YAZARLAR

İki kadın, bir sergi ve hep tasarım

Errin Kancal, Nest Sandalyeleri, Ala Masaları, Flow Masası, Duo masa üstü aksesuarları ve Hamam Lambası ile sergide yer alırken Ethnicloom'un kurucusu Elif Gönensay yün ve kenevir kilimleri, yastıkları ve pufları ile öne çıkmış.

Geçtiğimiz hafta tasarım dünyasından hızla gelip geçen bir sergi gerçekleştirildi. Her gün onlarca sanat etkinliğinin olduğu kentte tasarıma dair etkinlikleri mumla ararız; bu sergi onlardan biriydi, üstelik beni iki harika kadın ile de tanıştırdı.

İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 1
Elif Gönensay ve  Errin Kancal

2-7 Mart tarihleri arasında Ortaköy’de Hüsrev Kethüda Hamamı’nda açılan bu serginin tasarımcıları iki kadın, bağımsız tasarımcı Errin Kancal ve Ethnicloom'un Elif Gönensay idi. Heykel, obje ve dokumaların, tarihi hamamın mekan atmosferi ile eşsiz biçimde bütünleştiği bu koleksiyon tasarımı sergisinin küratörlüğünü Gökhan Karakuş üstlenmişti. Gökhan ile daha önce benzer etkinliklerde birlikte olmuşluğumuz, hatta onun sergilerinden birindeki tasarımcılardan olmuşluğum vardır. Yine bize tasarımın en güzel yanını sunan bir işe emek vererek imza attı.

İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 2
Gökhan Karakuş

Hüsrev Kethüda Hamamı, Ortaköy’ün orta yerinde bulunan bir Osmanlı dönemi Mimar Sinan eseri. Yapı ağır restorasyonlardan geçmiş durumda; günümüzde benzer etkinliklere ev sahipliği yapabiliyor. Kind of Design: Sculpted and Woven isimli bu sergi, sunduğu eserler ile mekânsal bütünlüğü yakalamış nadir bir girişimdi; kuşkusuz süresinin daha uzun olması etki alanını da genişletecekti.

 İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 3

Küratörün açıklamasına göre tasarım bu sergide, ister dokunmuş ister heykelleştirilmiş olsun, malzemelerin sembol, jest, dokunma ve iş birliğinin izlerini taşıdığı bir el yapımı süreci olarak inceleniyor. Nesneler izleyicilere dizelerle birlikte kavramsal bir yolculuk olarak sunulmuştu; az, öz ancak etkili ve güçlü idi.

 İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 4

Sergideki tasarımcıların ikisi de İstanbul merkezli önemli isimler.

Errin Kancal, Nest Sandalyeleri, Ala Masaları, Flow Masası, Duo masa üstü aksesuarları ve Hamam Lambası ile sergide yer alırken Ethnicloom'un kurucusu Elif Gönensay yün ve kenevir kilimleri, yastıkları ve pufları ile öne çıkmış.

 İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 5

Buradaki tasarımlar üreticilerle etkileşime dayanan empatik bir tasarım süreciyle şekillenen malzeme ve zanaat geleneğini gözler önüne sermeyi de hedeflemiş.

Örneğin Elif Gönensay'ın Ethnicloom'undan sunulan dokuma işler, geleneksel el dokuma teknikleri kullanılarak çoğunlukla yünden ve kenevirden yapılmış kilimleri ve halıları kapsıyor. Doğal yöntemler ve kök boyalarla üretilen bu dokumalar kimi zaman desenleriyle, kimi zaman renkleri ile insanda iz bırakıyorlar.

Errin Kancal'ın heykelsi nesneleri ise mermer mobilyalar ve aksesuarların yanı sıra deri sandalyeler ve diğer el yapımı unsurlar da dahil olmak üzere sanatsal üretimi, oymacılık, yontmacılık gibi belirgin  zanaatkarlığı içeriyor. Bu işlerde fonksiyon arayan fikirlerin yanında malzeme kullanımı ve işçiliği, özetle tasarımda olması gereken tüm unsurlar denge ile bir araya gelmiş.

 İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 6

Küratör Gökhan Karakuş sergi ve tasarımcıların Türkiye'de son 20 yılda geliştirdikleri çalışmalar hakkında düşüncelerini şöyle dile getiriyor:

"Tasarım sadece formla ilgili değildir; malzeme, üretici ve gelenek arasındaki sessiz diyalogla ilgilidir. Kind of Design: Sculpted and Woven'da, zanaatın bu diyalog aracılığıyla nasıl ortaya çıktığını inceliyoruz; jestler, dokunuş ve adaptasyon hem tasarımın özünü hem de üretilen nesneleri şekillendiriyor."

 İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 7

Yine Gökhan’a kulak verirsek: Türkiye'de tasarım ve zanaat, genellikle sözsüz, sezgisel ve derinden empatik, şiirselliğe varan sürekli bir diyalog alanında var olur. Yapma süreci, tasarımcı ve zanaatkar arasında akan, fikirlerin basitçe empoze edilmediği, değişim yoluyla şekillendirildiği bir anlayış gerektirir.

Bu sergide bir dokumacının, yünün hissine göre bir desenin yoğunluğunu ayarlamasını, boyanın farklı tonlara ulaşması için geçirdiği farklı teknikleri; bir taş işçisinin mermerin direncine yanıt olarak bir eğriyi nasıl rafine ettiğini görebiliyorsunuz. Eğer benim gibi hem küratörün hem de tasarımcıların tüm detayları birebir aktardığı özel bir tur ile izlerseniz, gördüğünüzün ötesindeki tüm diğer duyguları iliklerinize dek hissetme, tasarımcının yaratım süreçlerinin içine sızma, onların duygularını kendi duygularınızmış gibi içinize alma şansınız da oluyor. İşte tam bu noktada tasarım nesnesi salt bir masa, bir sandalye, bir kilim olmaktan çıkıyor ve yaşamı zenginleştiren bir hikayeye dönüşüyor. Biliyorsunuz zaten hepimiz bu hikayelerin peşinde koşup duruyoruz tüm yaşamımız boyunca.

Bu hassasiyetle üretilen eşyalar koleksiyoner tasarımı dediğimiz bir alana da dahil olabiliyor. Sanat eseri olmayan, fonksiyonel nesnelerin bir sanat eseri mantığı ile üretilip sunulduğu bu tür nesneler, arkalarındaki tüm zanaat ve malzeme birikimi ile, yaratıcısının duygusal zenginliği ile birer nadir eser haline geliyor. Bu özellikleri onları çoğunlukla zamansız da kılıyor. Bir nesne hem nadir hem zamansız ise o halde bunun saklanması, korunması ve değerli bir meta olarak nesilden nesile aktarılması ihtiyacı doğuyor. Buna özetle koleksiyoner tasarımı deniliyor ve ben de yıllardır ara ara bu tür örnekleri ve girişimleri sizlerle paylaşıyorum.

Karakuş bu hassasiyetli tasarım yaklaşımını sergisinde çok güzel özetlemiş, kavramlar arasındaki bu sessiz iletişim, bireysel üreticinin ötesine, Kancal ve Gönensay'ın eserlerinde de daha da güçlenen tüm bir geleneğe uzanmış. Türkiye'de nesiller boyunca aktarılan teknikler, malzemeye karşı duyarlılık ve onun sınırlarına/olasılıklarına karşı taşınan saygı bu üretimlerle ortaya çıkmış. Gökhan bunları “sürekli, yaşayan bir sohbetin sonucu” nesneler olarak tanımlıyor.

İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 8

Sergide öne çıkan diğer kavramlar jest, sembol ve kusurlu dokunuş olarak özetlenmiş. Bu eserlerin tanımlayıcı bir özelliği hem becerikli hem de kusurlu olan elin izi olmuş ve her nesnenin yapımında insan varlığı böylece ortaya konmuş. İster bir dokumacının parmaklarının hassas hareketleri, ister bir heykeltıraşın mermer üzerindeki keski izleri olsun, bu yapım eylemleri tasarıma gizli bir sembolik güç kazandırmış.

 İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 9

Bu sergide, geleneksel motiflerden ortaya çıkan ancak şimdi ölçek, boyut ve malzemelerdeki değişikliklerle birlikte gizli anlamı olan evrensel sembollere dönüşen spiraller, basamaklar, dalgalı çizgiler, haçlar ve çizgiler gibi gizli sembolizmin birçok örneğini görebildik. Bu semboller açık kültürel ve manevi kökenlerinden sıyrılmış biçimde bilinçaltımızda evrensel bir şekilde yankılanıyorlar. Merdiven motifi tarihsel veya manevi anlamlarından daha soyut ve açık uçlu bir şekilde gizli bir sembol olarak örneğin ilerlemeyi, hiyerarşiyi veya geçişi temsil edebilir. Bu yaklaşım, geleneği ve çağdaş tasarımı olduğu kadar formu ve anlamı da yönlendiriyor sergide. Desenler, dokular ve yüzeyler yalnızca niyetten değil, aynı zamanda malzemelerin içsel özelliklerinden ve insan dokunuşuyla ortaya çıkan ince sapmalardan da ortaya çıkar. Kancal ve Gönensay'a göre de tasarım, mükemmellik veya katı kurallarla ilgili değil; üretici ve malzeme, tasarımcı ve zanaatkar, geçmiş ve şimdiki zaman arasında paylaşılan bir dil olarak aktarılıyor. Tasarım bu çerçeveden ne sabittir ne de tekildir; empati, işbirliği ve zanaatın kalıcı canlılığıyla şekillenir.

İki kadın, bir sergi ve hep tasarım - Resim : 10

Tasarımcı Errin Kancal kendini sanat ve tasarım arasında inovatif yaklaşımlar sunan bir kültürel tasarımcı olarak tanımlıyor. School of the Art Institute of Chicago’dan lisans, Central Saint Martins in Londra’dan MA derecesine sahip bu genç kadın, tasarımlarında düşünceli bir fonkiyonelliği nerede ise bir koleksiyon objesine ulaşacak kadar artisan hassasiyetlerle ele almayı çok iyi biçimde başarıyor.

Üretimleri için Türkiye’deki pek çok zanaatkar ve üretici ile çalışan Errin, geleneksel ustalığı çağdaş tasarımlarla birleştiren pek çok emekçi tasarımcıdan biri.

Errin’in sergide yer alan sandalyesi Nest, rahat oturma pozisyonlarına imkan vermesinin yanında insanların çantalarını saklamak üzere özel bir bölme içeriyor. Böylece hem rahatça oturabildiğiniz hem de çantanızı “güvenli” biçimde koruyabildiğiniz özgün bir tasarım sunabilmiş. Tasarımın artistik bir estetiğe sahip olurken aynı zamanda problem çözücü yanı Nest sandalyede açıkça sağlanmış. Bu Errin’in “düşünceli” tasarım ifadesinin bir sonucu. Tasarımcı çok sayıdaki mermer masaları, aydınlatmaları için ise şöyle söylüyor:

"Taşın bir hafızası vardır; her vuruşu, her kesimi, onu şekillendirirken alınan her kararı kaydeder. Taş, ahşap ve çelikle yaptığım işler, zanaatın kontrolle ilgili olmadığı, malzemenin kendi mantığına, ağırlığına ve direncine yanıt vermekle ilgili olduğu bu tarihi benimser."

Ethnicloom’un kurucusu ve bana göre baş tasarımcısı Elif Gönensay ise tevazu içinde kendini tasarımcı olarak tanımlamıyor; üretici, dokumacı gibi kelimeler kullanıyor; ben “editörsünüz o halde” diyiverdim onu dinlerken… Yaşamı ve eğitimi İngiltere, Amerika, gibi ülkelerde şekillenen bu girişimci kadın aslında uluslararası ilişkiler ve ekonomi derecelerine sahip. Ancak tekstil ve dokumanın her zaman hayatında olduğunu belirtiyor. Reklam sektöründe başlayan kariyeri onu önemli ithal markaların temsilciliğinin yürütüldüğü başarılı bir girişime, sonrasında ise mekan tasarımı için özel danışmanlık hizmetleri sunmaya getirmiş. Satıştan mekan tasarımına, uluslararası ticaretten reklama kadar pek çok farklı alanda gelişen bu yolculukta Ethnicloom'un kurulması, Gönensay’ın kariyerinde önemli bir adım olmuş. Böylece tekstile olan tutkusunu, uluslararası bağlantılarını ve geleneksel el sanatlarını korumaya olan bağlılığını birleştirebilmiş. Şimdi bu marka altında çeşitli deneyimlerini ve sosyal açıdan sorumlu tasarımlar yaratma arzusunu bizlerle paylaşabiliyor. Gönensay sergiye ve burada yer alan işlerine dair şöyle diyor:

"Dokuma, bir ritim ve sezgi sürecidir. Her iplik, elin izini, renk seçimini, dokumanın gerginliğini taşır. Bu bir iş birliğidir; geçmiş teknikler ve şimdiki jestler, üretici ve malzeme, gelenek ve yenilik arasında."

Oldukça kısa sürdüğü için sergiyi kaçıranlar adına derlediğim bu yazıya vesile bu buluşma, özel anlatım ve elbet serginin kendisi için başta Gökhan’a ne kadar teşekkür etsek az. Onu – ve itiraf edeyim, bazen de onunla beraber kendimi- samanlıktaki iğneyi arayan iki sefil, tutkulu seyyaha benzetiyorum. Bu iki kadınla tanışmak, karşılaşmak, onlarla, onların yaratımları ile ve duyguları ile dolu bir saat geçirmek, bu haftamın en kıymetli anlarından biriydi.  Daha çok karşılaşmak umudu ile..


Özlem Yalım Kimdir?

Ankara doğumlu, İstanbul’da yaşıyor ve aydınlatma sektöründe strateji ve marka yöneticisi olarak profesyonel kariyerine devam ediyor. 1995 yılında ODTÜ Mimarlık Fakültesi, Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü’nden lisans derecesi aldı, tasarım mesleğinin hemen her alanında gerek kendi firmalarında gerekse çeşitli kurumsal firmalarda ve pozisyonlarda rol aldı. Sivil toplum çalışmaları gerçekleştirdi, uluslararası sergilerde koordinatör ve katılımcı olarak yer aldı, pek çok yarışmanın yazımında ve jürisinde katılımcı oldu. Aydınlatma başta olmak üzere halen tasarımla ilgili alanlarda eğitimler, atölyeler ve konferanslar vermekte. Tüm meslek yaşamı boyunca düzenli olarak çeşitli aylık mecralarda mesleki yazılar yazan tasarımcı, 2013-2015 arasında Optimist dergisinde aylık köşe yazarlığı yaptı. 2018 yılından bu yana sırasıyla Cumhuriyet Pazar, T24 ve Gazete Pencere Pazar’da haftalık köşe yazarlığı yaptı. ‘Bidebunu izle’ Youtube kanalında Şehirler/Şekiller programını, Açık Radyo’da Rotatif programını (cohost) hazırladı ve sundu. Yaratıcı endüstriler alanındaki kritikleri ve ürettiği içerikler talep üzerine halen farklı mecralarda yayınlanıyor. Bunlar arasında Arkitera, Manifold, Sanatatak, Art Unlimited, Oggusto gibi yayınlar sayılabilir. NTV kanalında yayınlanan TurkMucit yarışmasının jüri üyeleri arasında bulundu; İstanbul Tasarım Bienali’ni tasarladı ve İKSV ile birlikte hayata geçirdi. İKSV de görev yaptığı 2010-2014 döneminde iki kez Turkishtime dergisi tarafından üst üste Türkiye’nin en yaratıcı 50 profili arasında gösterildi. Kanada’da yaşayan ve çalışan bir kızı var.