İklim davası ile 'Yukarı Bakmak'
Geçtiğimiz ekim ayında Paris İklim Anlaşması'na taraf olmasına rağmen, Türkiye’nin henüz net bir iklim politikası, mevzuatı ve belirlenmiş hedefleri yok.
Özlem Altıparmak*
2021 yılını bitirişimize “Yukarı Bakma (Don’t Look Up)” filmi eşlik etti ve film çok konuşulup tartışıldı. Filmi klişe bulup beğenmeyenler, “tam da günümüzü anlatıyor” diyerek etkilenenler, filmde anlatılanları iklim değişikliğiyle ilişkilendirenler oldu. Tam da o dönemde iklim davaları üzerine çalıştığım için, dünyaya yaklaşan kuyruklu yıldızın, aslında bir iklim davası kararına gönderme olduğunu bilmenin keyfiyle izledim filmi ben.
Juliana v. Birleşik Devletler davası olarak bilinen dava, 2015 yılında 21 genç tarafından ABD hükümetine karşı açıldı. Davacılar, hükümetin on yıllardır iklim değişikliği tehdidini bilmesine rağmen, adım atmadığından bahisle haklarının ihlal ettiğini iddia ettiler. Ayrıca mahkemeden ABD hükümetinin, fosil yakıt emisyonlarını aşamalı olarak kaldırmak konusunda bir ulusal iyileştirme ve eylem planı hazırlayarak uygulamasının sağlanması talep edildi.
2020 yılında neticelenen dava ABD’de oldukça yankı buldu ancak reddedildi. Bu ret kararının esas gerekçesi, dava konusunun yargının yetkisi dışında kalması ve sorunun yasama ve yürütme tarafından çözülebilecek bir konu olarak kabul edilmesiydi. İklim davalarında sıkça karşımıza çıkan engeller olan, kuvvetler ayrılığı prensibi ve idarenin takdir yetkisi meselesi bu davanın da reddedilmesine sebep olmuştu.
Hükümetin, yıkıcı etkisini bildiği halde fosil yakıtları teşvik ettiği gerçeğinin ve sorumluluğunun altını çizen mahkeme kararında umut veren bir diğer gelişme, 2’ye 1 oyla reddedilen davada Yargıç Josephine L. Staton tarafından yazılan muhalefet şerhiydi. Yargıç Staton, dava boyunca hükümetin yaptığı savunmalarda, ABD’deki mevcut iklim krizinin adeta ortak eyleme geçiş için haykıran bir devrilme noktasına ulaştığını ve aslında bir felakete doğru ilerlendiğini kabul ettiğini belirtmişti. Yazdığı muhalefet şerhinde “Sanki bir asteroid Dünya’ya yaklaşıyor ve hükümet tek savunmamızı da devre dışı bırakmaya karar vermiş gibi” ifadeleri yer alıyordu. Hükümetin, ulusu yok etmek için mutlak ve gözden geçirilemez güce sahip olduğu konusunda açıkça ısrar etmesini kabul edilemez buluyordu. Aslında bizlere “yukarı bak” diyen, filmde bir astronomu canlandıran Leonardo DiCaprio değil, bir mahkeme yargıcıydı.
İklim davaları, hükümetleri ve şirketleri iklim değişikliğiyle mücadeledeki ataletleri nedeniyle sorumlu tutmak ve hesap vermelerini sağlamak üzere açılan stratejik öneme sahip davalardır. İklim değişikliğinin nedenlerinin bilimsel raporlarla ortaya konulması, hükümetlerin ve şirketlerin bu konudaki sorumluluklarının yadsınamaz bir gerçek olması nedeniyle iklim davalarının sayısı tüm dünyada gittikçe artıyor. Bu davalar, çoğunlukla hükümetlere karşı açılmasına rağmen, son zamanlarda gittikçe artan şekilde sera gazı salınımında büyük pay sahibi olan şirketlerin de dava edildiğini görüyoruz. Şirketlerin sorumluluğu açısından cesaret verici bir karar, çok uluslu petrol devi Shell’e karşı Hollanda’da açılan davada verildi ve mahkeme Shell’in karbon salınımını 2030'a kadar net yüzde 45 azaltmakla yükümlü olduğuna hükmetti.
1,5 °C'nin üzerindeki iklim değişikliği ve buna bağlı hava kirliliği, yaşam ve sağlık için acil ve gerçek bir tehdit oluşturuyor. Bu durum bilimsel raporlarla da destekleniyor. Bu raporların da etkisiyle, önümüzdeki dönemde hükümetlerin ve fosil yakıt şirketlerinin iklim değişikliği konusunda harekete geçmemelerinin sebep olduğu hak ihlallerinin mahkemeler önünde daha çok tartışıldığına tanıklık edeceğiz. Ulusal iklim yasalarının ve hedeflerinin güçlendirilmesi için açılacak davalar ve yürütülecek hukuki tartışmaların, etkili bir iklim politikası oluşturulmasına katkı sunacağı açık. İklim değişikliğinin bir insan hakları meselesi olduğunun anlaşılması, sağlıklı bir çevrede yaşam hakkı ve gelecek nesillerin haklarının tartışılır hale gelmesi, bu davaları tüm dünyada cazip kılıyor.
Türkiye açısından duruma baktığımızda, durum hiç de iç açıcı değil. Geçtiğimiz ekim ayında Paris İklim Anlaşması'na taraf olmasına rağmen, Türkiye’nin henüz net bir iklim politikası, mevzuatı ve belirlenmiş hedefleri yok. 21-25 Şubat tarihleri arasında Konya’da İklim Şurası düzenleniyor. Şura’da alınacak kararların "2053 Net Sıfır Emisyon ve Yeşil Kalkınma" hedefleri doğrultusunda hazırlanacak kısa, orta ve uzun vadeli strateji, eylem, politika ve mevzuatın altyapısını oluşturacağı bilgisi kamuoyuna açıklandı. Ancak şimdiye kadar yaşadığımız deneyimler, alınacak kararlar ve daha önemlisi alınan kararların nasıl uygulanacağı konusunda umutlu olmamızın önünde ciddi engel teşkil ediyor.
Ne pahasına olursa olsun, kalkınmayı önceleyen politik ve yargısal bakış açısının hepimizi geri dönüşü olmayan bir felakete götüreceği açık. Mantar gibi yayılan ve art arda izin verilen projelere karşı açılan sınırlı bir “çevre davası” perspektifi yerine, iklim meselesini disiplinler arası bir sorun kabul ederek hak ihlallerini tartışan davalara ve hukuk savunusuna ihtiyacımız var. İklim ve çevresel adalet açısından gerçek bir toplumsal ve yargısal dönüşümü stratejik nitelikteki iklim davaları ve yargısal araçların etkin kullanımı ile sağlayabiliriz. Hep birlikte yukarı bakma, geleceğimiz için hesap sorma ve umut etme hakkımızı kimse elimizden alamaz bizim…
*Avukat