YAZARLAR

İktidarın otoimmün hastalığı ve 'Üçüncü İttifak'

“Nasıl olsa gidecekler eli kulağında” pasifizminin riski çok yüksek olduğu bir gerçek, biliyoruz ki otoimmün hastalıkları zor da olsa tedavi edilebiliyor.

Son günlerde yaşanan gelişmeler; AKP-MHP ortaklığı ile onları destekleyen Ağar-Çakıcı-Perinçek ve bilumum zevattan oluşan blokun, var olan kaotik düzeni en azından bu şekilde daha fazla sürdüremeyeceklerini, sürse dahi uzun ömürlü olamayacağını açıkça bizlere gösterdi. Hazırlanmakta olan anayasa değişikliğinin içeriği, iktidarı nasıl sürdürmeyi planladıkları konusunda bizlere bir fikir verecektir muhtemelen. Ancak bugün için bir “ilk”in yaşandığını söylemek mümkün çünkü iktidarın ana omurgası ve bileşenleri bu kez katı defanstalar. İlk defa dertlerini anlatmak için çırpınıyor ve “suçsuz” olduklarını anlatmaya çalışıyorlar. Sedat Peker gibi, daha önce beraber yürüdükleri bir isimden gelen ifşalara karşı, Cumhurbaşkanı’ndan Binali Yıldırım’a, Soylu’dan Ağar’a kadar birçok ismin açıklama yapmak zorunda kalması, ne yazık ki 19 yılda muhalefetin bir türlü başaramadığı bir tahribatı gözler önüne serdi.

İktidar, vücudun kendi kendini yediği lupusvari bir otoimmün hastalığına yakalandı adeta. Devlet aygıtını oluşturan bileşenlerin çokluğu, Türkiye’de her zaman var olan iktidar kliklerinin siyaset geleneğini aşan mahiyette müdahil olmak istemeleri, hukukun yargı mekanizmalarının tamamen dışındaki taşeronlara devredilmesi, yaşadığımız krizin temel nedenlerinden bazıları. Tıpkı bağışıklık sisteminin gerektiğinden fazla çalışması durumunda vücudun kendi dokularını yabancı olarak algılaması ve bu dokulara saldırarak zarar verdiği otoimmün hastalıkları gibi, iktidar odakları da iç çatışmalarla cebelleşiyor.  

17-25 Aralık sürecinde ve daha sonrasında gördüğümüz devlet pastasından daha fazla pay alma savaşından Erdoğan zaferle ayrılmıştı. Birçok yorumcunun işaret ettiği gibi bu süreçten de Cumhurbaşkanı’nın temizlik yaparak ayrılması, krizi yine fırsata çevirmesi, lime lime dökülen devletin içindeki sorunlu iktidar bileşenlerini tasfiye etmesi ve yerine başkalarını koyması elbette olasılıklar dahilinde. Ancak son derece güç teşhis edilen otoimmün hastalıklarının bir başka özelliği de hastalık bir organda tutulum yapınca onu kolay kolay bırakmaması ve daha sonra başka hedeflere yönelmesi, yani iş bu sefer o kadar kolay olmayabilir.

İktidarın içinde Peker’in deşifre ettiği; Pelikancılar-Ağarlar V Soylu-Çakıcı-Bahçeli, bunlarla organik bağlantıları olan Avrasyacı V NATO'cu çatışmalarının kamuoyunda bu derece konuşulmasını önlemek için standart propaganda uygulamaları yine devreye girmiş durumda. Peker videoları yayınlanmaya başladığı günden itibaren Diyarbakır’da “maket uçak” saldırılarının, uyuşturucu operasyonlarının, yol/cami açılışlarının, “uzaya gidiyoruz” haberlerinin, “petrol bulduk yaşasın” açıklamalarının ardı arkası kesilmedi ancak görülüyor ki bunlar eskisi gibi artık dikiş tutmuyor.

Prison Break dizisini izleyenler bilir, dizide başkan dahil bütün ABD’yi, adına “Company-Şirket” denilen bir yapı yönetir. Bu gizli örgütün yöneticisi televizyonda bütün kirli işlerinin deşifre olduğunu öğrenince “hemen bana bir Arap terörist bulun, yakalayın” diye bağırır. Wag the Dog filminde başkanın karıştığı skandalı örtmek için stüdyo imkanlarında green box (yeşil perde) yardımıyla Arnavutluk’ta savaş çıkartılır, “We Are The World”vari şarkılarla birlik beraberlik konsolide edilmeye çalışılır. Bizde de Afrin Harekatı’nda benzeri propaganda şarkıları hazırlanmıştı. Ancak şimdilerde “petrol bulduk, aşılar imzaladık” tarzı haberler, on milyonlarca izlenen Peker videolarının yerini tutmuyor. Herkes yarın Sedat Peker’in yapacağı siyasal pornografi videosunu bekliyor merak içinde.

Böylesi bir tabloda meclis muhalefeti nasıl bir yerde konumlanıyor? Meral Akşener’e Karadeniz’de yapılan saldırma cüretinin yıllara dayanan arka planı olduğu bir gerçek. Kılıçdaroğlu dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda “Anayasa’ya aykırı ama kabul edeceğiz” dediği zaman “bu ateş sizi de herkesi de yakar yapmayın, açmayın bu kapıyı” demişti insanlar, şimdi haklı olmanın üzüntüsünü yine aynı uyaranlar yaşıyor. Bugün de “helalleşelim” diyorlar, körü körüne inandıkları muhafazakarlara yaranma stratejisi doğrultusunda ağızlarından “Allah”ı düşürmüyorlar, heyhat tezkereler meclise gelmeye devam ediyor, Akşener’e en yüksek mertebeden tehditler yağıyor, İmamoğlu için iddianameler hazırlanıyor. İktidar en iyi bildiği uygulamayı, gerilimi tırmandırmayı seçerken, “çatışmayacağız, pozitif olacağız” diye diye gelinen nokta, bir mafya liderinin yarattığı hasarın yanına dahi yaklaşamıyor. Nitekim anketler de iktidarın oy kaybettiğini, ancak muhalefetin topyekûn yerinde saydığını, kararsızlar partisinin ise gittikçe oyunu arttırdığını gösteriyor. AKP’den kopan insanlar yön arıyor.

Bu durumda oluşturulması gereken yeni bir blok, yeni bir hattır. İlk olarak Demirtaş’ın ifade ettiği “demokrasi ittifakı” bir zorunluluk artık. Ancak bu ittifakın; güvenlik doktrinlerini kutsayan, devleti her daim fetişleştiren, milliyetçiliği sürekli körükleyen, dini söylemlere kurtarıcı gözüyle bakan Millet İttifakı içinde gerçekleşemeyeceğinin artık anlaşılması gerekiyor. Orası var zaten, neredeyse kurumsallaşmasını tamamlamış durumda Millet İttifakı.

Geçtiğimiz hafta EMEP, HDP, Halkevleri, SOL Parti, TİP, TKP, TÖP tarafından yapılan ortak açıklamada, Peker’in itirafları sonrası devlet-mafya-siyaset ortaklığına bir kez daha tanıklık edildiği belirtilerek, "kirli ittifaktan kurtularak herkese yaşanabilir bir ülke için seferber olma" çağrısı yapılmıştı ancak bu açıklama yoğun gündem ortasında hak ettiği ilgi ve alakayı görmedi sanki:  “Yargının gözlerini kapadığı bu talan düzenine karşı toplumsal itirazı, mücadeleyi büyütmek ve tüm gerçekleri ortaya çıkarmak için Türkiye halkları başta olmak üzere siyasi partilere, sendikalara, demokratik kitle örgütlerine ve toplumsal kesimlere çağrı yapıyoruz: Sesimizi yükseltmeli, itirazlarımızı büyüterek örgütlemeliyiz. Türkiye halklarına karşı tarihsel sorumluluğumuzla sesleniyor ve bu kirli ittifaktan kurtularak herkesi yaşanabilir bir ülke için seferber olmaya ve mücadele etmeye çağırıyoruz.”

Bu çağrı önemlidir, yapılması gereken bugün yıldönümünü kutladığımız, birbirinden farklı yüzden fazla bileşenin sorunsuzca 2 hafta boyunca bir araya gelebildiği Gezi’yi model alan bir üçüncü ittifakın hayata geçirilmesidir. Bütün STK’lara, örgütsüz bireylere (Gezi’nin en güçlü grubu) açık asgari müştereklerde birleşecek bu İttifak’ın dar grupların her türlü hesabından azade olması bir zorunluluktur. Siyasetin alanını genişletecek bu oluşum, İkizdere ve Van’da toprakları için direnenler arasında bir köprü rolünü üstelenmeye aday olmalıdır. Bu İttifak; derin yoksulluğun sınıfsal boyutunu dile getirecek, adaletsizliğin Allah’a havale edilemeyeceğini, narko-devlet ilişki ağlarını yargılamadan helalleşme olmayacağını söyleyebilecektir. Bu Üçüncü İttifak aynı zamanda HDP’yi öcü olarak gören CHP ve İyi Parti’nin de, bambaşka kulvarda olduğu halde sürekli pazarlıkçı pozisyonda görünen HDP’nin de, kısaca herkesin elini rahatlatacaktır. Mithat Sancar’ın Gazete Duvar’da Ali Duran Topuz ile yaptığı söyleşide bunun emarelerini görmek mümkün. Asgari müştereklerde buluşan, en kısa zamanda ilan edilecek bir adayla bu ittifak, ön alıp siyaseti seçimlerden çok daha önce sahaya yayarak alternatif olabilecektir. Ortaklaşılan konuların ve adayın şimdiden belirlenmesi, siyasetin uzun zaman boyunca sürekli konuşulabilmesi açısından bir vesile yaratacaktır. Üstelik seçimlerden birkaç ay evvel aday açıklamak yerine, uzun zamana yaymak “erken seçim” talep etmenin en somut göstergesi, “biz hazırız hadi bakalım, hodri meydan” demenin de açık ispatı olacaktır, o nedenle hemen şimdi, hiç vakit kaybetmeden…

Kendi kendini yiyip bitirmek isteyen iktidara bu anlamda katkıda bulunmak, bu yeni ittifakın boynunun borcu olmalıdır.  “Nasıl olsa gidecekler eli kulağında” pasifizminin riski çok yüksek olduğu bir gerçek, biliyoruz ki otoimmün hastalıkları zor da olsa tedavi edilebiliyor, en azından seyrin stabil kalması için bir takım ilaçlar hastaya yardımcı olabiliyor. Hele ki krizleri yönetmesini bilen, partisinde önemli bir kilit taşı olan bir lider söz konusuyken bu krizden de bir şekilde çıkmaları şaşırtıcı olmaz. Bu nedenle naçizane önerim; asgari müştereklerde buluşacak, aktif siyaset üretecek, somut umutlar vaat edecek, seçim atmosferine hepimizi bugünden sokacak, siyaseti geniş alanlara yayacak, Sünni İslama ve milliyetçiliğe alternatif, hayata soldan bakacak bir “Üçüncü İttifak”, “bunun Türkiye’de hiçbir toplumsal karşılığı yok” karşı söylemine rağmen, kararsız oylar bu kadar yüksekken ivedilikle hayata geçirilmelidir.  


Azmi Karaveli Kimdir?

İletişim uzmanı. Galatasaray Lisesi’nin ardından Marmara Fransızca Kamu Yönetimi’ni bitirdi, aynı üniversitede Sinema-TV yüksek lisansı yaptı. 1993 yılında Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başladı. Televizyon programcılığının yanı sıra, özel sektörde ve iletişim ajanslarında çalıştı. Kadir Has Üniversitesi’nde iletişim dersleri verdi. Hayat Bilgisi Okulu’nun kurucuları arasında yer aldı. zete.com’da yazılar yazdı. Cumhuriyet Pazar Eki’nde Yurttan Sesler bölümünü hazırladı, zaman zaman kültür sanat sayfasında yazılar kaleme aldı. 2018 yılında gazetede yaşanan gelişmeler üzerine Cumhuriyet’ten ayrıldı. Halen kurucusu olduğu ajansta iletişim danışmanlığı yaparken, bazı STK ve siyasetçilere gönüllü destek veriyor. Marmara Üniversitesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora tezini bitirmeye çalışıyor.