İktisatçılar yorumladı: Faiz artırmak enflasyona çözüm mü?
ABD'de enflasyonun yüzde 3'e düşmesinin faiz artırımı ile ilgili olmadığını savunan iktisatçılar, faiz artışlarının enflasyonla mücadeleyi halkın üzerine yüklemek anlamına geldiğini belirtiyor.
DUVAR - Amerika Birleşik Devletleri'nde korona virüsü pandemisinin ardından yükselen enflasyon oranının bu ay yüzde 3'e kadar gerilediğinin açıklanması Türkiye'de de tartışma konusu oldu.
ABD'de 2020 yılının haziran ayında yüzde 0,1 olarak açıklanan yıllık enflasyon oranı 2022 yılının temmuz ayında yüzde 9,1'e çıkarak son 40 yılın en yüksek seviyesine ulaşmıştı. Enflasyon, 1 yıllık süreçte yüzde 3'e kadar gerileyerek son 27 ayın en düşük seviyesini görmüş oldu. Bu süreçte ABD Merkez Bankası (FED), 2022 yılının başında yüzde 1'in altında olan faiz oranlarını düzenli aralıkla yükselterek 2023 Temmuz'unda yüzde 5,25'e kadar çıkardı.
İktisatçıların bir kısmı, ABD'nin faiz politikasının enflasyonun düşmesinde etkili olduğunu belirterek Türkiye üzerine değerlendirmelerde bulunurken bir kısmı ise enflasyonun faiz politikası nedeniyle değil, ABD'de uygulanan istihdama yönelik politikalar sayesinde düştüğünü ifade ediyor.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, "Faiz sebep, enflasyon neticedir" söylemiyle birlikte 2019'dan beri uygulanmaya başlanan düşük faiz politikasının döviz kurunda artışa ve buna bağlı olarak enflasyona yol açması Türkiye'de iktisatçılar arasında da fikir ayrılıklarına neden olmuştu. Bir görüş, Merkez Bankası'nın tekrar faizleri artırması gerektiğini, enflasyonun da bu şekilde dizginlenebileceğini savunurken bir diğer görüş ise enflasyonun asıl sebeplerinden birinin şirketlerin yüksek kâr oranları olduğunu belirterek faiz artırarak toplam talebi önlemeye çalışmanın "acı reçeteyi" halka ödetmek anlamına geleceğini savunuyor.
Seçimlerin ardından Hazine ve Maliye Bakanlığı görevine getirilen Mehmet Şimşek ise, "Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Kurala dayalı bir Türkiye ekonomisi özlenen refaha ulaşmamızda önemli olacaktır. Makro finansal istikrarı önceliklendireceğiz" ifadelerini kullanmıştı. Şimşek göreve geldikten sonra Merkez Bankası, ilk toplantısında faiz oranlarını 650 baz puan birden artırarak yüzde 8,5'ten 15'e yükseltmişti. Mart 2021'den beri ilk kez faiz artıran Merkez Bankası'nın 20 Temmuz'daki toplantıda da artışa devam etmesi bekleniyor.
İktisatçılar İlhan Döğüş, Ali Alper Alemdar ve Tansel Güçlü, ABD'de enflasyonun düşmesinde belirleyici olan etkenler ve enflasyon-faiz-istihdam arasındaki ilişki üzerine değerlendirmelerde bulundular.
'FAİZ ARTIRAN İNGİLTERE, ARJANTİN, İSVEÇ'TE ENFLASYON DÜŞMEDİ'
İktisatçı Dr. İlhan Döğüş, ABD’de enflasyonun faiz artırımları sayesinde düştüğünü iddia edenlerin faiz artıran İngiltere, Macaristan, Arjantin, İsveç, Yeni Zelanda gibi ülkelerde enflasyonun neden düşmediğini açıklayamadıklarını belirterek "ABD, Kanada, Brezilya, Hollanda, Danimarka, İspanya gibi enflasyonun düştüğü ülkelerde işsizliğin iddia ettiklerinin aksine neden azaldığını da açıklayamıyorlar. Faizi ve işsizliği artmamış olan Japonya'da da enflasyon düşüyor. Nihayetinde savundukları enflasyon hedeflemesi, işsizliği artırıp talebi baskılamak üzerine kurulu. Faiz artışlarının temel hedefi olan işsizlik artışı olmadan faiz artışlarının enflasyonu düşürmekte başarılı olduğunu söylemek, entelektüel açıdan sorunludur" dedi.
'ARZ KAYNAKLI ENFLASYONUN ÇARESİ TALEBİ BASKILAMAK DEĞİL'
Pandemi sonrası enflasyonun aşırı talep kaynaklı değil; tedarik sorunlarının sebep olduğu arz kısıtları kaynaklı bir enflasyon olduğunu ifade eden Döğüş, şu ifadeleri kullandı:
"Enflasyon zaten yüksek olan tekelleşmenin mümkün kıldığı aşırı kâr fiyatlamasıyla daha da arttı. Arz kısıtları kaynaklı enflasyonun çaresi, talebi baskılamak değildi. Enflasyon aşırı talep kaynaklı olsa bile, enflasyonun düşmesi için, talebi düştüğünde fiyatı indirilen dayanıklı mallardaki fiyat düşüşünün, işsizliğin artışıyla gelirler düştüğü için artan talebe fiyat artışı ile cevap verilen gıda gibi dayanıksız mallardaki fiyat artışının üzerinde olması lazım. Bu ise her zaman mümkün değil. ABD’de işsizliğin düşüşüyle beraber dayanıklı mal tüketimi arttı. Oysa faiz artışını savunanlara göre talebin baskılanması gerekiyordu enflasyonun düşmesi için. Evet, faiz artışları, yarattığı resesyon beklentisiyle enerji ve emtia fiyatlarını aşağı çeker fakat enerji ve emtia fiyatlarındaki düşüş daha ziyade Ukrayna Savaşı’nın etkilerinin sönümlenmesinden ötürüdür."
'ENFLASYON FED SAYESİNDE DEĞİL, İSTİHDAMI DESTEKLEYEN MALİYE POLİTİKASI SAYESİNDE DÜŞTÜ'
Enflasyonun FED sayesinde değil, üretimi ve istihdamı destekleyen maliye politikası sayesinde düştüğünü vurgulayan Döğüş, faiz artırımının devam etmesi durumunda enflasyonun tekrar yükselebileceğine dikkat çekerek, "Hükümetin maliye politikasıyla desteklediği 793 bini imalat sektöründe olan istihdam artışı, harcamaların, talebi arttığında üretimi artırılan dayanıklı tüketim mallarına yönelmesini sağladı ve bu üretim artışı da birim maliyetleri düşürdü. Üretim miktarındaki daralma, enerji maliyetlerindeki düşüşten daha büyük olsaydı birim maliyet artacak, enflasyon düşmeyecekti. Oysa üretim miktarındaki artış, girdi maliyetlerindeki artıştan büyük olursa birim maliyet düşer, enflasyon da baskılanabilir. FED, faizi ekonomiyi resesyona sürükleyecek düzeye getirirse, daralan üretimle yükselecek olan birim maliyet ve artan işsizlikle dayanıksız tüketim mallarına yönelecek olan talep, enflasyonu tekrar yukarı çekecektir" diye konuştu.
'FİRMALAR HEM ENFLASYONU HEM KÂRLARINI YÜKSELTTİ'
St. Francis College, New York İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Ali Alper Alemdar da küresel ölçekte yaşanan enflasyonun temel sebebinin pandemi nedeniyle üretimdeki ani duraklama, tedarik zinciri ve lojistiğin durmasından kaynaklı olduğunu hatırlattı. ABD’de 2019’un dördüncü çeyreğinden 2020’nin ikinci çeyreğine olan dönemde işsizliğin yüzde 3,6’dan yüzde 13 gibi bir seviyeye geldiğine değinen Alemdar şunları söyledi:
"Bu sırada Trump rekor seviyede kamu harcamaları yapsa da bu harcamalar doğrudan işsizleri ve düşük gelirleri kurtarmaktan ziyade büyük şirketleri ve finansal sektörü kurtarmaya yönelik olmuştu. Keza, yüzde 13 işsizlik varken, ABD borsaları o dönemde rekor kırıyordu. Covid nedenli kısıtlamaların yavaştan kalkması da ekonomik toparlanmayı hızlıca beraberinde getirmedi. Hem tedarik zincirindeki problemler hem de işçi açığı ABD’de uzun süre bir problem olarak devam etti. Bunun yanı sıra Rusya-Ukrayna savaşı ve Çin ile yapılan restleşmeler, küresel değer zincirindeki aksamaları devam ettirdi. Doğal olarak geçici olarak görülen enflasyonun hemen geçmeyeceği anlaşıldı. Bu sebeplerin yanı sıra, belki de en önemlisi, enflasyonist dönemde büyük firmalar piyasa güçlerini kullanarak, fiyatları maliyet artışlarının çok üzerinde arttırarak hem enflasyonu hem de kârlarını arttırdılar. Şirketler hali hazırda miktarsal genişlemeyle yaşanılan varlık balonlarının keyfini sürerken, üzerine olağan üstü kârlar koyabildiler."
'ABD'DE ENFLASYONUN AZALMASININ SEBEBİ FAİZ ARTIRIMI DEĞİL, İSTİHDAMIN VE ÜRETİMİN ARTMASI'
ABD’deki enerji ve gıda fiyatlarında ciddi bir gerileme görüldüğünü belirten Alemdar, "Biden döneminde uygulanan, neoliberal döneme göre agresif diyebileceğimiz kamu yatırımlarıyla desteklenen bir ekonomik toparlanma modelinin işlemeye başladığını görebiliriz. Verilere baktığımızda, Ortodoks iktisadın inancının aksine FED'in faiz artışlarının enflasyon üzerine anlamlı bir etki yapmamış olduğunu gözlemliyoruz. Bunun nedeni ise faiz artışlarının, FED'in beklediği işsizliği yaratamamış olması ve istihdamın halen daha güçlü olmasıdır. Ortodoks iktisadın ezberinden çıktığımızda, enflasyonun azalmasının sebebinin istihdamın ve üretimin artması olduğunu görebiliyoruz. FED'in ise faiz artışlarının neredeyse küresel finans piyasalarını çöküşe sürüklediğini de unutmamız gerekiyor" diye konuştu.
'SERMAYENİN NEDEN OLDUĞU PROBLEMİN 'ACI REÇETESİ' EMEKÇİLERE ÇIKARTILIYOR'
Alemdar, "Enflasyonun devam etmesinin ve düşmesinin gecikmesinin temel sebebi şirketlerin enflasyonist dönemde elde ettikleri aşırı kârlar olmasına karşın, ortodoks iktisatçıların önerdiği politikalar faiz arttırımı ile işsizliğin yaratılması, dolayısıyla talebin bastırılacağı düşüncesiyle enflasyonu kontrol etmektir. Bu sermayenin neden olduğu bir problemin ‘acı reçetesini’ emekçilere çıkarmaktan başka bir şey değildir. Aslında çokça ve birçok kez de yanlış olarak kullanılan servet transferi tam da bu şekilde gerçekleşmektedir" ifadelerini kullandı.
''FAİZ ARTTI DA ENFLASYON DÜŞTÜ' DEMEK KOLAYCILIK'
Munzur Üniversitesi, Bankacılık ve Finans Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Tansel Güçlü de FED'in açıklamalarının arkasındaki mantığın tüketim ve talebin baskılanması gerekliliği üzerine kurulu olduğunu ve emekçilerin harcanabilir gelirlerinin enflasyonun olağan şüphelisi olarak görüldüğünü ifade ederek, "Dolayısıyla FED enflasyonu politika faizi yoluyla düşürmeyi hedeflerken bunu emekçi hane halklarının talebini odağına alarak gerçekleştirmeye çalışıyor. Peki bu durumda kısmi ücret artışları ve istihdam artışlarının olması tam aksine bu dezenflasyonist bir sürecin arkasındaki mekanizmayı tetikliyor olamaz mı? Üstelik meta ve enerji fiyatları düşerken, gıda enflasyonu küresel olarak düşüşe geçmişken bunu söylemek mümkün değil mi? Bana kalırsa bunların tartışılması gerekiyor. 'Faiz arttı da enflasyon düştü' demek hem kolaycılık hem de doğru değil" dedi.
'ENFLASYONİST SÜRECİN ARKASINDA ÇOĞUNLUKLA KÂRLAR VAR'
Güçlü, "Halbuki enflasyonun sebeplerine baktığımız zaman IMF bünyesinde yapılan çalışmalarda dahi enflasyonist sürecin arkasında çoğunlukla kârların olduğu açıkça görülüyor. Bununla ilgili peş peşe çalışmalar yayınlanıyor. Özellikle uluslararası taşımacılık sektöründeki tekelleşmenin ciddi bir enflasyonist süreci tetiklediği yönündeki tespitleri mutlaka göz önüne almalıyız" diye konuştu.
'ENFLASYONLA MÜCADELENİN YÜKÜ ÜCRETLİ ÇALIŞANLARIN ÜZERİNDE'
"Şunu açıkça söylemek gerekir ki FED'in enflasyon hedeflemesinden günümüze kadar gelen politika tasarımlarının belirleyenleri geniş kesimlerin talebi ve işsizlik oranlarıdır" diyen Güçlü şunları ifade etti:
"Bütün bu bahsettiğimiz gelişmelere rağmen Federal Açık Piyasa Komitesi’nin son tutanağında 'emek piyasasının sıkılığından' ve 'istihdamın artışından' halen enflasyonist riskler olarak bahsedilmektedir. Halen bu yöndeki gelişmeleri 'dikkatle' izlemektedirler. Yani enflasyonun sebebi karlar da olsa, tekelleşme de olsa ve ayrıca süreç kârlar lehine ilerlese de enflasyonla mücadelenin yükü Amerikan ücretli çalışanlarının üzerindedir. Türkiye için de benzeri bir döngüyü tetikleyecek gelişmelere yol açıyor tabi bu durum da. Türkiye’nin dinamikleri belki ayrı bir tartışma konusu ancak para politikası ve faize sıkıştırılan bir enflasyon tartışması enflasyonist süreci her türlü ücretli çalışanların yüklenmesi gereken yük olarak sonuçlanmakla malul kalıyor. Maliye politikası ise her taraftan bir 'denk bütçe' tartışmasına sıkışmış durumda. Halbuki maliye politikasını hem ABD için hem de Türkiye için ücretli sınıflar lehine devreye sokmak mümkün ve gerekli. Bu tartışmaların yapılması lazım."