İkinci Dünya Savaşı'nda Nazilere direnenlerin 'hatıraları da lanetlendi'
Letonya’da yetkililer, ülkede Sovyetler Birliği döneminden kalan tüm eserlerin kazınması talimatını verdi. Kaldırılan en son Sovyet dönemi anıtı bir kadın ve bir erkek işçiyi temsil ediyordu. Ya da pek çok İkinci Dünya Savaşı anıtı, direniş sırasında ölen oranın insanları için yapılmıştı. Heykelleri yapanlar da büyük çoğunlukla oradandı. Sanıyorduk ki ‘Nazilere karşı savaş’ genel kabul gören, tüm dünya için meşru ve saygın bir mücadeleydi.
Sermaye tanrıları kurban isteyince ateşin içine umulmadık şeyler de atılıyor. Ukrayna’daki savaşın başladığı günden bu yana belki çoğu kişi “Aman Allah’ım, Avrupa gibi bir yerde böyle şeyler nasıl olur?” şokunu atlattı. Ama daha büyük bir savaşın kılıçları bilenirken histeri krizi tam gaz devam ediyor.
Geçtiğimiz günlerde Baltık ülkelerinde pek çok İkinci Dünya Savaşı anıtı yıkıldı. Letonya’da yetkililer, ülkede Sovyetler Birliği döneminden kalan tüm eserlerin kazınması talimatını verdi -nüfusun önemli bir kısmının aynı düşüncede olamamasına rağmen! Nazi Almanyasına karşı mücadeleyi temsil eden bu anıtların yıkılmasındaki etik sorunu bir tarafa bırakalım; hem ülkenin yüzde 30’luk Rus azınlığı, hem de yaşanan tehlikeli şovu görebilecek yetide olan aklı selim Letonyalılar bu durumdan pek de memnun değil. Ama savaş talimatı bu ya, kimin umurunda. Ukrayna’da Lenin heykelleri yıkılmaya ve yerine Darth Vader heykelleri yapılmaya başlandığında ülke nüfusunun yüzde kaçı bu durumdan memnundu soran oldu mu? Olmadı tabii.
Batı merkezli medya kuruluşlarının haberlerini okursanız ‘Letonya, Sovyet işgalini unutmaya çalışıyor’ yazıyor. Evet kulağa komik geliyor ama hadi Letonya’da Nazi güçlerine ve onların yerli işbirlikçilerine karşı savaşan hiçbir Letonyalı olmamış gibi düşünelim. Peki Almanya bugünlerde neyi unutmaya çalışıyor sizce? Ukrayna’daki savaşın başlamasıyla birlikte Nazilerce katledilen Alman Komünist işçi önderi Ernst Thalmann’ın Berlin’deki heykeli saldırıya uğramış, akabinde sökülmesi gündeme gelmişti. Bugünün Rusya’sıyla zerre alakası olmayan bu Alman devrimci de mi Almanya’yı ‘işgal’ etmişti?
**
Heykel yıkma deyip geçmeyin, bu işin köklü bir tarihi ve birden fazla yaklaşımı var. O nedenle şimdilik burada duralım ve geçmişten daha farklı bir heykel kırıcılık örneğine değinelim. İstikametimiz 19. Yüzyıl Fransa’sı, Paris Komünü…
“Bir barbarlık anıtı, bir kaba kuvvet ve sahte şan simgesi, militarizmin ifadesi, uluslararası hukukun reddiyesi, galip gelenlerden mağluplara daimi bir küfür, Fransız Cumhuriyeti’nin üç büyük ilkesinden biri olan kardeşliğe bitmek bilmeyen bir saldırı.”
Komün, Vendome meydanın ortasında bulunan I. Napolyon sütununu yıkma kararını işte bu ifadelerle aldı. Heykelin yıkılışına dair Michael Löwy şunları yazıyor, “Kararı uygulamakla görevli ‘Pozitivist Kulüp’ üyesi mühendis sütunun devrilmesine girişmek için 5 Mayıs’ı, Bonaparte’ın ölüm yıldönümünü seçmişti. O anı beklerken, mahkûm olmuş bu sütunun altında onu indirmeye yarayacak iskele kurulmadan önce ve kurulduktan sonra hem fotoğrafçı hem de Tarih için poz veriliyor. Ulusal Muhafızların ve ciddi birkaç sivilin birlikte poz verdiğini görüyoruz. Yüz ifadeleri daha ciddi, bu yalnızca olayın öneminden değil, aynı zamanda artık Mayıs ayına gelindiği ve Komün destanının nasıl sona ereceği kavrandığından. (…) Ve 16 Mayıs gelir, Paris Komününün kısa tarihinin en çok fotoğraf çekilmiş hadisesinin günüdür bu. O gün çekilmiş bir dizi klişe fotoğraf Vendome sütununun yıkılışının tüm aşamalarını gösterir. Bir kez yıkıldı mı, zeminin üzerine geçilip kızıl bayrak sergileniyor. Yerde yatan ve parçalanmadan muhafaza edilmiş I. Napolyon’un heykeli gelecek için poz veren yeni grup fotoğrafları için vesile oluşturuyor. Takip eden günlerde sütunun artıkları toplandıktan sonra Paris’in dört bir yanından zorbalık karşısındaki bu simgesel meydan okumaya hayranlıkla gelir insanlar; Versaylıların hücumundan önce son ve zayıf bir tatmin. İmparator yerde yatıyordu… ‘Efendiyi yeniden kasidesinin üzerine oturtmak için otuz bin cesetlik bir iskele gerekti’ (Lissagaray)”[1]
Bugün Doğu Avrupa’da yıkılan Sovyet döneminden kalan heykelleri bazıları ‘sanat kaygısı’ taşıyarak savunuyor. Bu ne doğru ne de gerçekçi bir yaklaşım. Heykeller, kaleler, saraylar bazen yıkılır ve bu yıkımın sadece ta kendisi bile sanatın asıl parçası haline gelebilir. Devrilmiş Napolyon Sütunu’nda çekilen fotoğraflar bunun harika bir örneği. Ne diyordu şair Vladimir Mayakovski, Ekim Devrimi’nden sonra yazdığı ‘Sevinmek İçin Çok Erken’ isimli şiirinde Çar III. Aleksandr’in heykeline dair: “Çar Aleksandr hâlâ Ayaklanma Meydanı’nda duruyor mu? Dinamitleyin!”. Önemli olan ‘neyin’ yıkıldığı değil, ‘nasıl’ yıkıldığı.
Önümüzde iki örnek, aklımızda ise pek çok soru var: “Napolyon heykelinin yıkılması ile Sovyet heykellerinin yıkılması neden farklı olabilir?”, “Bir heykel yıkılmışsa yıkılmıştır, bu işin ‘nasıl’ı olamaz ki?” gibi… Ya da “Yahu Kavel, işine gelince yıkım ‘sanat’ oluyor, işine gelmeyince ‘tehlikeli şov’… az değilsin sen de” diye de düşünüyor olabilirsiniz. Yavaş yavaş bu soruları yanıtlamaya başlayabiliriz.
Konuyu araştırdığımızda karşımıza bazı kavramlar çıkıyor. Bunların ilki İkonoklazm. Kabaca ‘toplumsal değişim durumlarında dini ya da siyasi ikonların tahribatı’ anlamına gelen İkonoklazm’ın tarihi çok daha eskilere gidiyor olsa da özellikle Bizans dönemindeki pratikleri geniş yer tutuyor. Bizans ikonoklazmı 700’lü ve 800’lü yıllarda yaşanır ve Hristiyanlıkla ilgili ikonalar, tasvirler, mozaikler… ciddi anlamda tahrip edilir.
Tabii bu oldukça genel bir tanım, tarihte birbirinden farklı pek çok örnek bulunuyor. ‘Damnatio memoriae’ yani ‘hatıranın lanetlenmesi’ mesela. Hani ayrılık ya da kavga gibi durumlarda fotoğraf albümündeki bazı kişiler makasla kareden çıkartılır ya, biraz onu andırıyor. Şöyle diyor arkeolog İsmail Gezgin: “Ünlü Roma İmparatoru Domitianus başarısız bir imparatorluktan sonra suikastla öldürülünce Roma senatosu, ‘damnatio memoriae’ ilan eder, imparatorun anıları ve kimliği toplumun hafızasından silinir, imparatora ait heykeller parçalanır, kişisel mekânları tahrip edilir, tapınakları yıkılır, ismi kent meydanlarındaki yazıtlardan kazınır.”
Bu bilgileri cebimize koyalım. Ancak işin bir de toplumsal boyutu ve bu tahribat işlemine dair kamunun talebi mevzusu var. Yani yıkım, kitlelerce ve/veya kitlelerin değişim talebi doğrultusunda mı gerçekleşiyor? Yoksa daha yukarıda süren bir değişim hareketinin bir yansıması olarak sistematik bir şekilde mi uygulanıyor? Sanırım Napolyon heykelini günümüzde yaşanan tahribatla kıyasladığımızda bu nokta bir fark yaratıyor.
Farklı düşünenler şunu soracaktır “Tamam ama Sovyetler Birliği yıkıldığında da birçok yerde Lenin heykeli devrilmedi mi?” Aslında çok yerinde bir soru. Başta ‘birçok yer’ kısmını açmak gerekiyor. Tahribat, Sovyetler Birliği’nin etki alanındaki tüm coğrafyalarda aynı şiddette yaşanmadı. Buna karşın kimileri için zaman içerisinde -özellikle de dönemin kasvetli ruh halinde- farklı anlamlar kazanan bazı semboller, uzaktan parlak görünen sermaye düzeninin sunduğu bir ‘değişim’ ve ‘entegrasyon’ rüzgârı ile birlikte hasar gördü. Bu nedenle günümüzde yaşanan tahribatla 1990’larda yaşanan Lenin heykeli sökme furyasını da birbirinden ayırmak gerek.
Bir diğer önemli fark, 1990’larda bu heykel tahribatlarından özellikle sembolik yapıların zarar görmüş ya da kaldırılmış olmasıdır. Elbette bir Lenin heykeli, kendisini o dönemde ideolojik ve ekonomik olarak farklı bir şekilde konumlandırmak isteyen kesimler için bir semboldür. Ancak bugünkü durum bunun çok daha ötesine geçmiş durumda. Litvanya’da kaldırılan en son Sovyet dönemi anıtı bir kadın ve bir erkek işçiyi temsil ediyordu. Ya da pek çok İkinci Dünya Savaşı anıtı, direniş sırasında ölen oranın insanları için yapılmıştı. Heykelleri yapanlar da büyük çoğunlukla oradandı.
**
Bazen bir şeyleri yapmak için var olanı yıkmak gerekir. Ancak yıkım toplumsal bağlamdan koptuğu vakit sadece kör bir tahribattan ibarettir. Bugünlerde yaşananlar da bunun bir örneğini sunuyor. Öğrendiğimiz bir diğer şey ise kendi doğru bildiğimiz yanlışların farkına varmak oldu. Sanıyorduk ki ‘Nazilere karşı savaş’ genel kabul gören, tüm dünya için meşru ve saygın bir mücadeleydi. Öyle ya, Hollywood da Nazilere düşman değil miydi? Nasıl olur da İkinci Dünya Savaşı’nda verilen mücadele gibi bir hatıra lanetlenebilirdi? Demek pek de öyle değilmiş. Demek paylaşım savaşının atmosferi herkesi sıraya dizmeyi başarabiliyormuş. Şimdilik…
Aile albümündeki fotoğrafların başları kesilince anılar da insanların aklından sökülmüyor. O nedenle toplumsal hafızayı yok etmek için buldozerden fazlasına ihtiyaç var.
[1] Michael Löwy, Devrimler (Ayrıntı)
Kavel Alpaslan Kimdir?
1995'te İzmir'de doğdu. İzmir Saint Joseph Fransız Lisesi'nden mezun oldu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi, Gazetecilik Bölümü'nde eğitim gördü. Gazeteciliğe 2014 yılında Agos’ta başladı. Gelecek/Umut Gazetesi’nde çalıştı. 1+1 Express Dergisi’nde yazıyor. 2016 yılından bu yana Gazete Duvar’da yazı ve haberleri yayınlanıyor. "Aynı Öfkenin Çocukları: Dünyadan Devrimci Portreleri" kitabı 2023 yılında Sel Yayıncılık tarafından yayınlanmıştır.
İran’da bir Sovyet deneyimi: Azerbaycan Milli Hükümeti 16 Kasım 2024
Komünist aerobik öğretmeninden İsrail işgaline suikast 06 Kasım 2024
Baalbek’in yıkımı ve mirası 02 Kasım 2024
Lübnanlı komünist tutsak Abdallah: Geri çekilmek rezilliktir 30 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI