İki yılda bir Dünya Kupası olur mu?
Futbolu yönetenlerin kafası epeydir karışık. Çünkü içten içe, oyunun iyiye gitmediğinin ve buna kendilerinin sebep olduğunun farkındalar…
FIFA Futbol Gelişim Direktörü Arsène Wenger’in Eylül başındaki önerisiyle somutlaşan iki yılda bir Dünya Kupası düzenlenmesi fikri, oyunun paydaşlarından farklı tepkilerle karşılaştı. Planın uygulamaya geçip geçmemesi bir yana, futbola dair daha temel sorunlar var.
HER YAZ TURNUVA
FIFA, Dünya Kupası’nın dört yerine iki yılda bir düzenlenmesini öneriyor. 2026’dan itibaren takım sayısının 48’e çıkarılacağı zaten açıklanmıştı. Yani Wenger’in dediği gerçekleşirse, iki yılda bir 48 takımlı dünya kupaları izleyeceğiz. Aralardaki senelere ise kıta şampiyonaları (Avrupa özelinde Euro) serpiştirilecek. Böylece futbolseverler her yaz büyük bir uluslararası turnuva seyredebilecek. Eleme maçlarının ise yılda iki sefer, Ekim ve Mart ayında açılacak pencerelerle oynanıp bitirilmesi öngörülüyor.
Şu ana kadar UEFA’nın yanı sıra Güney Amerika Futbol Federasyonları Birliği CONMEBOL da teklife karşı çıkıyor. Bekleneceği üzere, Avrupa Kulüpler Birliği (ECA) de en hararetli muhalifler arasında. Öte yandan Afrika Futbol Konfederasyonu, Karayip Futbol Birliği ve kimi Asya ülkeleri FIFA’nın yanında görünüyor. UEFA’nın tavrı bir yana, Avrupa’daki kimi ulusal federasyonlar – örneğin Fransa – teklifin en azından değerlendirilmeyi hak ettiği görüşünde. FIFA’nın iddiasına göre, taraftarın çoğunluğu da yeni düzenlemeyi destekliyor.
KULÜPLER YÜKSELİRKEN
FIFA iki yılda bir Dünya Kupası iştahını genel olarak kapsayıcılık söylemi üzerine kuruyor. Oyunun daha fazla yere, daha fazla insana ulaşması, organizasyon sıklığının artması sayesinde daha çok ülkenin ev sahipliği yapacak olması, daha çok turnuva daha az eleme yöntemiyle “anlamsız” milli maç sayısının azaltılması gibi argümanlar var.
Kapsayıcılık söylemi samimi olsa bile, bunun motivasyonları pek de oyun sevgisinden kaynaklanıyor gibi görünmüyor. Futbolda kulüpler ile milli takım arasındaki denge tamamen kulüplerin lehine bozulmuş durumda. Hem oyun kalitesi hem de yarattığı aidiyet hissi bakımından, kulüp futbolu uluslararası maçları epey geride bıraktı. Milli maçların ağırlığı, önemi, ciddiyeti giderek azalıyor. İşin aslı, milli takımlar düzeyindeki uluslararası futbol çoğu futbolsever için “lige verilen sıkıcı ara” haline gelmiş durumda. Demode, milliyetçi kahramanlık hikâyeleri de eskisi kadar tutmadığından, genelde yüzeysel bir heyecan yaratmaktan öteye gidemiyor.
Burada küçük bir paradoks da var. FIFA bir yandan mevcut durumu kısmen tersine çevirmek, yani kulüp-milli takım dengesini mümkün mertebe geri getirmek istiyor. Ama bu samimi veya kötü niyetli amacını gerçekleştirmek için yine mevcut durumdan yararlanıyor. Daha açık bir ifadeyle, 48 takımlı veya iki senede bir Dünya Kupası gibi pek de makul görünmeyen önerilere çok gür itirazlar gelmiyor, çünkü futbolseverler pek de umursamıyor. Avrupa Süper Ligi projesi taraftarın ciddi tepkisiyle karşılaşmış, hatta – en azından şimdilik – rafa kalkmasında taraftarların – en azından görünürde – kayda değer etkisi olmuştu. Ama Dünya Kupası için benzer şiddette bir duyarlılık beklenmiyor.
Son derece güçlü ve zeki insanlardan oluşan FIFA, savaş naralarıyla milli maç takip etme devrinin kapandığının farkında. Bu yüzden yeni bir yolun mümkün olup olmadığını yokluyor: Futbolseverliği aidiyet olmaktan çıkarıp içerik tüketimine dönüştürmek. Buna, pandeminin sağladığı “meydanı boş bulma” ortamı da eklenince, futbol iktidarının istediği adımları atması kolaylaşıyor. Yapılacak şey belli: Çok maç, daha çok maç, daha da çok maç. Elimizde Messi gibi bir adam mı var? Her gün oynasın. Mbappé’nin seveni çok mu? Yıl boyu gözüksün.
Daha başka boyutlar da var. Ne kadar çok “adı güzel” maç oynanırsa, bahis bültenlerinin cazibesi o denli artıyor. Üstelik FIFA’nın maddi ve manevi kazancı sadece bahis ve yayın gelirleriyle sınırlı değil. Dünya Kupası’na ev sahipliği yapmak isteyen ülkelerle FIFA arasında geçmişte ne gibi pazarlıklar yaşandığı, 2006 Dünya Kupası’nın nasıl Güney Afrika yerine Almanya’ya verildiği, hatta buradaki yolsuzluk apaçık ortaya çıkınca, 2010 Dünya Kupası’nın mecburen Afrika kıtasında oynanacağı açıklanarak organizasyonun Güney Afrika’ya “bağışlandığı” biliniyor. Buna, tıpkı kulüp-devletler örneğinde olduğu gibi, dünyadaki imajını temizlemek için turnuva organizatörlüğüne soyunan varlıklı ama demokrasiden uzak ülkelerin baskısı da eklenince, FIFA’nın niyetleri her zaman kötü hatıralarla birlikte değerlendiriliyor.
UEFA NİYE İSTEMİYOR?
Öneriye şu ana kadar en güçlü itiraz UEFA ve Avrupa Kulüpler Birliği’nden (ECA) geldi. UEFA geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada itirazını birkaç nedene dayandırdı. Buna göre, Avrupa futbolunu yöneten kurumun en çok rahatsızlık duyduğu hususlardan biri, böyle bir niyetin kendisinden önce basına duyurulmuş olması. UEFA ayrıca en çok dile getirilen karşı-argümanı tekrarlıyor ve çok sık yapılması halinde Dünya Kupası’nın büyüsünü yitireceğini iddia ediyor. Uluslararası futbolun düzeyi düşse de Dünya Kupası hâlâ oyunun elindeki en kıymetli varlıklardan biri. Dünya Kupası final maçı insanlık tarihinde ilginç bir unvana sahip: Dünyada bu kadar çok insanın aynı anda aynı şeyi yaptığı başka bir olay yok. Milyarlarca insan ekran başında toplanıyor. Yani, spor için muhteşem bir marka. Yani, FIFA’nın bu içeriğin frekansını ikiye katlama arzusu temelsiz değil. Ama UEFA ve ECA’nın “büyü bozumu” argümanı da aynı sebepten dolayı haklı görünüyor.
UEFA’nın öne sürdüğü bir diğer gerekçe ise oyuncularla ilgili. Oyunun gerçek aktörleri olan futbolcular, liglerin ve Avrupa kupalarının yarattığı takvimden hâlihazırda şikâyetçi. Buna her yaz turnuva oynayacak olmanın fiziksel ve mental yükünü eklemek istemiyorlar. Kendi fikirlerinin sorulmaması ise yeni kuşağın kaldırabileceği bir şey değil. Tasarı uygulamaya geçse bile, oyuncular istemezse, beklenen kalite ve hırs ortaya çıkmayabilir.
UEFA ayrıca eleme ve dostluk maçlarının sayısı azalacağı için turnuvalara katılamayan ülkelerin, futbol haritasının iyice dışına düşmesinden endişe ediyor. Bu zayıf takımlar için “doğru dürüst” maç yapmak daha da zorlaşacak. Turnuvada yoksanız, futbol dünyasından neredeyse silinmiş olacaksınız. Zaten motivasyonun düşük olduğu bir milli takım ortamında, bu ülkelerin oyuncuları milli takımlarından iyice kopacak.
Son olarak, her yaz erkek turnuvalarıyla dolacağı için, yükselişte olan kadın futbolunun kritik bir aşamada sert bir darbe alacağı argümanı öne sürülüyor. Kadın futbolu hem kalite hem rekabet açısından son yıllarda muazzam bir aşama kaydetti. Üstelik oyunun birçok açıdan eskiyen, para ve güce tapan imajı için güç sahipleri tarafından iyi bir “sahte aklanma” aracı olarak da görülüyor.
Ama hepsinin ötesinde kulüpler meselesi var. Avrupa Süper Ligi “kalkışması” yeni bastırılmışken, UEFA bir kez daha başını elit kulüplerle derde sokmak istemiyor.
ELİTLERİN SESİ
Avrupa Kulüpler Birliği durumdan rahatsız. Ne de olsa içerik üreticilerin parasını onlar ödüyor. Bir oyuncuya yılda 3, 5, 10, 15 milyon Euro maaş veren bir kulüp, yıldızının Güney Kore maçında sakatlanıp iki ay sahalardan uzak kalmasını istemiyor. Üstelik milli takımların eleme ve dostluk maçlarındaki rahatlık, her ne olursa olsun, turnuva baskısıyla aynı şey değil. Yani hem fiziksel hem de zihinsel anlamda oyuncuların “tükenme” ihtimalini artırıyor.
Yeni plan ECA’nın genel yaklaşımı ile de uyuşmuyor. Avrupa Süper Ligi projesinin de gösterdiği üzere, ECA en üst tabakayı olabildiğince küçük bir kümede toplama derdinde. FIFA ise işleri büyütüp daha fazla ülkeden para kapma peşinde. ECA bu parayı kendisinin ürettiğini söylüyor. Onların derdi Bayern Münih-Real Madrid maçlarının sıklığını artırmak. Arnavutluk ile Venezuela arasında oynanacak bir Dünya Kupası B Grubu maçı, Avrupa’nın elit takımları için angaryadan fazla bir şey ifade etmiyor.
Kulüpler ile FIFA’yı karşı karşıya getiren bu gelişmelerin ortasında Wenger’in bulunması ise başlı başına ironik bir durum. Arsenal’ın başındayken milli maçlardan en çok yakınan hocalardan biri olan Wenger, FIFA’daki yeni görevinde yeni düzenlemenin herkesin lehine olacağını savunuyor.
FARK EDER Mİ?
Futbolu yönetenlerin kafası epeydir karışık. Çünkü içten içe, oyunun iyiye gitmediğinin ve buna kendilerinin sebep olduğunun farkındalar. Buna bir yandan “su akarken testiyi doldurmalı” açgözlülüğü eşlik ediyor. FIFA, UEFA ve ECA’nın ha bire yeni projeler yumurtlamasının sebebi bu. Oyun bugüne kadarki başarısını basitliğine ve değişmezliğine borçlu. Oyunun özü haline gelmiş bazı kural ve gelenekleri bu kadar sarsmak fayda getireceğe benzemiyor.
Bir turnuvanın frekansı üzerine elbette tartışılabilir. Zamanın hızlandığı, eski dört yılların artık birkaç aya bile denk gelmediği iddia edilebilir. Oyuncuların çok fazla para kazandığı, bu yüzden futbolseverlere daha fazla performans borçlu oldukları da öne sürülebilir. Gelgelelim futbolu yönetenlerin inanılırlığı öyle aşınmış durumda ki, bir yenilik önerdiklerinde iyi niyetli olduklarına – haklı olarak – neredeyse kimse inanmıyor.
Yanlış kararlar vermenin en iyi yanı, bir sonraki yanlış kararınız için size bir gerekçe sunması. Kulüp satışlarından bahislere kadar birçok konuda oyunun paydaşlarını rahatsız ve mağdur eden kararlar, yeni ve çoğu zaman daha mantıksız fikirlerle temizlenmeye çalışılıyor. Yakın gelecekte maç süresi, oyuncu sayısı, kale boyutu gibi konularda yeni zırvalıklar görürsek şaşırmayın. Bu kısır döngü yıkılması imkânsız görünen, ama aslında insanlık tarihinde çok yeni bir fenomen olan futbolun parıltısını söndürebilir.
İki yılda bir Dünya Kupası olur mu? Olabilir. Asıl problem turnuvanın sıklığı değil. Asıl problem, bu sorunun yeni bir cevabının olması: “Çok da önemli değil.”