İki özel isim, iki veda: Cem Karaca ve Müzeyyen Senar
Müzeyyen Senar ve Cem Karaca, kendi kulvarlarında bir okul gibi hareket eden iki isim. Karaca ve Senar, on bir yıl arayla 8 Şubat’ta aramızdan ayrıldı. Onları hasretle anıyor, her şey bir yana bana kattıkları güzellikler için teşekkür ediyorum.
Yakın dönemde memleket müziğine yeni bir soluk getiren topluluklardan Daniska, Deniz Bayrak imzalı “Yaş Hüzün Şarkısı”nın sonlarına doğru ustalara selam çakar: “Bir dilim beyaz peynir yanıma / Buz istemez gidenlerin ruhuna / Zeki’nin, Müzeyyen’in, Neşet’in aşkına / O kadar...” Kimlerden söz ettiğini anlamamız için soyadlarını zikretmeye gerek duyulmamış çünkü ortak hafızamızda hepsinin karşılığı tek: Zeki Müren, Müzeyyen Senar ve Neşet Ertaş. Aylin Aslım, aynı formülü, 2013 yılında yayımlanan “Zümrüdüanka” albümünde yer alan “İşte Sana Bir Tango” adlı şarkıda kullanıyor: “Bu gece benim gecem / Önümde tek kişilik rakım, mezem” sözlerini şu nakarata bağlıyor: “Ağladım Zeki Müren’le / Coştum Müzeyyen’le / Ne olmuş canımı yaktıysa / O yâr benim, kime ne?”
GÜFTE ANLATICISI MÜZEYYEN SENAR
Müzeyyen Senar, alaturkanın en büyük isimlerinden biri. Yeni bir yol açtı, tarzıyla ve tavrıyla pek çok insanı etkiledi, “Müzeyyen gibi” tanımını literatüre kazandırdı. “Ben şarkı söylemiyorum, güfteyi anlatıyorum” derdi -ki onu, diğerlerinden ayıran bu: Şarkı söylemenin anayasasını tek cümleye sığdırmış. Sözleri yuvarlayan, ağızlarında döndüren onca isme verilmiş en güzel cevap belki de bu. Onun için her söylediği anlaşılıyor, onun için şarkılarının kalbimizdeki yeri ayrı.
Ceylan Ertem, Müzeyyen Senar’ın ardından şu cümleleri kurmuştu: “Sesiyle herkesi bir yere sürüklerdi Müzeyyen Abla. (...) Bir kelimeyi vurgulayışı, güfteyi seslendirişini ders gibi okudum. Büyülendikçe büyülendim.” Sadece o değil, yeni nesilde Müzeyyen Senar’ı ve şarkılarını örnek almış (Melike Şahin’den Gaye Su Akyol’a) pek çok isim var. Bu cümleyi “iyi ki” ile pekiştirmek durumundayım çünkü doğru tedrisat ve onunla oluşturulmuş temel, güzellikleri beraberinde getiriyor. Ustalardan el alanlar emin adımlarla yollarına devam ediyor ve ana arteri gerişletmekle kalmıyor, açtıkları yollarla onu güzelleştiriyor. Şu ana kadar saydığım isimler, onun için bu kadar değerli.
Alaturka tarihini yazarken ıskalamamamız gereken isimlerden, Müzeyyen Senar. Onu ve yaptıklarını olası bir “alaturka ansiklopedisi”nde tek bir maddeye sığdırmak yeterli olmaz; başlı başına bir cilt ayırmak gerekir. Bundan altı yıl önce, bir 8 Şubat günü aramızdan ayrılan sanatçıyı ne kadar anlatsak az. Yazık ki hakkında yazılanlar yeterli değil. Keşke çok daha fazlası olsa...
Müzeyyen Senar’ın ölüm haberini İMC TV’de bir canlı yayın öncesinde almıştık. Feryal Öney’le, şahane programı 1001 Çiçek’te, Cem Karaca’yı aramızdan ayrılışının on birinci yılında anmaya hazırlanıyorduk. Yarın, iki sanatçıyı da anacağız. Üstelik yolları bir. Cem Karaca, Müzeyyen Senar’ın alaturkada yaptığını rock kulvarına taşıdı ve kendi yolunu çizerken pek çok insanı etkiledi. Yeri doldurulamayacak isimlerden. Yorumu muazzam. Yıllardır kurduğum cümleyi yineleyeyim: Bence memleket rock tarihinin en iyi yorumcusu.
CEM KARACA’NIN ‘BÜYÜK’ HİKAYELERİ
Geçtiğimiz hafta yayımlanan yazımda Barış Manço’dan söz etmiş ve onu, “hikayecilerin pîri” olarak nitelendirmiştim. Her yerde karşımıza çıkan, “aramızdan biri” diyebileceğimiz insanların hikâyelerini büyük ustalıkla anlatıyor. Çağdaşı Cem Karaca, uzun ve büyük hikâyeleri şarkılarına sığdırmayı tercih ediyor. “Tamirci Çırağı”nda anlattığı bir roman aslında. “Kavga”, bir ulusun kurtuluş savaşını tüm çıplaklığıyla belgeleyen bir şarkı. “Parka” direnişin, “Mutlaka Yavrum” umudun simgesi. Tek tek şarkılarına baktığımızda, her birinin birer destan olduğunu görüyoruz. Aralarında bireysel acılar, sonu kötü biten aşk hikâyeleri ve kırgınlıklar olsa da şarkılarının çoğu böyle. Hasreti en iyi anlatan isimlerden biri çünkü bizzat yaşamış. Yorumunun gücü, anne ve babası vesilesiyle tiyatro salonlarında büyümüş olmasından. Yuttuğu sahne tozu şarkılarına sirayet ediyor, onu yorumcuların ve anlatıcıların pîri yapıyor.
Müzeyyen Senar ve Cem Karaca’nın yolu, 1971 yılında İzmir havaalanında kesişmiş. Tesadüfen karşılaşan ikili, orada bulunan Hüseyin Baradan vesilesiyle tanışmış ve karşılıklı olarak birbirleri hakkında düşündüklerini dile getirmiş... Senar, “Ben senin yaptığın müziği kendi zevkime uygun bulmuyorum ama yeni akımın öncüsü olarak çok şeyler yaptın. Çabaların takdir topluyor.” derken, Karaca, salvosunu nezaket sınırları dahilinde yapmış: “Ben de Klasik Türk Musikisi fikrine karşıyım. Müziğimiz şark ezgisinden kurtarılmalıdır. Anadolu’nun özü karıştırılmalı, bu özde gizli değerler ortaya çıkarılmalıdır. Ben bunu yapmaya çalışıyorum. Ulusal Türk musikisinin yeniden diriltilmesi için gayret sarf ediyorum. Ancak sanat zevki olarak sizden aldığım feyzi inkâr edemem. Ama bu demek değildir ki ağdalı ve belli kalıplardan kurtulamamış Klasik Türk Musikisini seviyorum…Bundan sonra da seveceğimi sanmıyorum.”
Bu karşılaşmanın yaşandığı dönemde Cem Karaca’nın diskografisinde ayrıksı bir yoruma rastlıyoruz. Sanatçı, klasik alaturka eserlerden “Erenler”i kendince yorumluyor. Sonrasında alaturka ile temasını kopartmıyor ama bu türe temkinli yaklaşıyor. Tıpkı Müzeyyen Senar gibi: Şarkılarında Batı müziği dokunuşları var ama hiçbir zaman haddini aşmıyor, onları bir renk olarak kullanıyor.
Müzeyyen Senar ve Cem Karaca, kendi kulvarlarında bir okul gibi hareket eden iki isim. Üç yıl önce yine duvaR için yazdığım bir yazıda iki ismi yan yana getirmiştim. Bu, o yazıyı tamamlasın.
İKİ VEDA KONSERİ
Hayatımda “iyi ki tanık oldum” dediğim çok karşılaşma var ama iki konserin yeri ayrı. İlki, 18 Ekim 1998’de Yapı Kredi Sanat Festivali kapsamında, Atatürk Kültür Merkezi’nin büyük salonunda düzenlenen Müzeyyen Senar konseri. Sanatçı, o sahnede, Ercüment Batanay ve arkadaşları eşliğinde muazzam bir repertuvarı dinleyicisiyle buluşturmuştu. ‘50’li yıllarda sinemalarda düzenlenen “büyük” konserlere yetişemeyen benim gibi dinleyicileri o döneme ışınlayan bir buluşmaydı bu. O gece, bir devrin kapanışına şahit olduk. Müzeyyen Senar, sahnelerdeki son assolistti ve bu konser, bir anlamda jübile konseriydi.
Gerçek jübilesi, 5 Eylül 2006’da Sepetçiler Kasrı’nda verdiği konser. Sağlık sorunları, o günden sonra sahneye çıkmasına izin vermiyor ama son konserinde 88 yaşında olduğunu düşündüğümüzde, bunun ne denli önemli olduğunu bir kere daha idrak ediyoruz.
Sözünü edeceğim, tanık olduğum ikinci konser, Cem Karaca’nın “veda” konseri. 2004 yılının 17 Ocak günü Ankara’da Saklıkent’te gerçekleşen konserde eski repertuvarından şarkılar söylemiş, dinleyicilerine “Parka”, “Kavga”, “İhtarname” gibi şarkılarıyla veda etmişti. 2003 yılının Eylül ayında yapılan ilk BarışaRock’ta olduğu gibi eski dinleyicisinin karşısına çıkmıştı. Bu, onun için önemliydi.
Cem Karaca ve Müzeyyen Senar, on bir yıl arayla 8 Şubat’ta aramızdan ayrıldı. Onları hasretle anıyor, her şey bir yana bana kattıkları güzellikler için teşekkür ediyorum.