İki İlhan

Özgürlüklerinden koparılan iki çiçek. İki kuş. İki isim, iki şair, iki köylü çocuğu, iki gadre uğramış mağdur, iki ağabey, yine de iki kuş, kuş! Aynı dala aynı kedere yaslanmamışlar mı sizce.

Google Haberlere Abone ol

"Bunca yılın sonunda adalet nedir sorusuna sağlıklı bir cevabım yok benim. Zira bu konuda her şey o kadar değişken, hercai ve umutsuz ki... Eh, insanın neresi ağrırsa canı orası. Adalet, uzun upuzun yargılanmamaktır; adalet, kanunların herkes için geçerli olmasıdır; adalet, haksız yere içerde olmamaktır; adalet, unutmamaktır...” Karınca Yuvasını Dağıtmamak

Fizyolojik olarak bize benzeyen on üç insan olduğunu söyleyenler var. On üç İbrahim. Saçıyla, bakışıyla belki de gülüşüyle on üç İbrahim.

Neredeler, ne iş yapıyorlar? Kimin oğlular? Hangi şehrin çocuğular yoksa benim gibi haritada nokta kadar bir ilçede mi yaşıyorlar? El sallıyorlar mı otobüslerdeki beyaz tülbentli teyzelere? Neden? Kederlidirler beyaz tülbentliler. Annemden bilirdim. El sallardım ki gülsünler. Sevinsinler. Belki de yakılmış köylerini unutsunlar. Belki de evlerine bir daha dönmeyen evlatlarının yerine koysunlar, belki...

Bana benzeyen birini bulmuşlar. 13-1 dedim. Kaldı oniki. Fiskaya’daki çay ocağında çay içiyor. Yanda kara, kederli surlar. Surların gölgesinde. Üstünde siyah bir tişört. Giyim kuşam ve tip aynı. Mekân seçimi de aynı. Aferim benzerime. Ben olsam ben de oraya giderdim. Şaşmamak elde değil. Gerçi benim şaşıp kaldığım tek şey bu değil ya neyse... Öz annemi kanserden kaybettikten sonra babamın aynı isimle başka bir kadınla evlenmesi de bir tesadüf mü keder birliği mi ki üvey annemin de hikâyesi anneminkine benzer. Üstelik hayatlarının kesişen yerleri de var. Var ki bize yeniden “anne" oldu. Onların hikâyeleri, kaderleri ve kederleri kesişmiş. Olur öyle. Tıpkı "iki İLHAN” misali keder ve kader birliği var aralarında.

İLHAN SAMİ ÇOMAK

1973 Bingöl Karlıova doğumludur. Eğitimini Bingöl’de sürdürür. Lise son sınıfta bir sınavın varlığından haberdâr olur. Çalışır. Hatta arkadaşlarına yetişmek için didinir. Dicle Üniversitesi Siirt Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği bölümünü kazanır (sonraki yıllarda aynı fakülteye ben de gittim). Kayıt yapmaya giderken yolda kaza geçirirler. Kayda o gün gitmezler. Sonra kayıt yapsa da okula devam etmez. Sınava tekrar girip İstanbul’da Coğrafya bölümünü kazanır. İstanbul dönemi Çomak’ın hayatındaki önemli dönüm noktalarındandır. Evden uzaklaşması, büyükşehirde yalnızlığı tatması ve Bingöl'de bile olsa yakasındaki “öteki kimliği” onu derinleştirmiştir.

“Devletin dille, Ortodoks İslam’ın dinle terbiye etmeye çalıştığı ben, çocukluğumdan bu yana ayrımcılık, sürekli sınavdan geçirme, baskıya uğrama hali nedir iyi biliyorum” diyor.

Hayatındaki bir kırılma da “kekê” dediği Sami’nin ölümü oluyor.

İLHAN’IN İLHAN SAMİ OLMASI

Sami’nin ölümü İlhan’ı derinden etkiliyor. Adını sırtlayıp yazmaya başlıyor. İlhan Sami oluyor. Çomak zaten aileden yadigâr. Ama iki kişilik hüznü de taşıyor. Daha fazla yazmaya, daha fazla üretmeye devam ediyor.

Yazdıkça günlerin de bir anlamı oluyor. Çünkü; çok az da olsa dışarıdaki yaşamından bir şeyler koparıp şiirlerine katık ediyor. Günlerse uzuyor. Davası hakkında uluslararası mahkemelerde “kovuşturulmasının hukuka aykırı olduğuna” karar verilse de mahkumluğu sürüyor. 5, 10, 20 ve 30 yıl! Otuzuncu yılda insafa geliyor devlet, "alışamayacağın hayat sana en büyük ceza, git ve dışarıda yaşa” diyor. Tam otuz. Çıktı. Çıkacak. Tahliyesi ertelendi. Çıktığı gün “bol sarılmalı bir gün olacak”

İLHAN ERDOST

İkinci İlhan’ımız 1944 doğumlu. İkinci kere yeryüzünün kanını emmeye yemin etmiş barbarların, ikinci dünya savaşı (bilerek küçük yazıyorum) dediği zamanlarda doğduğundan geçim sıkıntısı sebebiyle okula bile gidemiyor. Ağabeyi Muzaffer Erdost ise Ankara’dadır. Özellikle dergi ve matbuat işlerinde çalışıyor ve Sol Yayınları'nı kuruyor. Sol Yayınları ki kavuniçi kapaklarıyla akıllarda kalan Marx, Engels, Lenin, Stalin, Mao gibi Marksist ve Leninist külliyatı basıyor. Tabii bunca muhafil matbuatın da bedelini ödüyorlar. Sık sık gözaltı, yasaklamalarla karşılaşıyorlar. İlhan’ın Ankara’ya yerleşmesiyle yayınevi de Muzaffer de güç kazanıyor. Gözaltında olduğu dönemlerde yayınevini İlhan yönetiyor. 1971 darbesiyle başlıyor. Sonraki darbe süreçlerinde kötülüğün de seviyesi artıyor. Ama araya evliliği ve iki çocuğu sığdırıyor İlhan. Türküler ve Alaz. Karanlık günler geliyor. 1980 darbesiyle birlikte “yasak kitap bulundurmak ve yayınlamak suçuyla gözaltına alınırlar. Üstten gelen emirle alındıkların öğrenirler. İşkenceden geçerler (birinci İlhan gibi), astsubaylar dövülmeleri için emir verir. İlhansa öpmeye kıyamadığı kızları için askere şöyle der; “Küçük kızımı uyandırmaya kıyamadan buraya geldim. Bizi dövdürmeyin”

Askerler dövmeye devam eder ve koğuşa alınırlar. Koğuşta yere yığılır. Muzaffer “İlhan, İlhan” der. Nabza bakarlar nabzı atmaz. Ölmüştür. Kızlarını uyandırmaya kıyamayan İlhan yığılıp ölmüştür.

MUZAFFER’İN MUZAFFER İLHAN OLMASI

Kardeşinin ölümünden sonra tıpkı İlhan Sami gibi Muzaffer Erdost da büyük bir keder yaşar. İki kişilik yaşamaya başlar. İlhan’ın iki kızı kalır Türküler ve Alaz, onlara hem amca hem baba olur. Adını adına ekler. Muzaffer İlhan Erdost olur. Kitabevi açar “İlhan İlhan Kitabevi” Şiirler yazar. Tanıklıklarını yazar. Bize ama bir şiiri kalır. Kalır ki o da başka bir hayatla kesişir.

KULİLKA AZADİ

Ankara’da Hacettepe Tıp Fakültesi öğrencileri bir grup kurmaya karar verir. Koma Amed. Diyarbakırlılar Gecesinde sahneye çıkarlar. Albüm yapmaları için Şerafettin Elçi destek olur. Albümde Muzaffer İlhan Erdost’un kardeşi İlhan’a yazdığı şiir eklenir.

“Tu kulîlka azadî yî
Strana welatê me yî
Hespê şeh î dibezî
Çiya û zinaran bira”

Özgürlük çiçeği! Özgürlüklerinden koparılan iki çiçek. İki kuş. İki isim, iki şair, iki köylü çocuğu, iki gadre uğramış mağdur, iki ağabey, yine de iki kuş, kuş! Aynı dala aynı kedere yaslanmamışlar mı?  Yok mu ortak yönleri siz deyin...