İki ilginç (var olmayan) sergi birden
Ahmet Rüstem Ekici ve Hakan Sorar bu dönem iki sergi ile karşımızdalar. Biri, Tunceli’de keşfettikleri koç mezar taşlarından yola çıkan "Bir Varış Bir Yokuş"; diğeri de ikiliye bu kez Cansu Sönmez’in de dahil olduğu "Kıyının Getirdikleri". Yapay zekanın "ele geçirdiği" bu iki sergi, tarihten, kişisel deneyimlerden referans alıp bize var olmayan dünyaları sunuyor.
Bir hologram fanının önünde duruyoruz. Öyle iki kanatlı, siyah, fırıldak gibi bir şey. Bir hologram bu. Sonra dönmeye başlıyor ve yokluktan önünüzde bir hikaye oluşuyor; 2 dakika 14 saniyeden oluşan bir animasyon, Ahmet Rüstem ve Hakan Sorar’ın, Fırat Arapoğlu küratörlüğünde sunulan, “Bir Varış Bir Yokuş” sergisinin odağı olan koçları içeren bir örgü. Hani çocukluktan anlar kalır gözünüzün önünde, bazılarının neden kaldığını bilirsiniz, bazılarının bilmezsiniz. Ahmet Rüstem Ekici, çocukluğunda Adana’daki evlerinin bahçesinde duran kurbanlık hayvanların bayram günü kesilmesine çok üzülürmüş. Annesi bayram günü kesilmiş etleri doğrarken kapı çaldığında kanlı elleri ile kapıya koşup şeker kasesini tutarmış gelenlere. Bu görüntü, o hologram fanının kanatları döndükçe önümüzde dönen binlerce piksel sayesinde hem Ahmet’in hem bizlerin tekrar hayatına giriyor bir anda. Bir varmış bir yokmuş... Bir Varış Bir Yokuş.
Tunceli, Çorum, Çankırı, İstanbul ve Edirne’de yaptıkları arkeolojik gezilerde özellikle Tunceli’de daha çok rastladıkları koç biçimindeki mezar taşlarından yola çıkan Ahmet ve Hakan, arkeolojik buluntulardan yola çıkarak geleceğin teknolojileri ile bugüne bir iz bırakmak istemişler. Şöyle açayım; aslında Ahmet ve Hakan’ın sergileri, aynı yolu izleyen bambaşka materyal ve hikayelerden oluşuyor. Bir önceki sergileri “Rest in Pieces”de Kütahya’nın Domaniç ilçesinde yüz yıllardır göç ederken erkek kurbağaları sırtlarında taşıyan diş kurbağanların ritonlarını müzede keşfedip bu hikayeden yola çıkmışlardı. Yine bir arkeolojik hikaye, müze ve tarihçilerle çalışma, okuma, araştırma ve yüzyıllarca önceki bir hikayeyi bugüne, henüz sıradan insanların hayatlarına girmemiş en son teknolojilerle taşıma ve bugünün kodlarıyla yeniden yazma pratiği sanatçılarınki. Bu teknolojiler bu dönemde sanat üretiminde ilk örneklerden oldukları için de “2024 yılında sanal gerçeklik (VR) ve artırılmış gerçeklik (AR) kullanarak üretilen sanat eserleri” olarak geleceğe arşivlik işler bırakmayı amaçlıyorlar. Teknolojiyi çok yakından takip edip, her sergide VR ve AR’ın en son özelliklerini kullanıyorlar.
Sergideki eserler aslında var olan bir yere ve zamana da ait değiller, “yoklar”; eserlerin durduğu stant ve mobilyalardan eserlerdeki görüntülerdeki dünyaya, hikayelere kadar her şey, Ahmet ve Hakan’ın tasarımları ve kurguları çerçevesinde verdikleri komutlarla önce yapay zeka, sonra da 3D baskılar ile üretilmiş. Yaşadıkları zamana kendi izlerini bırakırken o dönemki kültürü de yansıtıyor sanatçılar. Örneğin; sergi mekanının bir odasında pek hoş vitraylar var. Bu vitrayların yarısı her nedense muhtemelen restorasyon sırasında kesilmiş. Ahmet ve Hakan mekana özgü bir iş üreterek, vitrayların diğer yarılarını mahallenin kültüründen referans alan görüntüler oluşturarak yapay zekaya ürettirmişler. Odaya sizin seçtiğiniz tasarım, projeksiyonlarla yansıyor. Bir başka yapay zeka komutlarıyla üretilen yeniden kültürel yorumlama, kurban kesme ritüelleri ile ilgili tasarlanmış. Anadolu’da koyunların, koçların üzerine koymak için dokunan halılardan da ilham alan ikili, bu halıları dokuyan teyzeler ile koçları yapay zekada hem videolarda hem fotoğraf karelerinde birleştirmişler. Fotoğraf karelerini basmak için ise, çok hoşuma giden bir detay olarak bayat filmler kullanmışlar. Polaroid film, sanatçılar için anın dokusunu yakalayarak onu kalıcı bir nesneye dönüştürmenin bir metaforu haline gelmiş. Benim de pek sevdiğim David Hockney ve Şahin Kaygun gibi sanatçıların denemelerinden ilhamla, yapay zeka tarafından üretilen imgeleri polaroid printerlarla fiziksel dünyaya taşımışlar. Hem polaroidin kendi doğası gereği, hem de filmler bayat olduğu için üretilen fotoğrafların rengi, keskinliği, dokusu veya kontrastı üzerinde tam bir kontrol sağlanamıyor ve böylece, bir daha birebir aynısı basılamayacak, benzersiz baskılar ortaya çıkmış oluyor.
Sergi, bir tarih ve teknoloji gezisi gibi her odadaki her eser, eserler ile ilgili her detay çok ince düşünülmüş. Derinlik haritaları ile tasarlanmış 3D kil baskılar, hem tarihle hem toprakla etkileşim kurmak için yapılmış. Bir eserin durduğu stant, tamamen sürdürülebilir; sıkıştırılmış topraktan yapılmış. Uruk mozaikler ve kaideleri yine tarihe göz kırpan eserlerden.
KIYININ GETİRDİKLERİ
İnsanlık tarihine göz kırpmaktan kişisel tarihlerimize göz kırpmaya geçiyorum buradan. Ahmet Rüstem ve Hakan Sorar, bu kez Cansu Sönmez’in de katılımıyla yeni açılan kültür-sanat mekanı MeshRu’da Kıyının Getirdikleri sergisi ile İstanbul’un başka bir köşesinde yine gerçeklikten referans alan gerçek olmayan dünyalar yaratıyorlar.
Yazı seven gönlüme çok iyi gelen bu sergi, üç sanatçının bir tatil köyündeki özel sanatçı programında ortaya çıkardıkları eserler, denizi, anıları, doğayı Pera’daki Alexandre Vallaury binasına getiriyor bu kış. Yine yapay zeka aracılığı ile kurgulanan videoda, fotoğraf makinesi sesleri eşliğinde güneşi ve denizi görüyoruz. Yapay zekanın bestelediği bir müzik eşliğinde “çekmeyi unuttuğumuz fotoğrafların” videosu karşımıza çıkıyor. Bu video, tatil gibi; hem çok gerçek hem rüya gibi... Diğer sergilerinde iz bırakma üzerine düşünen sanatçı ikilisi, bu kez “Geçmişe tekrar nasıl dönebiliriz? Yapay zeka araçları bizim o nostaljik hissimizi, geçmişle alakalı bağlantılarımızı yeniden oluşturma konusunda yardımcı olabilir mi?” sorularına cevap arıyor. Tatil köyündeki, çevreye duyarlı binaların balkonlarından geçip mimariye dahil olan ağaçlar, ikilinin projection mapping ile tatil köyünün haritası biçiminde ürettiği enstalasyonda da delikler halinde yansıyor. Haritaya dalgalar yansıyor, tam yanında ise dalgalar, kumlar ve oteldeki çarşaf kırışıklıkları üzerine kazınmış (yine 3D printer ile üretilen) anılar kolonu uzanıyor.
Doğa meseleleri, Cansu Sönmez’in işlerine daha da yansımış; çünkü sanatçı korktuğu deniz çayırlarını (yosunları) odağa almış. Diğer işletmelerde denize girenler rahatsız olmasın diye toplanan yosunlar bu köyde, yosunların toplanması doğaya çok zararlı olduğu için toplanmıyormuş. Böylece yosunlarla barışmaya karar veren Sönmez, biyolog Mert Gökalp’in kurmuş olduğu Project Posidonia ile çalışarak deniz çayırları ve yararları üzerine araştırmalar yapmış (mekanın duvarında Project Posidonia’nın bilgilendirici broşürleri görülebilir). Rüstem ve Sorar ikilisi ile paslaşarak kendisi de yapay zeka aracılığı ile bir video hazırlayan Sönmez, ayrıca Midjourney’de yosunlar üzerine bir enstalasyon tasarlamış ve yapay zekanın tasarladığı seramikleri kendi elinde yapmış. Enstalasyona eklediği suluboyalar ile el emeği, insan yaratıcılığı ve yapay zekayı birleştiren sanatçı, kendisi gibi yosun korkusu olanlar için ise ortaya bir yosun havuzu koymuş. Zeytin atıklarından yapılan deriler ile sürdürülebilir malzeme kullanan sanatçı, ziyaretçileri bu “yosunlara” dokunarak kendisi gibi korkularını yenmeye davet ediyor. Üç sanatçının işleri ayrıca nereidler üzerinden paslaşıyor, biz onları izlerken deniz sesleri, yosun kokusu ile mekana yaz geliyor...
Ahmet Rüstem&Hakan Sorar ve Cansu Sönmez’in “Kıyının Getirdikleri” sergisi, MeshRu’da 15 Aralık 2024’e kadar görülebilir.