalitesini düşüren temel sorunlar bulunmaktadır.

'AYRIMCILIK DEPREMDE DE DEVAM ETTİ'

İlk günden itibaren sahada yaptığımız gözlemlerde ve görüşmelerde Suriyeli Mültecilere yönelik ötekileştirici- ayırımcı söylemlerinin depremle beraber ne yazık ki daha da artığını tespit etmiştik. Bu söylemlerin artmasındaki nedenler yaşanan yağma olaylarının sosyal medyada Suriyeli mülteciler tarafından yapıldığına yönelik kara propaganda, ırkçı söylemler, İl dışından gelen bazı ırkçı grupların halkın içine karışarak Suriyeli mültecileri hedef gösteren asılsız söylemleri yaymasıydı. Ne yazık ki hala mültecilere yönelik ayrımcı ötekileştirici söylem ve uygulamalar devam etmektedir.

Depremlerle beraber alt yapısı tamamen çöken ve kullanılamaz duruma gelen bazı kentlerimizde elektrik, su, doğalgaz hizmetlerinin yeterli düzeyde giderilmediği, enkaz çalışmaları sonucu zarar gören yol ve kaldırımların tadilatının yapılmadığı, Kış Sartları ile beraber mahallelerde çamur akıntıları olduğu tespitlerimiz arasındadır.

Güvenlik önlemi ve sağlık tedbirleri alınmadığı için yıkım ekiplerinden hayatını kaybeden insanlar olmaktadır. Enkaz kaldırma çalışma çalışmalarının yapıldığı binaların hemen hiçbirinde sulama faaliyeti yapılmadığı, hafriyatın depolama alanlarına taşınması esnasında kullanılan kamyonların kasalarının toz yayılımını önlemek amacıyla branda vb. malzeme ile kapatılmadığı, depolama alanlarının yer seçiminde önceliğin inşaat ve yıkıntı atıklarının çevre ve insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkilerinin en aza indirmeye değil, lojistik imkanlara öncelik verildiği görülmüştür. Bu çalışma biçimiyle inşaat atıklarından yayılan asbest maddesinin halk sağlığını önemli oranda tehdit ettiği uzmanlarca dile getirilmektedir.

Acele kamulaştırma kararı ile depremden etkilenen kentlerimizin bir kısmındaki mahalleler, birinci sınıf tarım arazileri ve zeytin alanları TOKİ evleri yapımı için kamulaştırılmıştı. Bu uygulamanın kamu yararı gözetmediği hatta kamunun zararına olduğu daha önceki raporlarımızda tespit edilmişti. Acele kamulaştırma kararı ile İnsanların yüzlerce yıldır kültürlerini inşa ettikleri ve geçimlerini sağladıkları yerler zorla boşaltılmakta halklar zorunlu göçe tabi tutulmaktadır. Yürütme durdurma kararına rağmen (Dikmence mahallesi. Hatay)inşaat firmaları çalışmalarına devam etmekte, birinci sınıf tarım arazileri ve yüzyıllık zeytin ağaçları talan edilmektedir.

Bunun dışında Alt gelir gurubuna ait vatandaşların, Tapu Kadastro müdürlüklerinde depo olarak kaydı olan fakat elektrik, su, doğalgaz gibi hizmetlerin ödendiği ikamet ettikleri konutları depremden dolayı yıkılmış olmasına rağmen yerinde dönüşüm ve hak sahipliğinden faydalanamamaktadırlar. Ayrıca depremzedelere hak sahipliği ve yerinden dönüşüm adı altında sunulan çözüm birçok ailenin yıllarca emek verip elde ettikleri mülkiyeti tekrardan borçlanarak sahip olmasından ibarettir. Mağduriyetleri giderecek asıl çözüm depremden etkilenen yerlerin Özel Afet Bölgesi ilan edilmesi olmalıdır.

Bunun yanı sıra deprem bölgesinde çok sayıda yerin rezerv alanı ilan edilmesi, sonrasındaki muğlak açıklamalar, söylemler ve katılım ilkesi gözetilmeden kentlerin inşasına başlanması hak sahiplerinin kaygılarını artırmaktadır.

Genel itibari ile depremin yaşandığı ilk günden bugüne kadar yaşam hakkından, eğitim hakkına sağlık hakkından çevre ve mülkiyet hakkına kadar birçok hak ihlali yaşanmaya devam etmektedir.

İnsan Hakları Derneği olarak depremin birinci yılında yaşanan hak ihlallerinin artarak ve çeşitlenerek devam ettiğini tespit ettiğimizi ve bu ihlallerin giderilmesi için sürecin takipçisi olacağımızı kamuoyuna bildiriyoruz."