YAZARLAR

İkinci asrın ilk gününden kadın geleceğine bakış

Cumhuriyet aydınlanmasıyla suyun akış yönünü değiştiren bir sosyal mühendislik yapılmadı. Benzetmek yerindeyse suyun akış yönünde debisi yükseltildi Cumhuriyet'in ilanından sonra. Osmanlı'da başlayan kadın hakları hukukunun oluşumu Cumhuriyet döneminde aynı yönde ama çok daha hızlı ilerleyen adımlarla ve tüm yurttaşları kapsayacak şekilde sürdürüldü.

Akademiden sanata, spordan siyasete ve devletten halka yayılan farklı etkinliklerle Cumhuriyet, her boyutuyla konuşulmalı, coşkusu ortak yaşanmalıydı. Kutlamalar sınırlı ve hayli sönük kalsa da ve hatta Filistin mitingi ile gölgelenmek için özel çaba harcansa da “altın yere düşmekle sakıt olmaz değerinden” dizesi uyarınca Osmanlı Devleti yıkılırken kurulan Cumhuriyet, halkın gözbebeği. Osmanlının belki de en büyük başarısı, yıkılırken bile Milli Mücadele'yi başaracak, istiklalimizi sağlayacak ve zamanın ruhuna uyumlu yeni bir devlet kuracak nesiller yetiştirmiş olmasıydı. Ki Cumhuriyet'e doğru ilerleyişin ayak sesleri Osmanlı modernleşmesinde duyulur. Görmek, bilmek, anlamak isteyenlerin meçhulü değil tebaadan yurttaşlığa geçiş. Ve Cumhuriyet aydınlanması, Osmanlı modernleşmesinin devasa adımlarla devamıydı. 100 yıl boyunca devrim-karşı devrim ilişkisinin yumuşak versiyonu olarak görmek gereken siyasi çalkantılar ve darbelerle yaşanan med-cezir hengamesi, bir anlamda taşların yerine oturma koşturmacasıydı.

İlk asrın son 22 yılına damgasını vuran AKP iktidarının, ülkedeki dindarların ve Kürtlerin Cumhuriyet sistemine entegrasyonunu sağlama potansiyeli vardı. Ve Cumhuriyet'i gerçek anlamda demokrasi ile taçlandırma şansı ele geçmişti başlarda. Fakat AKP ve Erdoğan bu fırsatı tepti. İktidar hırsıyla ve İslamcılık ideolojisiyle malul bir yönetimle tamamladık Cumhuriyet'in ilk asrını. İkinci yüzyılın ilk gününden, kişisel tarihime not düşme misali başına oturduğum bu yazıda bir gün önceki Filistin mitingini anmadan geçmek olmaz. Söylenecek çok fazla şey yok aslında. Görünen, bilinen tek gerçek Siyonizm ile İslamizm arasındaki simbiyotik ilişki, medeniyetlerin beşiği Orta Doğu’yu insanları, insaniyeti yutan bir bataklığa dönüştürdü. Geçmişi de var elbet orta çağın kutsal savaşlarının bu çağa taşınmasından öte söz yok pek. Filistinliler vaktiyle Orta Doğunun entelektüel vasfı en yüksek toplumuydu. Lübnan ise gelişmişlik düzeyi en yüksek olan yerdi. Doğunun Paris’iydi Beyrut. Şimdi din savaşlarıyla yanmış, yakılmış halde bu topraklar. Ve Gazze İşgali bugüne kadar Filistinlilerin mülksüzleştirilmeye çalışıldığı bir yerdi. İsrail işgalinin geldiği son aşamada Gazze, şimdi insansızlaştırılmaya çalışılıyor. Filistinlilerden “arındırılmış” toprak hayalini gerçekleştirmek için Siyonist Netanyahu son kozlarını oynuyor gibi. Hamas deseniz Filistinlilerin kendi kaderini tayin etme ve kendini yönetme hakkını elinin tersiyle itip görünmez kılarak Yahudi-Müslüman karşıtlığını ön plana çıkardı. Savaşın kazananı olmaz, kutsal savaşların kazananı hiç olmaz gerçeğini idrak etmesi gereken AKP iktidarı ise tam tersine Orta Doğunun savaşını Türkiye’ye taşıma pahasına 100. yıl kutlamaları yerine Filistin mitingi yapmayı önceledi. Yek diğerinin varlığından beslenen iki dini ideolojinin çatışması ilk asrın son günlerinde iktidarın ana konusu olduysa vardır bir sebebi.

Cumhuriyet'in ikinci yüzyılı demek yerine Türkiye yüzyılı sloganını tercih etmeleri salt kültür savaşlarıyla ilgili değil demek ki. Aynı zamanda din savaşlarını ülkeye taşıma ya da Cumhuriyet'i din savaşlarının odağına yerleştirme hedefi, bu mitingle biraz daha netleşti. Haksızlık etmeyelim bu konuda AKP çok istikrarlı ilerliyor. Planlanmış adımlar birbirini izlerken ustaca gözlerden de kaçırılıyor ve bu sayede farklı kesimlerin desteğini alması mümkün oluyor. Evet Türkiye yüzyılı Cumhuriyet değerlerinin tersine çevrildiği, ülkenin yüzünün doğuya ve din savaşlarına döndürüldüğü bir zaman dilimi hedefini işaret ediyor. Tek adam rejimi, parti devleti sistemi ve daha önemlisi saray talimatı olmadan yaprak kımıldamayan bir cumhuriyetin ilk gününden sesleniyoruz artık birbirimize. Başaramayacağını umduğumuz bir sosyal mühendislik politikasının daha sertleşeceği günlere açacağız artık gözlerimizi.

Kadınlar önden buyursun denilecek. Yanlış anlaşılmasın nezaketten değil art niyetten. Kadınların arkasından çevrilen o kadar çok iş var ki her biri için hazırlanmış kartlar artık iktidarın masasında değil cebinde. Bugünden başlayarak her biri teker teker önümüze gelecek. Toplum tasarımı politikalarının doğasında önce kadınları çocukları “biçimlendirmek” yattığı için. Sözün tam bu kısmında AKP tabanından yükselecek itirazı duyar gibiyim. “Kemalizm de Cumhuriyetin ilk yıllarında sosyal mühendislik yaparak eğitimde ve toplum yaşamında kadınları ve çocukları biçimlendirmekle işe başlamıştı. Şimdi iktidar aslına rücu ettirecek.” Yanlış, tümüyle yanlış bu bir tespit değil kof cehalet cümlesi. Osmanlı modernleşme tarihi aynı zamanda Osmanlı kadınları için eşitlik mücadelesi tarihidir de. Eğitim ve çalışma hakkından siyasal haklara ve aile hukukuna kadar her alanda kadınların yürüttüğü mücadele ile Cumhuriyet kazanımlarının temeli atılmıştı. Cumhuriyet'le birlikte hanedan üyelerine ve hanedana yakın seçkinlere tanınan hakların tüm yurttaşlara, tüm kadınlara tanınması ile devasa bir adım atılmış oldu. Hatta aile hukukunda kadınların boşanma hakkı, Osmanlı modernleşmesinden asırlar önce hanedan kadınlarına tanınmıştı. Padişahların kızları ve kız kardeşleri için geçerli olan boşanma hakkına Osmanlı “ismet hakkı” diyordu ve hanedan üyesi kadınlar sahipti bu hakka. İlerleyen yüzyıllarda hanedana yakın seçkin ailelerin kimisi fiili olarak kızlarının ve kız kardeşlerinin bu ismet hakkını kullanmasını, metazori olarak sağladı. Gücü, gücü yetene sistemi diyebileceğimiz şekilde ailesi güçlü olmayan damatlar, sessizce kabullenmek zorunda bırakılarak evli olduğu kadının istediği doğrultuda boşanmayı kabul eder olmuştu. Cumhuriyet'in getirdiği fark sadece seçkinlere mahsus olan hakkı tüm yurttaşlarına tanıması oldu. Ahmet Cevdet Paşa’nın Mecellenin sunuşunda belirttiği gibi “ezmanın tagayyürü ahkamın tagayyyürünü mucip” olduğundan kadın hakları yönünde gelişmeler başlatıldı. Yani zamanın değişmesiyle hükümler değişir dediğinden Osmanlı Aile hukuku da önce Mecelle ile kadınlar lehine iyileştirilmiş, sivil haklar kısmen tanınmış, bir nevi Medeni Kanun girişiminde bulunulmuştu. Daha sonra 1917 tarihli Aile Hukuku Nizamnamesiyle kadınlara tanınan haklar belli hukuki kriterlerle tespit edilmişti.

Cumhuriyet aydınlanmasıyla suyun akış yönünü değiştiren bir sosyal mühendislik yapılmadı. Benzetmek yerindeyse suyun akış yönünde debisi yükseltildi Cumhuriyet'in ilanından sonra. Hatalar, eksikler, gecikmeler, geciktirmeler yok değildi ama genel bakışla söylersek Osmanlıda başlayan kadın hakları hukukunun oluşumu Cumhuriyet döneminde aynı yönde ama çok daha hızlı ilerleyen adımlarla ve tüm yurttaşları kapsayacak şekilde sürdürüldü. Yani AKP tabanı yanılıyor, Cumhuriyet kazanımları ve değerleriyle kavgalı bir İslamcılık ideolojisinin çarpıttığı tarih algısı ile sakatlanmış zihinlerden, bazı ezber kalıplardan kurtulanlar bilirler. Hatta harf devrimi de böyledir. “Vav’lı Türkçüler” den “Enver alfabesi”ne;  Tevfik Fikret’ten Mehmet Emin Yurdakul’a uzanan alfabeyi lisana uyarlama, değiştirme ya da iyileştirme ihtiyacı ve dilde sadeleşme, yazı dilinde Türkçeleşme çabaları Osmanlıda uzun bir geçmişe sahip. Yani ortada bir toplum mühendisliği yoktu. Adımların hızlandırılmasıyla oluşan, zamanın değişmesiyle kuralların uyumlu yönde şekillenmesini sistematize eden bir aydınlanma süreciydi. Gidiş yönü hızlandı ve toplum benimsedi kolaylıkla. 

Şimdi iktidarın Türkiye Yüzyılı iddiasıyla yapmaya giriştikleri ise toplumsal yaşamı kadın haklarından ve çocukların eğitiminden başlayarak Osmanlı modernleşmesi öncesinde yaşanmış muhayyel bir aile ve toplum inşa etmek. Bunu gerçekleştirmek için atılan adımlar Aile Çalıştayları ile illerde ve 8. Aile Şurası ile Sarayda gerçekleştirilirken tüm bu sosyal mühendislik çabası göz alıcı bir kılıfa dolanmış halde. Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi projesi olarak başlamış, uzun süredir adımları devam eden bir aile hukuku çalışması var. Nafakadan 6284 şiddet yasasına, boşanmalarda kusur, tazminat velayet ve bir de her ne demekse aile adaleti gibi başlıklar taşıyan kapsamlı ve yıllardır sürdürülen çalışmalar gerçekleştiriliyor.

Adalet Bakanlığı ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı yerel ortaklar; Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi uluslararası ortaklar olarak yer alıyor bu projede. Akademisyenler, hukukçular, kamu kurumlarından bürokratlar ve sivil toplum katılımıyla gerçekleşiyor. AK ve AB projesi olduğu için ulusal ayaklara yani il aile çalıştaylarına ve 8. Aile Şurasına katılması istenmeyen kadın örgütlerinden bazıları da bu Uluslararası Aile Hukuku Sempozyumuna davet edildi. Son birkaç günde gerçekleşen kadın örgütleri daveti yazık ki konuşmacı çağrısı değil. Giden arkadaşlara düşen ancak oturumlardaki konuşmalara bakarak iktidarın tasarladığı aile hukukuna bu sempozyumda dile getirilenlerden ne kadarının girip girmeyeceğini tespit etmek olacak. Ki projenin önceki ayaklarında yapılan çalışmaların başlığına bakmak bile bunu anlamak için yeterli aslında. Fakat sadece kadın örgütleri değil akademisyenler ve hukukçular da bunun AB ve AK ortaklığında gerçekleşmesine güveniyor. İstanbul Sözleşmesi hakkında hiçbir yaptırım düşünmeyen Avrupa Konseyi’nin bizim aile hukukumuzu ve iktidarın aile hayalini gerçekleştirmek için araç olarak kullandığı projeden kadınların payına düşecek hak kayıplarını önemseyeceği zannı gaflet değilse nedir ki diyeceğim ama neyse şimdilik susayım. İstiklalimizi kazandığımız Cumhuriyet'in ikinci asrından istikbale bakarken tünelin ucunda ışık görülmüyor şimdilik.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.