İki mültecinin konuşmaları
'Erdoğan kimin üzerine hakaret, tehdit ve mahkemeleri ile giderse o kişinin doğru siyaset yaptığı sonucuna varıyorum. Canan Kaftancıoğlu, Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş; bu isimlerin yargı marifetiyle sürekli etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor olmalarının nedeni onların şahsi husumeti değil Erdoğan’ın planlarını bozma yeteneğine sahip gerçek siyasal rakip niteliğine sahip olmalarıdır.'
Seçim sonuçları Türkiye’de muhalefeti fena sarmışken bir Avrupa şehrinin ücra semtlerinden birindeki bir birahanenin bahçesinde iki adam her zaman olduğu gibi ara sıra çevrelerine dikkatle göz gezdirip politikadan söz ediyorlardı. Adamlardan biri (Galip Ö.) Türkiye solu kadar Kürt siyasal hareketini de iyi tanıyan bir sosyalistti. Diğeri (Celal S.), bir solcudan çok gezgin ruhlu bir yerleşik yabancı olarak bilinirdi. Aslında bu tanım ikisine de uyardı çünkü Galip de Celal gibi yaşadığı şehirden memnun olmamakla birlikte yerinden kıpırdamaya üşenen tiplerdendi. Ilık bir haziran akşamı aralarında şöyle bir diyalog geçti:
Celal S.: Selahattin Demirtaş’a haksızlık yapıldığını düşünüyorum. Erdoğan balkon konuşmasında Demirtaş için ‘katil’ diyor, sarayının avlusuna topladığı linç güruhunu da “Selo’ya idam” diye bağırtıyor. Demirtaş’ın buna Twitter'dan verdiği sert yanıt paralelinde bir destek fırtınası beklerken Kürt basınında onu “sosyal medya fenomeni” olmakla ve “pop star kampanyacılığı” yapmakla suçlayan bir yorumla karşılaştık. Oysa Demirtaş’ın parti siyasetini belirleyici değil de destekleyici tweetlerle kampanyaya katkıda bulunmaya çalıştığı ortada.
Bu suçlama adeta İstanbul seçimleri öncesinde Kürt seçmenin Demirtaş’ın çağrısı yönünde hareket etmiş olmasının rövanşı olduğu izlenimi veriyor. Demirtaş’ın o vakada Öcalan’ın mektubunda ima edilen tarafsız kalma önerisiyle çeliştiği doğrudur. Ama siyasi konum anlamında da doğruyu yaptı. Erdoğan, İstanbul yenilgisinin hazımsızlığı içinde kendi tabiriyle “İmralı ile Edirne arasında” böyle bir çatışmayı körüklemek için elinden geleni yaptı ama belli ki başarısız oldu. Bu seçimlerde ise Öcalan’dan ya da HDP içinden Demirtaş’ın tweetleriyle uyumsuz bir çıkış görülmedi. Buna rağmen şimdi dönüp Demirtaş’ı adeta başarısızlığın nedeni oymuş gibi sosyal medya fenomeni olmakla suçlamak yakışık almıyor. O nedenle Demirtaş’ın kırgınlığını anlıyorum.
Galip Ö.: Ama karşılığında söylediği de o üslubu sertleştiren cinstendi. “Lafta radikal, pratikte okey masasından kalkamayan… slogan dışında hiçbir numarası olmayan tipler” gibi sözlerin basında yer alması doğru değil. Bence Demirtaş’ın moralini, kendini öne çıkarıyor suçlamasından çok İstanbul’daki seçim başarısının tekrarlanmamış olması bozuyor. Ama bunun vebali, destek verende değil desteklenen muhalefet bloğunda aranmalı. Bu kez ne Ekrem İmamoğlu gibi karizmatik bir aday çıkarma ne de Canan Kaftancıoğlu gibi bir örgütçüyle çalışma basiretini gösteremediler. Bu durumda HDP ve Kürt seçmeninin desteği de onları kurtarmaya yetmedi.
Bu nedenle, HDP’nin sağlıklı bir değerlendirme ve özeleştiri yapması tabii ki doğrudur ama bunu kendi yenilgisi olarak görme ve içinden sorumlu arama gibi yönelimler abartılı görünüyor.
Celal: Özeleştiri mekanizması bazen mazoşizme sapma riski taşır zaten.
Galip: Evet bir self-harm tehlikesi söz konusu. Oysa buna gerek yok. Bir de tabii bu tartışma içinde farklı bileşenlerden farklı görüşler gelmesi de gayet doğal. Bu farklılıklardan hareketle hemen “birbirlerine girdiler”, “dağıldılar” gibi yorum yapmayı bekleyen çok odak var. Ama hareketi tanıyanlar için bunun böyle olmaması bir arıza belirtisi olurdu. Bir kere HDP, Kürt hareketinden ibaret değil. Türkiyeli demokratlar ve birçok sol grup, partinin asli unsurları. İkincisi, Kürt hareketi dediğimiz olgu birçok odağın bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış bir yapı. İlk akla gelenler, İmralı, Kandil ve Demirtaş ya da HDP arasındaki ilişkiler. Ama aynı zamanda bu kadar büyümüş bir hareketin hem yasal hem yasa-dışı hem silahlı hem siyasi hem yurt dışı hem de yurt içi bileşenleri olduğu akıldan çıkarılmamalı. Kürt halkının coğrafi dağılımı gereği bir tek ülkede değil dört ülkede örgütlü olan, Batı diasporasında ciddi biçimde varlığı hissedilen bir hareketin zaman zaman çatışan, zaman zaman da birbirini tamamlayan farklı odaklar barındırması kadar doğal bir şey olamaz.
Farklılık ya da fikir ayrılıkları var mı, yok mu biçiminde saçma bir tartışma yerine, nasıl bir etkileşim içinde hangi usulle tartışıldı/tartışılmalı ve politika belirlemede nasıl bir yol izlendi/izlenmeli soruları üzerinde durulması gerekir. Self-harm anlamına gelen yenilgi ya da bozgun psikozuna hiç meyletmeden sağlıklı bir durum değerlendirmesiyle bir an önce toparlanıp önümüzdeki dönem politikası ne olur diye bakmak gerekiyor.
Celal: Seçim taktiklerinde hata olarak ilk turda cumhurbaşkanı adayı göstermeme ve milletvekili adaylarının belirlenmesinde yanlışlıklar yapıldığına değiniliyor. Ayrıca Kürt seçmenin barajın yüzde yediye inmesi sonucu bir rehavet içine girerek yeterince sandığa gitmediği, ikinci turda Kılıçdaroğlu’na oransal olarak en büyük destek Kürt illerinden gelse de partinin yeterli katılımı sağlama konusunda eksiklikler yaşadığı ifade ediliyor.
Galip: İlk turda aday çıkarma eğilimi vardı. Ama depremle birlikte bu işin tek turda biteceği algısı oluştu ve bu, yalnızca CHP ve Millet İttifakı'nda değil hepimizde oluşan bir beklentiydi. HDP, bu nedenle aday çıkarmayacağını ilan etti. CHP ve müttefiklerinin büyük hatalar yapacağını düşünmüyorduk, dolayısıyla ilk turda hallederiz diyorduk. Olmadı ama sonuçta ortada, büyük bir yenilgi yok. Yüzde 48’e yüzde 52 büyük bir fark değil. Yani arada yüzde on gibi bir fark olsaydı hezimetten söz ederdik. Bu bağlamda Kılıçdaroğlu’nun politik hatasından ve yenilgisinden söz etmek gerekiyor ve bunun muhasebesini Kürt siyasetinden ya da HDP’den değil Türk muhaliflerden beklemek doğru olacaktır.
Celal: Demirtaş eleştirilerinde şöyle bir izlek görebiliyorum: 7 Haziran seçimleri öncesi “Seni başkan yaptırmayacağız” dedi. Ardından da CHP’yi hem İstanbul seçimlerinde hem de son seçimlerde desteklemekte ısrar etti. Bunlar şahsi husumetinden kaynaklanıyor. Siyasi kararlar alıp hayata geçirirken Kürt halkının çıkarlarından çok Erdoğan karşıtlığı ağır basıyor. Tabii ben bu eleştirel izleğe katılmıyorum. Demirtaş’la Erdoğan arasında şahsi husumet varsa eğer bu daha çok Erdoğan’da görülüyor. Hatta, Erdoğan kimin üzerine hakaret, tehdit ve mahkemeleri ile giderse o kişinin doğru siyaset yaptığı sonucuna varıyorum. Canan Kaftancıoğlu, Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş; bu isimlerin yargı marifetiyle sürekli etkisiz hale getirilmeye çalışılıyor olmalarının nedeni onların şahsi husumeti değil Erdoğan’ın planlarını bozma yeteneğine sahip gerçek siyasal rakip niteliğine sahip olmalarıdır. Diğer muhaliflerin çoğu (Kılıçdaroğlu da dahil) son tahlilde Erdoğan’ın planıyla uyumlu munis muhalifler.
Galip: Evet, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin başına geçtiğinden beri yaptığı iki doğru hamle var. Biri Adalet Yürüyüşü. Diğeri de depremin hemen ertesinde Meral Akşener’in devletçi açıklamalarına rağmen çıkıp deprem siyaset üstü değildir diyerek siyasi eleştiriye başlamış olması. Ama depremin siyasi eleştirisini seçim sürecine taşımaktan kaçındı. Muhtemelen bir devlet adamı olarak devleti yıpratmayalım nasıl olsa başına biz geleceğiz gibi bir düşünceye kapıldı. Bedava ev yapacağız ve benzeri birtakım vaatler ortaya attı ve tabii ki halk inanmadı. İkinci tur öncesi başlattığı mülteci karşıtı ve ırkçı söylem ise ayrıca eksi hanesine yazıldı ve Kürt seçmeni tedirgin etti. Bunlara rağmen Kürt nüfusun yoğun olduğu seçim bölgelerinden yine yüksek oranda oy almış olması aslında HDP’nin kendi seçmenini ikna yeteneğinin büyüklüğünü gösteriyor. Öte yandan, Türk tarafının kendini daha çok sorgulaması gerekiyor. Özellikle, Kılıçdaroğlu’nun Alevi olması bu başarısızlıkta ne kadar etkili oldu sorusunu Türk tarafının yanıtlaması gerekiyor.
İki mülteci, havanın iyice kararmış olduğunu fark ederek biralarını bitirdikten sonra ayrıldılar. Ayrılmadan önce ertesi gün yeniden buluşup bu bitmemiş muhabbete kaldıkları yerden devam etme üzerine sözleştiler.