YAZARLAR

İktidar cehaleti nasıl iş görür?

AKP ve MHP ortaklığının geliştirdiği dil, popülerliğini büyük ölçüde iktidar cehaleti ekseninde şekillenmiş büyük toplumsal uzlaşıya borçludur. Açık hukuksuzluklar ve yaşanan hak ihlalleri konusundaki yadsıma, yok sayma tutumu da bunun açık bir göstergesidir. O halde “iktidar” kavramını en geniş anlamında, yani sadece toplumsal iktidar ilişkilerini değil parti siyasetini ve uluslararası ilişkileri de kapsayacak şekilde anlamak gerekmektedir.

Toplumda yaygın olarak var olan bir cehalet türünü teşhis etmek siyasal bakımdan büyük önem taşıyor. Zira bu popüler bilgisizlik biçimi haklar ve özgürlükler uğruna verilen mücadelenin nasıl çok boyutlu olduğunu ortaya koyuyor. Yukarıdan aşağıya iş gören, temelde egemenlik ayrıcalıklarını korumaya odaklanan ve ezilenlerin içinde tutulduğu eşitsiz statüyü devamlı kılmaya hizmet eden bu cehaletin farklı örneklerine rastlayabiliyoruz: İstanbul’un hangi ülkede olduğunu dahi bilmeyen Amerikalılar, Siyahların spordaki başarılarını bir kaslarının fazla olmasına bağlayan Beyazlar, tüm Asyalılar birbirine benzer inancından ötürü onları ayırt etmenin imkânsız olduğunu savunan Avrupalılar vb. Ezilen grupların mensupları açısından fazlasıyla belirgin olan ayrımları, kendi kimliklerini tanımlayan tek bir büyük ölçütün potasında eritmek egemen grubun bileşenleri açısından son derece işlevsel. Çünkü kimlik kurguları bu sayede maddi bir gerçeklik kazanıyor ve grup bütünlüğü için bir ötekinin varlığına duyulan simgesel ihtiyaç karşılanmış oluyor. Bilgi ile bilgisizlik arasındaki gri bölgede üretilmiş bu söylemler ezilen grupların yaydığı enformasyonu hoyratça manipüle ediyor. Başka bir deyişle, ezilenler hakkında bilinen gerçekleri yok sayma, onları yanlış tanıma, bilmek istememe veya öğrenmeye direnme gibi değişik biçimler içinde icra edilen cehalet pratikleri gerçekliği iktidar lehine bükmenin aracı olarak işlev görüyor.

Son derece kompleks bir nitelik kazanan bu politik cehalet türü bizi bilgi ile insan arasındaki ilişkiler üzerine düşünmeye sevk ediyor. Tabii bilgi ile insan arasındaki ilişki değişik coğrafyalarda farklı kültürel görünümler kazanmış ve tarihsel açıdan dinamik bir yapı arz etmiştir. Bununla beraber, söz konusu tarihsel süreçteki en önemli kırılma Avrupa’da modern çağın şafağında gerçekleşmiştir. O dönemin hâkim düşüncesini özetleyen fikir şu önermede özetlenebilir: Bilgi güçtür. Yani modernlik bilgi, hakikat ve insan arasındaki ilişkiye fazladan bir değişken olarak iktidar kavramını da dahil etmiştir. Demek oluyor ki biz iktidarı esas olarak cehaletle değil bilgiyle bir arada düşünme eğilimindeyiz. Bu bağlamda iktidarın kendi cehaletinden söz etmek sanki paradoksalmış gibi gözükebilir. Zira bu çerçevede çoğu insana cehaletin halkı yönetilebilir durumda tutmak için kullanıldığını söylemek daha makul gibi gözükecektir. Başka bir deyişle günümüzde cehalet egemenlerin taşıyabilecekleri bir vasıf değil de halkın ve yönetilenlerin üzerine yüklenebilecek bir vasıf olarak kabul edilmektedir.

Görünüşteki bu paradoksu açıklamak ve iktidar cehaleti derken ne kastettiğime açıklık kazandırmak için farklı hakikat kurguları arasındaki ilişkilere bakmak gerekli gibi görünüyor. Bu bağlamda, yukarıda belirttiğim tarihsel kırılma gerçekleşmeden önce modern olmayan toplumlarda bilginin amacı hakikat olarak tanımlanırdı. Ancak hakikat karşısında tüm insanlar eşit konumda görülmezdi ve hakikatin bilgisine erişim konusunda farklı mertebeler olduğu düşünülürdü. İnsanların bilgiyle olan ilişkileri onların hakikat hiyerarşisinin hangi basamağında olduğuna bağlı olarak belirlenirdi. Aslında çok uzak bir geçmişten söz etmiyorum, çünkü bu tarz bir hakikat mertebelendirilmesi günümüz dünyasındaki bazı dini topluluklarda halen mevcuttur. Hakikatin herkesin sırtlayamayacağı bir ağırlığının olduğu, her insana açıklanmaması gerektiği düşüncesi halen bazı çevrelerde yaşayan, canlı bir inançtır. Bu çerçevede insanın edindiği bilgiden beklenen şey kendini olgunlaştırması ve hakikate ehil hale getirmesidir. Yani bilgi ile insan arasında içkin bir ilişki vardır ve bilgi insana geri dönmekte, onu dönüştürmekte ve olgunlaştırmaktadır. Olgun bir başağın başıysa öne eğik olur.

Bilgi ile güç arasındaki ilişkiye gelince, bunun modern çağın belirgin bir özelliği olduğu önermesi yanlış değildir. Ancak bu ilişkiyi bir sebep olarak düşünmek yanlış olur, aksine güç üzerindeki vurgu insanların hakikat karşısındaki konumlarının değişmesinin sonucu olarak görülmelidir. Modernlik esasen akıl ve sağduyu konusunda herkesin eşit olduğu varsayımıyla belirlenmiştir. Bu varsayım hakikate erişim konusunda da insanların eşit olduğu inancını beraberinde getirmiş ve bilgi ile insan arasındaki içkin bağı koparmıştır. Bilgi artık insana geri dönen ve onu dönüştüren bir şey olarak düşünülmemektedir. Artık bilgi edinmek dışarıya yönelik bir iş olarak düşünülmekte ve esas amacı dünyayı dönüştürmek olarak tanımlanmaktadır. İşte güç bu noktada devreye girmekte ve insanın dış dünya üzerindeki hakimiyet arzusunun bir aracı olarak işlev görmektedir. Bugün modern bir insanın bilgi birikimi onun karakteri veya hayatı hakkında bize hiçbir fikir vermemektedir. Örneğin birinin iktisat profesörü olması onun zengin olduğu anlamına gelmez. Yine birinin psikolog olması, kişilik bozuklukları konusunda uzman olması, bize onun kişiliği hakkında bir şey açıklamaz. Çünkü onun bilgisi hiçbir şekilde hayatına değmemiş olabilir; bilgisi aracılığıyla işini icra etmesi modern olması için yeterlidir.

Bu durumda bilginin günümüz dünyasında bir güç olduğu geçerli olsa da bunun tersinin doğru olduğu söylenemez. İktidarın kendine özgü cehaleti onun kendi kendine değil dış dünyaya yönelmesiyle ilgilidir. Cehalet derken gündelik kullanımda bir konudaki bilgi yoksunluğunu işaret ediyoruz. Gündelik kullanım açısından, temel bir bilgilendirme faaliyeti veya kapsamlı bir eğitim süreciyle hakkından gelinebilecek arızi bir bilgi açığına gönderimde bulunmak kafidir. Ancak modern toplumda iktidar ilişkilerinin siyasal örgütlenişi ile bilginin toplumsal dağılımı arasındaki etkileşimden kaynaklanan başka bir bilgisizlik türünün varlığından da söz etmek pekâlâ mümkün. Nispeten yapısal nitelik taşıyan, kasıtlı olarak üretilmiş ve yaygın bir uygulama alanına sahip bir bilgi açığıyla olan ilişkisi böylesi bir cehaletin ayırt edici yanını oluşturur. Açık ve bilinçli biçimlerde olabileceği gibi örtülü ve bilinçsiz şekillerde de karşımıza çıkabilen bu cehalet türü özellikle toplumsal sınıflar, farklı etnik ve dini gruplar, ırklar veya cinsiyetler arasındaki eşitsiz ilişkilerin düzenlenmesinde önemli bir görev ifa eder. Bu yönüyle ezilen durumdakilerin ürettiği bilgi konusunda bilgisizlik esas tutulur ki eşitsiz ilişkiler onların önüne bir siyasal sorun olarak gelmesin, yok sayılsın veya çarpıtılabilsin.

Hakikate erişim düzeyinde öngörülen eşitliğin, yani herkesin akıl ve sağduyu bakımından eşit olduğu varsayımının aynı zamanda siyasal alanda eşitsizlikleri meşrulaştıran bir cehalet türünün imkanını oluşturması gerçekten ilginç bir konudur. Ancak burada sadece epistemolojik meseleyi belirlemekle yetinip söz konusu iktidar cehaletinin siyasal boyutuna odaklanmak istiyorum. Böylesi bir bilgisizliğe prim vermemek son derece tüketici bir mücadele olabilir. Zira egemen görüş sahipleri sadece bu konularda bilgisiz olmanın ötesinde, düpedüz öğrenmeye direnç gösteriyor olabilir. Çünkü öğrenmesi, anlaması kendi iktidar konumunu gözden geçirmesini ve önce kendini değiştirmesini gerektirecektir. Herkesin Zazaca konuştuğu bir şehirde yaşayan böyle bir insan 5 yılını, 10 yılını tek kelime Zazaca öğrenmeden geçirebilir. Görünüşte masum bilgi edinme soruları sormanın, örneğin Arap azınlıktan birine “Sen neden beyazsın?” diye sormasının içerdiği sembolik şiddetin ayırdında olmayabilir. Yine bir iktidar milletvekili “Türkiye’de çıplak arama yok” diye bilgisizliğini gösterdiğinde, bunun söz konusu uygulamaya maruz kalanlar üzerinde nasıl bir etki yarattığını görmezden gelebilir.

Fakat tüm bunlar şu sonucu değiştirmez: Esasen iktidar cehaleti, toplumda hüküm süren eşitsiz ilişkilerin yarattığı insan sayılanlar ve insan sayılmayanlar ayrımının yapılaşmasının bir sonucudur. Bu yapılaşma konusundaki bilgisizlik iktidar hiyerarşisinin üst basamaklarına dahil olmanın ve bu durumu sürdürmenin koşullarından biridir. Söz konusu yapılaşmanın sürekliliği sorunun en derinden bir aydınlanma meselesinden ibaret olmadığını ortaya koymaktadır. Yani cehaletin karşısında “bilgilendirme” faaliyetini ciddiye almak gerekli olmakla beraber, gerçek bir çözümün temeldeki eşitsiz yapıların dönüştürülmesiyle elde edilebileceği akılda tutulmalıdır. Bu da bize hak mücadelelerinin bütünsel doğasını her zaman göz önünde bulundurmamız gerektiğini gösteriyor. Şimdi parti siyasetinde AKP ve MHP ortaklığının geliştirdiği dil, popülerliğini büyük ölçüde iktidar cehaleti ekseninde şekillenmiş büyük toplumsal uzlaşıya borçludur. Açık hukuksuzluklar ve yaşanan hak ihlalleri konusundaki yadsıma, yok sayma tutumu da bunun açık bir göstergesidir. O halde “iktidar” kavramını en geniş anlamında, yani sadece toplumsal iktidar ilişkilerini değil parti siyasetini ve uluslararası ilişkileri de kapsayacak şekilde anlamak gerekmektedir. Pandemi yönetiminden ekonomik kriz tartışmalarına kadar her alanda iktidarın cehaletine karşı hak bilincinin bilgeliğiyle donanmak esas çözüm doğrultusunu işaret ediyor.


Ahmet Murat Aytaç Kimdir?

Ailenin Serencamı: Türkiye'de Modern Aile Fikrinin Oluşumu (2007), Kitlelerin Ruhu: Siyasi ve Sosyal Tahayyüle Kalabalıklar (2012) adlı eserleri kaleme aldı. Göçebe Düşünmek: Deleuze Düşüncesinin Kıyılarında (2014) adlı eserin editörlerinden biridir. Şubat 2017'de yayımlanan KHK ile ihraç edilinceye kadar Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde Yardımcı Doçent ünvanıyla çalıştı. Temel ilgi alanları insan hakları felsefesi, siyasal düşünceler tarihi ve siyaset kuramı, radikal demokrasi gibi konulardan oluşmaktadır.