İlhan Durusel’in üçüncü şiir kitabı: 'Bizans’ın İncesazı'
İlhan Durusel'in üçüncü şiir kitabı 'Bizans’ın İncesazı', Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. 'Bizans’ın İncesazı', tek bölüm, altmış dört sayfa ve kırk üç şiirden oluşuyor.
Daha önce okurla buluşan kitapları öykü türünde olduğu için öykü yazarı olarak tanınmıştı İlhan Durusel (1965). Şiirle gençliğinden itibaren ilgili olsa da bu yönünü, yakın çevresi dışında bilen, pek yoktur. Ancak 2015’te yayımlanan 'Kısa Kısa Kıssalar' ve 2019’da çıkan 'Dil Tutulması' adlı şiir kitapları dikkatleri şairliğine çekti. Durusel’in Yapı Kredi Yayınları’nca, 'Bizans’ın İncesazı' adıyla yayımlanan üçüncü şiir kitabı, onun şiir hevesini ve de şiirde kararlı, ısrarcı, kalıcı olma niyetini vurgulaması bakımından da önemli görünüyor.
İlhan Durusel, 'Dil Tutulması'nda somutlaşan türler arası, hatta türler ve de formlar üstü arayış ve deneyime dayalı şiir anlayışını yeni kitabında da sürdürüyor. Belli ki şiirin biçim, biçem, dil, tema, izlek, konu, söz gibi tüm yerleşik formlarını aşmayı amaçlıyor.
Durusel’in yeni kitabı tek bölüm, altmış dört sayfa ve kırk üç şiirden oluşuyor. Şiir diyoruz ama alışılagelen, yerleşik bir şiir formu söz konusu değil, bunu bilhassa vurgulamak gerekir. Öte yandan Durusel’in şiir biçimi ve biçemine, şiir okurunun çok da yabancı olduğu söylenemez.
Modern Türkçe şiirde yeni olmamakla birlikte daha önceleri, çok az sayıda şairin tercih ettiği kurgu ve yapısı bakımından “metinsel” olarak adlandırdığımız şiir çizgisi, son dönemde yaygınlık kazanmış durumda.
Kitabın ilk şiiri “Hoş Kokulu Kuşlar” başlığını taşıyor. Bu şiirden bir bölüm okuyalım:
Kokulu kuşlar sola uçtular. Soluklarını duydum. Duydun!
Havaya ateş sıkan Baharatçı Bihter
Ona bir mühür borcum var. Vursun mührünü-
Mürekkep serpilsin gökten: Ten tene değince can bulsun
Ufukta Alamut’un saydam burcu keskin ve yanık
Durusel zamanın gizlediklerini dile dökmenin inceliklerini araştırmayı sürdürüyor. Kişisel tarihin derinliklerinden çıkarılan şiirlerde bazen bir yaşam kesiti, bazen bir duyarlık, bazen bir farkındalık, bazen bir öykü aktarılıyor. Şu dizeler “İspirto”dan:
Bağışla, ateş geçmeyecek burada ispirto, döksen de içini
Dökülsen de sırça şişeden mosmor!
(…)
Hora tepelim. Defolsun çeribaşı, melek yüzlü şeytan.
Roman kızları! Romantikler! Beni benden alın.
Mağara resimlerine konu olalım. Gözü kapalı.
Öbür gözü eflatun.
Onun metinlerinde, metinsel şiirlerde yazıyla yaşam, güncelle bellek, şiirle düzyazı arasında gidip gelen bir mekik dikkati çekiyor. Bazen o mekiğin attığı düğümler, bazen sadece mekiğin hareketi ön plana çıkarılıyor. “Kostümlü Prova I” başlıklı şiirin son bölümünü alıntılıyoruz:
Makaslar! Makaslar! Burda bir yarım makas var.
Biri sahneyi değiştirsin.
Kumaş kumaş kumaş! Yeter, perdeler insin!
Diyor Makaslı Mastar.
Durusel, bir kişisel tarih anlatıcısı. Yoksa kazıcısı mı demeliyiz. Geçmiş zaman arkeoloğu, kazısını toprakta değil zamanda yapan bir arkeolog. Kişisel olanla toplumsal olanın ilişkisini, bağlarını göz ardı etmiyor, yok saymıyor. Ama sözün, dilin, şiirin tüm ağırlığının da burada toplanmış olduğu söylenemez. Bu bağların izinin ayrıntıda sürüldüğü söylenebilir. O daha çok kişisel tarihi ön plana alarak sorunsallaştırıyor. Tanıklıklarını, gözlemlerini, hatırladıklarını, hatırlatılanları kaydediyor, yazıyor, aktarıyor. “Tarumar Mahalle” şiirinin ilk ve son betiğini okuyalım:
Gençliğim kara kapkara bir mandıra ve grevli bir kafa.
Burası Basın Sitesi: burada büyüdüm ben, bu semt benden genç ama.
Burası basın sitesi: Memleketin ilk kooperatifi.
Ben burda büyüdüm. Bu mahalle benden genç.
Kan kanserine akran. Daha yeni doğmadan.
Durusel’in metinlerinde dil bilgisi açısından anlam bütünlüğü olan birimler için ne dize ne de tümce demek olası. Sözcükler de şiirsel bir birim işlevi görmüyor. Ama ister tümce, ister dize diyelim o temel birimlerin uçlarında mayın varmış gibi atlaya zıplaya bir ilerleme, bitişme, bitme, başlama söz konusu. Durusel’in zihninin, şiir dilinin Dadacıların biçimsel tarzını düşündürdüğünü de kaydedelim.
Bilinç akışı tekniğini de çağrıştıran “Piyer Loti” adlı şiirden bir bölüm aktaralım:
eski şairlerin dize uçlarında mayınlar varmış gibi demek ki sarılmalı bir sarmaşığa gökten inen / kibar suları ufukta karşıladık / oranı gösterdin sen / kapatıyorum bu şiiri / anlamı içeri alıp / ceryan yapıyor / paraşütü açılmayan akrobat teğmen kuş olacağına inanıyor
Belli ki İlhan Durusel, şiirde okurun zora koşulmasını önemsiyor. Alıntılanan şiirde söylediği gibi “anlamı içeri alıyor”. Derinlere çekiyor. Bu tavrı hem biçimsel hem de içerik olarak benimsemiş görünüyor. 'Dil Tutulması' okur için zor bir metindi. Ama yeni kitabında zorluk derecesi daha da artmış gibi. Eğer bir kıyaslama yapacak olursak 'Bizans’ın İncesazı'nda okurun sürüldüğü yokuş bu defa hayli dikleşmiş durumda. Durusel’in bilhassa hermetik tarzı, kişisel bilgi ve birikiminin kaynaklarına, anılarının derinliklerinde kalan deneyimlerle ilişkilenen dili ve söylemi okurla metin arasında derin hendekler oluşturması bakımından dikkat çekiyor.
Durusel, ilk şiir kitabı 'Kısa Kısa Kıssalar'ın girişinde kendi okuma deneyimine ilişkin şunları dile getiriyor: “Hulki Aktunç’un ‘Bir Şeyin Varoluşu’nu Temmuz 2000’de İzmir’den almıştım. Aldığım günden beri birkaç kere okumayı deneyip bir türlü ilerleyemediğim bu kitabı Hulki Aktunç’un öldüğünü öğrendiğim gün, (30 Haziran 2011) he-ce-le-ye-rek yeniden okumaya giriştim. Aşağıdaki ‘Kısa Kısa Kıssalar’ başlıklı parçalar bu okumaların hasatı/harmanı olan çalışmadan bir seçme.”
Durusel, Hulki Aktunç’un kitabını heceleyerek okurken yaşadığı deneyimi belli ki okur da onun metinleriyle yaşasın istiyor, arzuluyor. Şairin okurdan bunu istemeye, bunu beklemeye, okuru buna yöneltmeye hakkı var mı diye sorarsanız… Neden olmasın?
Okur için aslında zor metin, kolay metin yoktur. Ama ilişki, iletişim kurmak, temasını derinleştirmek için daha az uğraştığı, bazen de daha kısa sürede ulaştığı şiirler, metinler vardır. Ya da şiire, şiirin dalga boyuna ulaşmak için daha çok mesafe kat etmek zorunda kaldığı ve daha uzun zaman sonunda yakınlaştığı metinler, şiirler vardır. Bu arada şairin okurla metin arasındaki uzaklıkla ilgili müdahalesinin, belli bir yere kadar mümkün olabileceğini de kaydedelim. “Çilingir İçeri Gir” başlıklı şiirin son betiğini alıntılayacağız:
Benim dikmen kılavuzum anahtarımdır
Çilingir: içeri gir!
Dikiş makinesi, sus artık!
Sıradaki! Terzi Fikri!
Boş ceket, şapka, terlik.
Şiirin, metnin içine girerek orada yaşamak, orada bir yaşam alanı, habitat aramak için okurun deneyimi önemli… Çünkü şiir ya da metin ne sadece duygu, ne sadece düşünce, ne duyarlılık, ne farkındalıktır. Şiiri tüm bunlarla birlikte kurulmuş ve paylaşıma açık bir yaşam alanı, yaşam anı olarak tanımlayabiliriz. Metin şiirli olunca o metnin şiirli birimine de tümce diyebiliriz galiba. Okuyacağımız şiirli tümceler “Uzun Hava” başlıklı şiirden:
Ben kendi şiirimi bile tanıyamaz olurum
İçimden çıkan bu acıyı, içime tekrar geri getirecek başka bir uzun hava
Başka bir uzun hava için içinde bütün bir köyün ahları geçen bir uzun hava
Neye yarar içimize bile çekemedikten sonra?
Geçmiş, İlhan Durusel’in ince sızısı, bunu harf harf duyuruyor desek yeridir. Durusel’in insanla hakikatin, yaşantıyla tarihin, şimdiyle geçmişin arasına giren ve tam da o aralıkta, o boşluğun ağzında gezinen dilinden çıkan metinlerinin, şiirli metinlerinin modern Türkçe için taze bir soluk olduğunu belirtmek isteriz. 'Bizans’ın İncesazı'nı, bilhassa “heceleyerek” okumayı sevenlerin ve okuduğunu sözcük sözcük söküp yeniden birleştirmekten yana olanların dikkatinden kaçırmayacağını düşünüyoruz.
Durusel’in kitabını vesile sayıp yazımızı kısa bir notla bitirelim.
Bir şiir yazılırken şairler yanlarına neler alırlar? Edip Cansever’in 'Şairin Seyir Defteri'nde yer alan “Neler Almalıyım Yanıma” başlıklı şiir örneğin, “Şiir için: Yılgı, sessizlik, yavaşlatılmış uyum” dizesiyle başlar. Şair, söz konusu şiirde birtakım duygular ve düşünceler sıralar. Şairlerin şiir yazarken yanlarına birçok duyguyu, düşünceyi aldıkları konusunda şüphe yok. Ancak bir o kadar, hatta belki onlardan daha elzem olarak şairlerin yanlarına almaları gereken başka araçlar da var; sözlük, yazım kılavuzu ve benzerleri gibi. Eminiz şiir yazarken yanına sözlük ve yazım kılavuzu gibi önemli araçları mutlaka alan şairler de var. Onların titizliklerine örneğin “fıskıye”yi “fıskiye” yazmanın gölgesi düşmez. “Mahcup” sözcüğünün “hicap” geldiğini bilirler ve “mahçup” yazmaları söz konusu olmaz.
Aslında dil işçisi olarak çalışan hiçbir şairin, dil ve yazım yanlışları konusunda vurdumduymaz olabileceği düşünülemez. Her şair bilir ki şiir, yazıya aktarılırken dil ve yazım yanlışlarını kaldırmayacak kadar hassastır. İnanıyoruz ki dil, yazım yanlışı tüm şairlerin yapıtlarında tüm sakınmalara çabalara rağmen ezkaza olmaktadır. Yoksa her şair Cemal Süreya gibi tabii ki aynı zamanda bir sözlük okuru, yazım kılavuzu kurdudur. Başka türlüsü mümkün değil…