YAZARLAR

İklim cehennemine yol alırken COP27’nin önemi ve önemsizliği

Ne COP27 gibi forum ve konferanslar ne de özel şirketler ve finansal kuruluşlar eliyle iklim krizine çözüm gelecek. Bu etkinlikler ne kadar zorlu ve kaotik bir sürecin bizi beklediğini hatırlatmaları açısından önem taşıyorlar.

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği 27. Taraflar Konferansı (COP27) Mısır’da başladı ve 18 Kasım’a kadar devam edecek. Ancak iklim krizinin çözümü bir yana, daha az felakete yol açarak yönetilmesi dahi COP27 ve benzeri forumlarla mümkün görünmüyor.

Bu yılki konferans yine dünyanın birçok ülkesinden hükümet temsilcilerini, sivil toplum kuruluşlarını ve iş çevrelerini bir araya getiriyor. COP27 daha başlamadan Greta Thunberg gibi aktivistlerin yeşil aklama suçlamasıyla ve Mısır’da süren insan hakkı ihlalleriyle gündeme geldi. 2014’te hapsedilen ve Türkiye’de yakında uygulamalarını görmeye başlayacağımız düzenlemeyi andıran bir madde ile, “yalan haber yayma” suçundan 2021’de beş yıl daha hapse mahkum edilen Abdel Fattah’ın açlık grevi ve süren protestolar, konferans sponsoru büyük şirketlerin sınırlı desteğiyle de olsa kendisini yeniden dünya sahnesine sunma amacındaki Sisi rejiminin isteği hilafına dikkatleri başka yerlere çeviriyor.

Konferansın ilk gününde bir araya gelen 110 siyasi lider ve hükümet temsilcisi karşısında konuşan BM Genel Sekreteri “ayağımız gaz pedalında iklim cehennemine doğru yol alıyoruz” uyarısında bulundu. Ancak COP27 bu gidişatı durdurmaktan oldukça uzak bir noktada sonlanarak bayrağı bir sonraki konferansa teslim edecek duruyor. Nedenlerine bakalım:

HEDEFLER TUTMUYOR

BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli 2019 yılı verilerini kullanarak yaptığı tahminlerde 2030 yılına kadar sera gazı salımının küresel ölçekte yüzde 43 oranında azaltılması gereğine işaret etti. Bilimsel çalışmalar, ancak bu takdirde yüzyıl sonuna kadar küresel ısınmanın 1.5 derece ile sınırlandırılmasının mümkün olacağını ısrarla belirtiyorlar.

Böyle bir değişiklik, planlama ve hızlı adım atılmasıyla gerçekleşebilir. Daha önce alınan karar uyarınca COP26’ya katılan bütün ülkeler iklim planlarını güncelleyerek yeni konferansa sunmalıydılar. Ancak BM, bu prosedürü yerine getiren sadece 24 ülke olduğunu açıkladı.

BM raporlarında dahası var: Mevcut önlemler ve ülkelerin net sıfır karbon salımı planları 2050 yılı itibarıyla 2019’a oranla yüzde 68’lik bir azalma getirebilir. Ancak uzun vadede bütün adımların kesintisiz bir şekilde atılması koşuluyla bu gerçekleşebilir.

Burada da iki engel ortaya çıkıyor. Rusya’nın Ukrayna’yı işgali yenilenebilir enerji yatırımlarının birçok ülkede askıya alınmasına, eski yöntemlere geri dönülmesine ve enerji krizi arka planında iklim önlemlerine riayet edilmemesine yol açtı. Bu sapmanın boyutlarını ancak önümüzdeki yıllarda ölçebileceğiz. Lakin, Rusya ile ABD ve Batılı müttefikleri arasındaki gerilimin sönümlenmesi orta vadede mümkün değil. Ya da hem ABD tarafının açıklamalarında hem de son Çin Komünist Partisi Kongresinde görüldüğü üzere uluslararası gerilimin yumuşaması ihtimali pek bulunmuyor. Bu tarz küresel çekişme ve çalkantılar ilerleyen yıllarda benzer enerji krizlerinin yaşanması olasılığını dolaylı biçimde artırıyorlar.

Buna bir de yapılan hesaplamaların hipotetik karbon salımı azaltımlarını dikkate alırken bütüncül bir çerçeve geliştirmekte ne kadar başarılı olduğu sorusunu ekleyelim. Yapılan tahminler ekstraktivist sektörlere fazlasıyla bel bağlamış birçok ülkede (Brezilya’dan Kanada’ya onlarca örnek verilebilir) yenilenebilir enerji yatırımlarının etkisini fazlasıyla bertaraf edebilecek bir direnç gelişmekte olduğunu atlıyorlar. Ancak bu sayede temelsiz karbon yakalama teknolojileri ve varsayımsal karbon salımı azalması üzerinden sorunun verili ekonomik ilişkiler ağı içinde iradi müdahalelerle çözülebileceği düşüncesi yayılmaya devam ediyor.

Bir tarafta yeşil aklamaya varan ve mucizevi denilebilecek değişimler öngörülerek piyasalar inşa ediliyor, diğer tarafta halihazırda atılmış adımları ve yeşil yatırımları abartma eğilimi görüyoruz. Çok taraflı yatırım bankalarının yeşil kredilerini ve yeşil tahvil piyasalarını incelerken sıklıkla karşıma çıkan bir sorunu tekrar hatırlatmam gerekirse, yeni yatırımların ne kadar yeşil olduğuna dair güvenilir verilerden yoksun bir şekilde yol alıyoruz. Örneğin finansal kuruluşların belirlediği yeşil standartlar, 2010’lar sonunda toplamda 300’ü bulmuş farklı yeşil kredi ve tahvil standartlarını bir süre sonra sadeleştirecek. Ancak bu gerçekleşene kadar birçok coğrafyada yapılmış proje hesaplamalarında yeşilin kahverengiye çaldığı yatırımlar da yeşil sayılmaya devam ediyor.

İKLİM KRİZİNE ÇÖZÜM ÖZEL ELLERDEN Mİ GELECEK?

Söz konusu koşullar altında COP27’nin önemi her yıl hükümetlere görevlerini hatırlatması, yapılan ve yapılmayanlara dair bir çetelenin tutulmasından ibaret duruyor. Başlı başına büyük bir iş, ancak yaptırım gücü olmayan, eşitsizlikle örülmüş forumlar ve hatırlatmaların iklim krizinin çözümüne dair somut adımlar atılmasına uzanmayacağını görmek gerekli.

Tüketim seviyeleri, sömürgecilikleri ve karbon salımları nedeniyle insanlığın ekolojik açığının büyük sorumlusu olan küresel Kuzey ülkelerinin bu tarz konferansları da kullanmaktan geri durmayarak küresel Güney’in fosil yakıt temelli yatırımlarına müdahale etmesinin yarattığı gerilimler sonlanacak gibi durmuyor. Gelişmiş kapitalist ülkelerin iklim adaptasyonu ve direnci için sağlamayı önerdikleri finansmanı (yılda 100 milyar ABD doları) tamamen temin etmedikleri de bir veri olarak önümüzde.

Hükümetlerin kendi öngördükleri tarzda iklim aktivizmini desteklemek üzere atadıkları BM üst düzey temsilcileri (Climate Change High-Level Champions) yeni bölgesel mekanizmalar geliştirerek yerel dinamikleri gözeten ve ihtiyaçları karşılayacak bir diyalog zemini oluşturmaya çalışadursunlar, bir yandan da finansman açığını gidermek için özel sektörün daha aktif olmasını ve karma finans yöntemlerinin etkin bir şekilde kullanılmasını öneriyorlar. Oysa bizzat son temsilcinin belirttiği üzere Afrika’da 2019 ve 2020’de iklim finansı olarak sınıflandırılan sözleşmelerde özel sektör yüzde 3 oranında bir pay kapladı. Kar peşindeki özel finansal kuruluşlar, uzun erimli ve görece daha düşük getiri öngören projelere ancak kapsamlı garantiler ve abartılı gelir akımları vaadiyle dahil oluyorlar. Yenilikçi finansal yaklaşım vurgusu karma finans adı altında özel sektörün risklerinin toplumsallaştırmasını örtmeye devam ediyor. Ana akım yeşil finans, yeşil aklamanın esas üstlenicisi konumunu böylece koruyor.

Kısacası ne COP27 gibi forum ve konferanslar ne de özel şirketler ve finansal kuruluşlar eliyle iklim krizine çözüm gelecek. Bu etkinlikler ne kadar zorlu ve kaotik bir sürecin bizi beklediğini hatırlatmaları açısından önem taşıyorlar. Konferans katılımcılarının sıklıkla vurguladıkları üzere iklim krizi, aynı zamanda açlık, doğal felaketler ve kitlesel göç hareketleri ve nihayetinde savaşların hazırlayıcısı. COP27 ya da benzer forumlar tünelin ucunda ışık göründüğünü imlerlerse, o aslında yaklaşan trenin farına işaret ediyor. İklim krizinin bırakalım çözümünü, insanca yönetimi dahi, ancak sermaye birikimine endeksli yeşil aklamacı çözümlerden kopuş ve küresel bir alt üst oluşla mümkün bulunuyor.


Ali Rıza Güngen Kimdir?

Siyaset Bilimci, araştırmacı ve çevirmen. Doktorasını ODTÜ Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi’nde tamamladı. Türkiye’de borç yönetimi, devlet bankaları, küresel Güney’de finansallaşma ve devlet kuramı alanlarında yayımlanmış çalışmaları bulunmaktadır. Araştırmalarına York Üniversitesi'nde devam etmektedir.