İki suikast, bir tarih: Malcolm X ve Hrant Dink
Toplumsal eşitlik ve özgürlük talep eden bilinç, bu tarihsel eşitsizlikle çatışmanın eşiğinde şekillenir. Malcolm X ve Hrant Dink, kabuslarına rağmen bu mücadeleyi kitlelere ulaştıran taraflardır.
21 Şubat’ta Malcolm X cinayetinin 60. yılı anılacak. Siyasi cinayetler, sıradan bir asayiş vakasından öte, toplumların tarihinde derin izler bırakan ve devlet kurumlarının rolünü tartışmaya açan olaylardır. Malcolm X ve Hrant Dink cinayetleri ise bu tür olayların çarpıcı örneklerindendir. Her iki suikastta da devletin ihmalkâr bir tutum sergilediği, saldırganları cesaretlendirdiği ve lojistik ile hukuki koruma sağladığı açıkça görülmektedir. Bu durum, devletin desteği ve örgütlemesi olmadan gerçekleşmeyecek olan birçok siyasi cinayetin de ortak noktasıdır. Bu makalede, hem Malcolm X hem de Hrant Dink cinayetlerinin arka planlarını, soruşturmalardaki aksaklıkları ve her iki vaka arasındaki dikkat çekici benzerlikleri ele alacağız. Aynı zamanda, her iki ismin içinden çıktığı toplumları da karşılaştıracağız.
MALCOLM X
Malcolm X, 1925 yılında Malcolm Little adıyla dünyaya geldi. Irkçılığın şiddetli biçimde hissedildiği bir dönemde büyüdü ve gençlik yıllarında suç faaliyetlerine karışarak hapse girdi. Hapishanedeyken Nation of Islam (NOI) ile tanıştı, İslam’ı benimsedi ve soyadını “X” olarak değiştirdi. NOI lideri Elijah Muhammad ile yaşadığı görüş ayrılıkları sonucunda bu tarikattan ayrıldı. Mekke’ye yaptığı hac ziyareti sırasında El-Hajj Malik El-Shabazz adını aldı.
Zamanla siyaset ve toplum üzerine düşünceleri gelişen ve daha enternasyonalist, kapsayıcı bir perspektif benimseyen Malcolm X, Afrika’daki antikolonyal mücadelelere destek verdi.
Eskiden mesafeli olduğu Baptist rahip Martin Luther King Jr. gibi sivil haklar önderleriyle de daha yakın ilişkiler kurmaya başladı. Ayrıca Troçkist The Militant gazetesiyle işbirliği yaparak Afro-Amerikan mücadelesini küresel emek ve ezilen halkların mücadelesinin bir parçası olarak konumlandırdı. Hitabet yetenekleri ve kitlelerle kurdukları ilişkiyle öne çıkan Malcolm X ile, söylemlerini alegoriler ve halk dilindeki benzetmelerle ifade etme biçimi ile dikkat çeken Hrant Dink, kitleler üzerinde derin bir etki yarattılar.
CİNAYET VE SONRASI
Malcolm X, suikasta uğrayacağına dair ciddi tehditler aldığını defalarca dile getirdi. Suikastten bir hafta önce, 14 Şubat’ta evine yapılan saldırıda evi yakıldı. 21 Şubat 1965 günü, New York’un Upper Manhattan bölgesindeki Audubon Ballroom salonunda konuşmasına başlamak üzereyken, tahminen üçü silahlı toplam beş saldırgan tarafından vurularak hayatını kaybetti. Cinayet esnasında eşi Betty Shabazz ve kızları da salondaydı; ancak aldığı 21 kurşun yarası sonucu Malcolm X kurtarılamadı.
O sırada bir sivil polis ve dokuz polis muhbiri de salondaydı; fakat daha sonraki mahkeme süreçlerinde davaya dahil edilmediler. Sivil polis aynı zamanda Malcolm X’in yakın korumasıydı. O saldırganlardan birini yaraladığı ve Malcolm X’in hayatını kurtarmak amacıyla suni teneffüs yaptığı için daha sonra amirleri tarafından sert tepkilere maruz kaldı.
2020 yılında Netflix’te yayınlanan “Who Killed Malcolm X?” (Kim Malcolm X’i Öldürdü?) adlı belgesel, soruşturmadaki eksiklikleri ve devlet kurumlarının rolünü bir kez daha gözler önüne serdi. Kapatılmış bir cinayet dosyasının, “amatör tarihçi” diye nitelendirebileceğimiz Abdur-Rahman Muhammad tarafından toplum nezdinde gündeme getirilmesi ve dosyadaki eksikliklerin aktarılması, dava sürecinde yeni bir aşama başlattı. Ardından, cinayetten haksız yere mahkûm edilen Muhammad Abdul Aziz ve Khalil Islam adlı iki kişinin suçsuzluğu resmen kabul edildi. Bu kişilerin ailelerine 36 milyon dolar tazminat ödendi. Ayrıca, 2023 yılında Malcolm X’in ailesi, soruşturmada yapılan hatalar ve ihmaller nedeniyle 100 milyon dolarlık yeni bir dava açtığını duyurdu.
HRANT DİNK
Hrant Dink, Türkiye’de yaşayan Ermeni toplumunun önde gelen aydınlarından biriydi. Kurucusu ve genel yayın yönetmeni olduğu Agos gazetesi aracılığıyla, Türkiye’deki Ermeni kimliğine dair diyalog yanlısı bir söylem geliştirmek için çaba harcadı. 1915 olaylarına ilişkin diyalog çağrısı ve Türk ile Ermeni toplumlarının yakınlaşması için yürüttüğü çalışmalar, kendisine destek sağladığı kadar yoğun tepki de çekti. Hrant Dink, Cumhuriyet döneminde Türkçe konuşarak Ermeni kimliğiyle ortaya çıkan belki de ilk entelektüeldi. Gelen tepkilerin ardındaki temel neden ise, onun siyasal bir Ermeni kimliğiyle toplumsal bir pozisyon geliştirmeseydi.
CİNAYET VE ARDINDAN GELİŞEN SÜREÇ
19 Ocak 2007 tarihinde, Agos gazetesinin önünde silahlı saldırıya uğrayan Hrant Dink için, tıpkı Malcolm X gibi, önceden bilinen tehditlere karşı yeterli koruma sağlanmaması, aslında tehditin geldiği yeri de işaret ediyordu. Türkiye’deki emniyet ve istihbarat birimlerinin cinayet planından haberdar olduğu, ancak operasyonel anlamda gerekeni yapmadığı iddiası, sonradan belgelerle ve ifadelerle ortaya çıktı.
Kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink Cinayeti Davası, uzun yargı aşamalarının ardından 2021’de ilk derece mahkemesinde sona ermiş gibi görünse de, karar Dink Ailesi avukatlarını tatmin etmedi. Karar, birçok talebi karşılamadığı için avukatlar davayı önce Yargıtay’a, ardından AYM’ye (Anayasa Mahkemesi) taşıdılar. Yargıtay ise bazı sanıklar yönünden bozma kararı verdi ve bu kişiler yeniden yargılanmaya başlandı. Şimdiye kadar davada bazı noktalara gelinebilmiş ise, kitlelerin bu davayı takip etmesi, davanın avukatları, mücadeleyi sürdüren ailesi, aktivistler, gazeteciler, ve yazarların emeğiyle ulaşılmıştır
7 ŞUBAT 2025 GELİŞMELERİ: YARGILAMADA SON DURUM
Yargıtay’ın bozma kararının ardından yeniden görülen davada, 7’si tutuklu 15 kamu görevlisi yargılandı. 7 Şubat 2025’te çıkan kararda mahkeme heyeti; Muharrem Demirkale, Hasan Durmuşoğlu, Gazi Günay, Okan Şimşek, Ali Öz, Mehmet Ayhan, Onur Karakaya, Osman Gülbel ve Bekir Yokuş hakkında müebbet hapis cezası verdi. Ancak Dink Ailesi avukatları, eksik soruşturma ve kovuşturma yapıldığı gerekçesiyle bu karara itiraz edeceklerini duyurdu.
Dink Ailesi avukatlarından Hülya Deveci, 7 Şubat’taki kararın ardından Agos gazetesine yaptığı açıklamada, soruşturmanın ve kovuşturmanın eksik yürütüldüğünü vurguladı. Deveci, Savcılık tarafından hazırlanan iddianamelerin, Hrant Dink cinayetinin belli bir örgüt üzerinden tanımlanmasına rağmen, cinayeti “kimin ya da kimlerin planlayıp kararlaştırdığı” sorusunun hâlâ yanıtlanmadığını ve buzdağının sadece bir kısmının ortaya çıkarıldığını belirtti.
Deveci, ayrıca dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın, cinayetten yalnızca üç gün sonra “örgüt bulgusu olmadığını” açıklayarak adeta “başka soruşturmaya gerek yok” mesajı verdiğini, bu yaklaşımın yıllar boyunca soruşturmayı sınırladığını dile getirdi. Dink Ailesi avukatları, soruşturmanın genişletilerek “devlet içi tüm odakların” rolünün açığa çıkarılmasını talep ediyor; ancak mevcut yargı kararının cinayetin ardındaki tüm sorumluları kapsamadığını savunuyor.
Devlet ise, bu davaları kendi bürokratik dehlizlerinde unutturarak, zaman içinde etkisizleştirmek ve faillere koruma sağlamak istemektedir. “Hrant Dink Davası ve Pasif Devrim Kıskacında Türkiye” başlıklı yazıda belirtildiği gibi Hrant Dink davasında mağdurların yakınları, insan hakları örgütleri ve Türkiye Gazeteciler Sendikası gibi sendikalardan oluşan tam yetkili, bağımsız bir soruşturma komisyonunun kurulması, bu davanın aydınlatılması açısından zorunlu bir adımdır.
İKİNCİ SINIF VATANDAŞLIK VE KÖLELİK
"İkinci sınıf vatandaşlık 20. yüzyıldaki köleliktir” diyen Malcolm X, siyahlerin maruz kaldığı ırkçılığın kölelik düzeninin devamı olduğuna işaret ederken, Hrant Dink ile bu karşılaştırmanın temelini anlamak için, Ermenilerin de kölelikle ilişkisini ele almak gerekmektedir. Osmanlı’da yaşayan Ermeni toplumu, farklı sosyal sınıfları barındırdığından, uğradıkları baskılarda ortak noktalar ve farklıklar bulunmaktaydı. Hıristiyanlıktan Müslümanlığa geçiş sürecinde ağır vergiler ve kölelik baskısı altında kalmaları, her zaman (tüm) Ermenilerin tepesinde sallanan bir tehdit olmuştur. Osmanlı’da tarih boyunca çeşitli bölgelerde yaşayan Ermeni halkı dahil olmak üzere Hıristiyan halkların köleleştirilmesi ve bunun 1915’te köleleştirilen kadın ve genç kızlara kadar devam etmesi bu topraklara dair köleliğin tarihini belirler. Bu durum, Amerika’daki köleleştirilmiş siyah nüfus ile de benzerlik taşımaktadır. Kölelik de dahil üç farklı baskının kaderini barındıran bir halk olan Ermenilerin bu durumuna bakmakta fayda var.. Reaya sıfatıyla tanımlanan Ermeni köylüleri, topraklarında mülksüzleştirilerek ve fiziksel olarak da yok edilerek, İrlanda köylüleri ile Amerikan yerli halkının kaderiyle benzerlik göstermiştir. Bunun yanı sıra da ticarete ve zanaatlar ile kurduğu ilişki yüzünden dolayı günümüze kadar devam eden nefret söylemleri var. Burada Yahudi toplumunun kaderiyle ortak özellikler göstermektedir. Ezcümle, Ermenilerin ikinci sınıf vatandaşlık durumu yalnızca kölelikten kaynaklanan bir olgu değil, farklı dönemlerde değişen oranlarda etkili olan üç temel baskının bir sonucudur.
Osmanlı tarihçiliği, köleliği ya yok sayar, ya över ya da bağlamından kopararak ele alır. Mecbur kaldığında ise konuyu yüzeysel bir biçimde, istisnai bir durum olarak veya zaten her toplumda var olan bir olgu şeklinde işlemeye eğilimlidir, bunun en son bayraktarlığını Emrah Safa Gürkan yaptı. Ancak, bu köleci sistemin sürekliliği ve Osmanlı devlet yapısıyla olan derin bağı ise göz ardı edilir.
Toplumsal eşitlik ve özgürlük talep eden bilinç, bu tarihsel eşitsizlikle çatışmanın eşiğinde şekillenir. Karl Marx’ın ifade ettiği gibi, "önceki nesillerin geleneği yaşayanların beyinlerinde bir kâbus gibi ağırlaşır." Malcolm X ve Hrant Dink gibi isimler, kabuslarına rağmen bu mücadeleyi kitlelere ulaştıran figürler olarak bir taraftırlar. Tam da bu nedenle yaşadıkları siyasi cinayetlerin hedefi olmuşlardır. Tarihin iki farklı noktasında ve farklı coğrafyalarda yaşamış bu iki ismi birbirine bağlayan ise ortak bir kaderin yarattığı tarihsel sorumluluktur.