YAZARLAR

İlâhi bakanlık, ilâhi festival yönetmeni!

Askeriyenin tek tip’inden güya sivil faşizan-bağnaz tek tip’e geçiş her alanda her şeyi daha seviyesizleştirdi, daralttı, ömrümüzden yiyor, kültürümüzden yiyor. Belki diyeceksiniz ki: Ne kültürümüz vardı da!.. Var işte. Turizm ile ikisinin bakanlığı bile var.

Meslek birliğimizin, Belgesel Sinemacılar Birliği’nin üyesi Nejla Demirci’nin Kanun Hükmü filminin başına geleni, bunun üzerine sinemacılar âleminde oluşan dayanışmayı, itirazı, tepkileri -elbette yavşaklıkları, umursamazlıkları, kendini her şeyin merkezine koymaları da- günlerdir izliyorsunuzdur. Film Antalya Altın Portakal Festivali’nin altmışıncısına alınmışken yukarıdan baskıyla festivalden çıkartıldı. Sebebi, KHK’lı iki kişinin mağduriyetini anlatıyor oluşu.

İktidarın bir tasarrufundan ötürü mağdur olmuş iki insandan söz eden bir belgesel film, belgesel filmlere kategorik olarak yer veren festivalden neye dayanılarak çıkarılabilir? Sinemasal veya teknik kalitesizliğinden, ele aldığı konuyu işlemedeki yetersizliğinden olsa, baştan alınmazdı. Alındığına göre, festivalde gösterilmeye yeterli kalitede bulunmuş. Kesin.

Peki, festival yönetiminin bu filmi alındığı festivalden atmaktan özel çıkarı var mı? Yok. Aksine. Sinema dünyasının sesi çıkan bir kısmından tepki göreceklerini bilirler. Demek ki, birileri festivale bu filmin çıkarılması için baskı yaptı. Festival yönetimi de, “böyle bir şey yapamayız, kendimizi inkâr etmiş oluruz” falan demedi, emri yerine getirdi.

Çok da alıştığımız şey değil ama bu olayda hassasiyet kabardı ve sinema âleminin birçok kuruluşu, yönetmenler, oyuncular, festivalin jüri üyeleri topluca tepki gösterdiler. Hassasiyet dayanışmaya hayat verdi.

Nihayet bugün (28 Eyül 2023), festival yönetmeni filmin yeniden programa alındığını duyurdu. Fakat nasıl? Buna geleceğim. Önce esas kötü karakteri ele alalım.

Kanun Hükmü’nün festivale geri dönüşüyle aynı anda, aslî işi bu tür festivalleri desteklemek, mümkün kılmak, yenilerini oluşturmak, geliştirmek olması gereken Kültür ve Turizm Bakanlığı -ki, “kültür niye turizmin yanında sığıntıdır?” sorusunu canlı tutmak için var gibidir-, sadece bir filmin festivalden atılmasıyla tatmin olmayacağını, bu arzusu yerine getirilmeyince festivali de baltalayacağını ilan etti. Kendisi desteğini çekmekle kalmadı, bazı sponsorları da belli ki çekilmeye zorladı. Veya sponsorlar, rejimin karakteri icabı, “bizim de başımıza iş gelir” korkusuyla alelacele tası tarağı toplamaya girişti. Yani bakanlık festivali düpedüz tahrip etmeye harekete geçti. (Bu iş “bana yar olmuyorsa size de etmem” yollu iktidar politikasının sinema festivalleri alanına da yayılmasının ilk büyük adımı da olabilir, henüz bilemiyoruz.)

En ufak utanma sıkılma kırıntısı barındırmayan açıklamasında bakanlık, sadece “kafamı bozdunuz, ne haliniz varsa görün!” postası atmakla kalmadı. Son derece tehlikeli ve tahrikkâr ifadeyle, filmi ve yönetmenini iktidar destekçisi geniş kitleye hedef gösterdi. Üstelik bütünüyle iftiradan ibaret suçlamayla, insanların hassas yerlerini kaşıyarak.

Bakanlığın resmî açıklamasında şu satırlar kendilerine yer bulabildi: “Böylesi önemli bir festivalde, sanatın gücü kullanılarak mağduriyet algısı üzerinden FETÖ terör örgütü propagandası yapılmasına vesile olunması son derece üzücüdür.”

Kültür bakanlığının bu satırları kaleme alan ve onaylayan mensupları nasıl bir “terör örgütü propagandası”ndan söz etmekteler? Filmin -çıkar ilişkileri bittikten sonra muktedirlerin FETÖ diye isim taktıkları- Fethullahçıların propagandasını yapma gibi bir amacı var mı? Elbette yok. Olduğunu düşünmek de pek aptalca, zira filmi yapanların bu teşkilata yakınlık duymaları için en ufak sebep yok. Peki bakanlıktakiler bunu bilmiyorlar mı? Uğraşacakları insan ve film hakkında hiç mi fikirleri yok? KHK der demez “Hah, işte FETÖ’cü!” diye ayağa fırlayan kimse, FETÖ’cü temizliyoruz ayağına yüzlerce solcu insanın işlerinden atıldığını, mesleklerini kaybettiklerini falan bilmez mi?

Aksini kim iddia edebilir: O bakanlıkta o lafları yumurtlayan ve onaylayan her kimlerse hepsi Kanun Hükmü filminin “FETÖ propagandası”yla falan alâkasının olmayacağını bilir. Burada rahatsızlık yaratan, “FETÖ” temizliği ayağına muazzam bir insan kitlesini mağdur eden iktidar pratiğinin mevzu edilmesi. Ve mazallah, mağduriyet kurcalandıkça, bu “FETÖ” dedikleri melanete dair riyakârlığın yaygın şekilde idrak edilmesi tehlikesi.

Hattâ bunlar bile fazla ince ya da derin kaçıyor. Şu an için bildikleri en “iş görür” karalama motifi bu. Zaten toplam üç motifleri var, en pratiği bu. Kim çıkarlarına dokunursa sıfat takıp saldırmaya hazır kitlenin önüne atmaya çalışıyorlar.

Birilerini saldırtmak için de motif hazır, bakanlık kalem ve mühür erbâbı da ellerini attıklarında ilk ulaştıkları bu silahı çekinmeden kullanmış: “Bakanlığımız, aziz milletimizin 15 Temmuz’da verdiği destansı mücadelesinin itibarsızlaştırılması, sanatın provokasyon unsuru olarak kullanılması çabasının bir parçası olmayacaktır.”

Bu yalnız siyasî baskı, yönetenin keyfî tutumu, sorumsuzluk, yasakçılık, tahakküm tutkusu vs. diye nitelenip geçilemeyecek, tehlikeli bir iş.

İktidara özgü kurnazlığın hizmetlilerince de kavranıp başarıyla uygulandığını da görüyoruz bu örnekte. Söz öyle bir yerden kuruluyor ki, hani, kazara iktidara yakın olduğu halde şu KHK işindeki ağır haksızlıktan, hukuksuzluktan rahatsızlık duyan olursa, çıt çıkardığı anda destanı itibarsızlaştırmakla suçlanıp dışlanacağı bildiriliyor kendisine. Muhtemel utangaç muhalife bile hayat hakkı bırakmamacasına.

Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın bir an önce Turizm Bakanlığı’na dönüştürülmesi ve iktidarın “madem kültürde iktidar kuramıyorum, o halde hiç olmasın” diyerek toplumu -zaten pek de meraklı olmadığı- her türlü kültür faaliyetinden men etmesi önerisiyle bu kısmı tamamlayayım.

Ve festival yöneticisinin derinlikli metnine geçeyim. Ahmet Boyacıoğlu’nun açıklamasını okuyanlar ifademi isabetsiz bulmuşlardır. Çünkü metin şundan ibaret: “22.09.2023 tarihinde yapılan duyuru ile 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Belgesel Film Yarışması seçkisinden çıkarılan ‘Kanun Hükmü’ adlı filmle ilgili herhangi bir yargı sürecinin bulunmadığı tarafımızca belgelendiği için filmin yarışma seçkisine geri alınmasına karar verilmiştir. / Ahmet Boyacıoğlu - Festival Yönetmeni.” Neresi mi derinlikli? Burada kahramanın yaşamöyküsündeki trajik eşik anlatılıyor. “Ben” formunda aslında. “Tarafımızca belgelendiği” ibaresindeki polisiye-aksiyon ve aynı zamanda araştırmacı belgeselcilik özelliğine de dikkat.

Yahu hangi yargı süreci? Ne yargısı? Şu anda bu memlekette normal yargı mı var? Bu bir. İkincisi: Film için “çıkartın şunu!” diye buyurulduğunda “peki abi” derken bakmadınız mı, hakkında “yargı süreci” var mıymış diye? Çıkarma kararını alırken, “madem yargı süreci varmış…” diye mi aldınız da sonradan “aa, yokmuş!” diyor ve geri alıyorsunuz?

Bu açıklamayı hizmet olsun diye tam tercüme ederdim, ama, sınırı aşmış baskı koşuları insanlara abuk sabuk şeyler yaptırabiliyor, bu yüzden iskonto mahiyetinde festival yöneticisini bundan esirgiyorum. Fakat buradaki kıvranmanın ve filmi festivalden atma kararı vermiş olmanın herhangi bir şekilde meşrulaştırılabileceğini sanmamalı kimse. Çok mu zordur, çıkıp, “Yahu ne FETÖ’sü, ne bilmemnesi! Ne alâkası var?” demek? “Neden KHK’lılarla ilgili herhangi bir belgesel yapılamasın?” demek imkânsız mı? (Film festivalinin ne olduğuna, siyasî iktidarın buna müdahalesinin kabul edilemezliğine falan hiç gelmeden konuşuyoruz bunları. Kimseden ekstra kahramanlık beklemiyoruz. Ortamın hepimiz farkındayız ya o bakımdan…)

Tabiî bütün bu olayın içinde, festival üzerinde söz sahibi olabildiğini bildiğimiz CHP’li belediyenin nasıl bir rol oynadığını öğrenmiş değiliz. Acaba “Anayasaya aykırı ama evet” tutumunu mu tekrarladılar yoksa festivalin onurunu savunmak için bakanlıkla, açıktan yapılmaması daha doğru olacak tartışmalar mı yürüttüler? Şimdi durduk yerde gürültü patırtı çıkaracak bir filmin, kabahat de bakanlığın üstünde kalacak şekilde ortalıktan çekilmesi işlerine mi geldi yoksa belediye direnmeye hazırdı da CHP genel merkezi mi “durun, Ümit Özdağ’a da bi danışalım” mı dedi de onları durdurdu yoksa tam tersi mi oldu..? Bir de CHP’yi renksizlikle, heyecansızlıkla suçlarlar; oysa bu parti söz konusu olunca hayatımız bütün bu ihtimallere açık, rengârenk hale geliyor… Umarım bu yazı yayınlandığında, belediye ve CHP, “sponsorlar çekilse de biz bu işin altından kalkacağız” falan gibi haysiyetli bir tavır takınmış olurlar.

Henüz tahammül kültürüne bile geçememişken çeşitliliğin zenginlik olduğunun kabul edilmesini beklemek şüphesiz “Boğaz’a karşı viski” mertebesinde lüks kaçıyor. Askeriyenin tek tip’inden güya sivil faşizan-bağnaz tek tip’e geçiş her alanda her şeyi daha seviyesizleştirdi, daralttı, ömrümüzden yiyor, kültürümüzden yiyor.

Belki diyeceksiniz ki: Ne kültürümüz vardı da!.. Var işte. Turizm ile ikisinin bakanlığı bile var.