İlk ve Son: Şiddetin ne hoş ne güzel şefkatin!

İlk ve Son yenilikçi üslubunun yanı sıra orta sınıf romantik öykülerine de sessiz sedasız bir başkaldırı niteliği taşıyor.

Google Haberlere Abone ol

Blu TV'nin "tutkulu bir aşk masalı" olarak tanıttığı İlk ve Son ilk dört bölümüyle yayınlandı. Senaryosunu Hakan Bonomo'nun kaleme alıp Cem Karcı'nın yönettiği dizide başrolleriyse Özge Özpirinççi ile Salih Bademci paylaşıyor. On yıllık bir ilişkiyi baştan ve sondan birer sene alarak aynı bölümlerde işleyerek anlatan İlk ve Son yenilikçi üslubunun yanı sıra orta sınıf romantik öykülerine de sessiz sedasız bir başkaldırı niteliği taşıyor.

Diziyi çeşitli yönlerden incelemek mümkün... Özellikle Kırmızı Oda'dan tanıdığımız Karcı'nın kurduğu atmosfer doyurucu bir malzeme sunuyor. Nedir ki İlk ve Son'un daha ziyade bir ilişkinin iç dinamikleri ve tarafların ruhsal sıkıntıları üzerinden inceleneceğini düşünüyorum. Dahası bir yenilik olarak sunduğu terapist izleme seçeneğiyle de yaşananlara kendi önerilerini getiriyor dizi. Oysa anlatıda (şimdiye kadar) pek görünür kılınmayan kuşak çatışması ve mevzu bahis on yılda yaşanan sosyal hareketlilik de irdelenmeyi hak ediyor. Diğer yandan 2008 Kasımı'nda vizyona girip bir devir açan Issız Adam (Çağan Irmak) ile yazının konusu dizinin kuşkusuz farklı açılardan ilerleseler de "yokoluşa sürüklenme" halinde ortaklaştıklarını söyleyebiliriz ve her iki anlatıdaki tarihlerin örtüşmesi kışkırtıcı bir hal alıyor. Issız Adam 2008 yapımı, İlk ve Son ise hikâyesini 2011'den başlatıyor. Bu benzerliği elden geldiğince değerlendirmeye çalışacağım ancak öncelikle öykü ve karakterleri aktarmak, psikolojik sıkıntıları yorumlamak istiyorum.

DÜĞÜNDEN MAHKEMEYE: HER ŞEY DAHİL İLİŞKİ

Özetlersek, İlk ve Son bir düğünde tanışan Barış (Bademci) ile Deniz (Özpirinççi) çiftinin öyküsünü konu alıyor. Düğün tarihinden (2011) günümüze uzanan anlatı ilişkinin de evlilik, boşanma, sevişme, çatışma gibi çeşitli durak ve duygularını gözler önüne seriyor. Dizi bir anlamda tüm aşamalara değinerek adeta bir ilişkiyi fotoğraflıyor ve bu fotoğraflar art arda dizildiğinde dile gelip seyirciyle konuşmaya başlıyor. Detaya girdiğimizdeyse şunları söyleyebiliriz. Barış ile Deniz oldukça zıt karakterlerdir. Dolayısıyla doğru zaman-doğru yer'de bulunduklarından (aslında tesadüf'ün şartlarını karşıladıklarından) yaşamlarını birleştirir, daha sonra ise uyuşamayıp ayrı düşerler. Barış bir firmada kanser ilaçları üzerine çalışmaktadır, köpeği Coşkun eski sevgilisinde rehin kaldığından arkadaşının düğününde gergin telefon görüşmeleri yapmakta, karşı tarafa söz geçiremediği anlarda sesini yükseltmektedir. Bu sahnelerden ve elbette devamından anlarız ki neredeyse ağlaklığa varan savunma amaçlı bir duygusallığa sahiptir Barış; çekingen, korkak bir karakteri vardır ve işler ters gitmeye başlayınca yıkıcı tepkiler vermektedir. Abisinin düğününde beyaz elbiseyle dolaşıp meydan okuyan (kimileri bu tavır için "ergenlik" diyerek kestirip atabilir) Deniz ise tersine mağrur, güçlü, agresif biridir fakat eğlencelidir, gözü karadır; babasına duyduğu öfkeyi, anneye özlemini olumlu bir çerçevede ifade edebilmektedir. O da bir şirkette iç mimarlık yapmaktadır; yani yakın bir kültürü, ekonomik koşulları paylaşmaktadırlar. Sınıfsal pozisyonları tanışmalarını sağlayacak zemini hazırlarken mizaçlarındaki zıtlıklar çeker çiftimizi ve hızlı bir girişin ardından sevgili olurlar. Giderek yakınlaşıp aynı evi paylaşmaya başlar ve zamanla birbirlerinin yaşamlarında "öteki yarı" haline gelirler. Bu ötekilik Deniz ile Barış'ın ailelerindeki açmazları, duygusal eksikleri de karşılayıp tamamlamaktadır. Marazlı ailelerden gelen ikili yine marazlı bir aile kurarak sorunlarını sevgiyle aşmayı denerler. İlk ve Son genel hatlarıyla bu marazları, marazların gölgesinde yaşanan saadet anlarını işliyor ve tutkulu bir masal anlatıyor.

'ŞİDDETİN NE HOŞ, NE GÜZEL ŞEFKATİN!'

Levent Yüksel'in Med Cezir parçasını dinlemişizdir. Gerek "Şiddetin ne hoş ne güzel hasretin" gerek "ölene kadar peşindeyim bırakmam" sözleriyle tutkulu ve biraz da Doğulu bir ilişkiyi tarif etmektedir parça. Kendinden geçiş, aşkınlık karşısında boyun eğme ve çeşitli saplantılarla anlamını bulan sözler şehvet ile şiddeti kaynaştırırken günümüz çizgisine de işaret ediyor. Ancak bu sözleri yalnız coğrafyamızla sınırlandıramayacağımızı da belirtelim. Söz gelimi yakın dönemde ses getiren Marriage Story (Noah Baumbach, 2019) filmi şehvet ile şiddeti buluşturuyor, akıl ile dizginlenmeye çalışılan bir duygu fırtınası sunuyordu. Karcı'nın dizisi de alabildiğine yalın bir ilişki tarifi vermeye çalışırken tutkudan kastını marazların altını çizerek sergiliyor ve aslında "şiddetsiz şehvet, marazsız ilişki olmaz, hani olsa da tadı olmaz" mesajı veriyor. Aralara serpiştirilmiş şefkat ise zaman zaman parlayarak seyirciyi zinde tutmaya yarıyor. Ancak bu hoş sunuma dair bazı sorunlardan bahsetmek lazım. Hani en basitinden şunu söylemeli: İlk ve Son, sallantılı doğası, yalınlığı, her yerde yaşanıp yer haneye sığdırılabilirliğiyle gerçek bir ilişki ortaya koyarken doğrusu pek normalleştiremeyeceğimiz bir iletişim tarzını benimsiyor. Dizideki öfke patlamaları, fiziksel-ruhsal şiddetin dozu ortalamanın üzerine çıkıyor ve iki tarafın birbirini terörize ettiği, genellikle Barış'ın alttan aldığı fakat içine atıp fırsatını buldukça karşı tarafa saldırdığı bir evlilik izliyoruz. Bu noktada kadının babasının kusurlarından ötürü evliliğe yanaşmayıp karşı cinse güven duymadığı ancak evliliğe ihtiyaç duyan tarafın "doğru kadını kaçırmak istemeyen erkek" olduğu bir denklem kurulmuş. Sık rastlanmayan bir "eksik tamamlayarak var olma" çabası... Bu bir yarılmayı ve taviz verme mekanizmasını da gösteriyor. Henüz en başta, sahildeki sahnede Deniz Ankara havasında kalkıp oynarken Barış romantik şarkılardan hoşlanıyor, Deniz kanlı filmler izlemeyi severken Barış duygusal sahnelerde hüngür hüngür ağlıyor. Kişiliklerin ayrıştığı bu tercihe baskın kadının kararlar üzerindeki bariz etkisi eşlik ediyor ve Barış eski yaşamının temsili sayabileceğimiz yavru köpeğinin adını değiştirerek Coşkun'u Co yapıyor. Tabi bu sahne çeşitli yorumlara açık... Kimimiz Deniz'in Barış'ı aklı selime davet ettiğini, düzelttiğini kimimiz ise bir özgüvensizlik sarmalına ittiğini öne sürebilir. Fakat her halükarda Barış'ın geri adım atıp peşi sıra çıkışlarla o geri adımların hıncını alan taraf oluşunu bu mekanizmaya bağlayabileceğimizi düşünüyorum. Dahası ilişkide karşımıza çıkan iki aşırılığı birlikte anabiliriz: Kıskançlık ve aşağılama. İlk ve Son kantarın topuzu kaçtığında ciddi sıkıntılar yaratacak bu iki kusuru ilişkideki rollere uygun dağıtmış ve baskın olana aşağılama, ruhsal anlamda ezilene ise bir "söz hakkı" olarak kıskançlık verilmiş. Barış bu söz hakkını son derece hor kullanıyor ve dizide Şef'i kıskanıyor. Şef (Ushan Çakır) Deniz'e, açtığı restoranda yardım eden fakat esas derdi kadını etkilemek olan bir "züppe". Lüks arabası, boynuna bağladığı fuları, karşı cinse hiç çekinmeden "hayatım" deyişi, sofralarda itibar görüşü ile kısa sürede Barış'ın nefretini kazanıyor. Sonrası tahmin edeceğiniz gibi tufan!

SÖZ OYUNLARI VE TAKLİTLER VASITASIYLA EROTİZM GÖSTERİSİ

Dizinin toplumsal izlerine geçmeden, içerdiği cinselliğe değinmekte fayda görüyorum. Barış ile Deniz'i birbirine çeken şey içlerinde bulundukları durumun karşıtlığı idi. Deniz kalabalıklar içinde yalnız ve mutsuz, Barış ise yalnızlıklar içinde çaresiz ve baskı altındaydı fakat ilişkilerinin cinsellikle yükselip altın çağını yaşadığı vurgulanıyor. Bir bakıma ilişkide uyarıcı ve sürükleyici öğenin cinsellik olduğu söyleniyor. İlişkilerini başlatıp sürdüren şeyin sevişme performansları olduğuna katılmıyorum. Fakat öte yandan damlatan klima borusu altında sevişerek başladıkları cinsel hayatları türlü söz oyunlarıyla erotik bir olgunluğa erişiyor. Tenin tene değdiği yerde "sarılma", yakınlaşma vaat eden bir romantizm ile gerçekleşiyor ve birbirinin sözlerini tekrar eden çift yek vücut, yek bilinç olup birleşiyorlar. Burada cinselliğin gündelik yaşamdaki "tahrik" halinden ritüel boyutuna, bir çeşit cilveleşmeye sıçrayışına ve taraflardaki duygusal yoğunluktan nemalanmasına tanık oluyoruz. Barış ile Deniz cinselliklerini sevgiden uzak yaşamıyorlar, o yüzden evliliklerinin sekse dayalı yürüdüğünü iddia edemeyiz. Yine de ilişkilerini yürütürken seksten değilse bile kişisel sınırları ihlal ettikleri eylemlerden dayanak buluyorlar diyebiliriz. 

AİLELER VE BURUNLARINDAN DÜŞEN EVLATLAR

Diziyi siyasi bağlamda yorumlamak mümkün... Issız Adam nasıl sıradan bir film karakteri değil de içine doğduğu sürecin bir toplumsal tipiyse İlk ve Son'un ilişkisini de belli bir düzleme yerleştirebiliriz. Issız Adam örneğini niçin kullandığımı açıklayıp devam edeyim. Yukarıda sözünü etmeye çalıştığım (ticari) romantik anlatıyı aşma çabasına yahut niyetinden bağımsız aşma sonucuna Çağan Irmak'ın filminde de rastlamıştık. Irmak romantize çizgiyi bir parça örseleyip "ayrı dünyalar" söylemine başvurmuş, yine filmde çiftin uyuşmazlıkları öne çıksa dahi finale doğru Issız Adam Alper'in doğduğu yere gidilip annesiyle konuşulmasıyla karakterin biçimlendiği dönemin siyasal arayışlarına dair fikirler sunmuştu. Ayrı dünya meselesinin bir kez daha aileler aracılığıyla işlenmesi İlk ve Son'u tekdüze romantik filmlerden ayırırak gerçekçi bir arka plan yaratıyor. Öyleyse diziye iki açıdan bakmak gerekiyor: Ailelerin konumuna (kültürel çatışmanın belirleyiciliğine) ve orta sınıfın maddi-manevi gerileyişine.

Belirgin yerden, aileden başlayalım. Dizide altı çizilmiş bir alan aile ve kuşak çatışmasına, kültürel farklılıklara yaslanıyor. İlk bölümden Deniz'in bir ifadesini alalım. Deniz diyor ki "bütün boktanlığımızın sebebinin ailelerimizin boktanlığı olması ne kadar boktan değil mi?" Deniz bunları söylerken Barış'ın ailesiyle tanışmamış, yalnızca bir frekans yakalayıp dertleşmişler, kayıplardan yakınmışlar hepsi bu fakat Deniz emin.. Kuşakların işlediği günahların bedelini ardıllarına ödettiklerinden son derece emin. Diğer yandan karakterler arasındaki ayrılığın aileler düzeyinde kültürel bir çatışmaya değin vardığını da not düşelim.

Aileleri ele alacak olursak; Deniz'in ailesini "başarıyı önemseyen" bir aile biçiminde niteleyebiliriz. Öyle ki Deniz ağabeyinin babasıyla arayı bulma çabasını bile bu "başarma" aşkına yoruyor. Baba deseniz kanserden yitirdiği eşi ile hiç bir zaman aile kuramamış, sosyal çevresini sömüren bir akademisyen. Yani geleneksel aile yapısında (evlilikte) başarısız olması kaçınılmaz bir adam. Barış'ın ailesi ise hayli muhafazakar... Bunu annenin "pür-ü nur" gibi ifadelerine dayandırmıyorum elbette! Hem anne hem baba bir kazada kaybettikleri oğullarıyla birlikte girmişler mezara. Baba suskunluğa gömülürken anne küçük oğlunu sürekli denetleyerek kendini çimdiklemeye (yaşadığının farkına varmaya) çabalamış. Onlar için eksilen aileyi mezarda da olsa muhafaza etmek hayati bir önem taşıyor. Oysa Deniz başarı sevdasının aksine serbestleşmeyi, Barış ise muhafaza etme kaygısından kopmuş bir bağlanmayı, duru bir sevgiyi, hatta belki kör tutkuyu arıyor. Böylece onaylamadıkları motivasyonlarla ayakta kalan ailelerinden kopup yeni bir aileye doğru yol alıyorlar.

ÇÜRÜYEN EVLİLİKLERİN BELİRTİSİ

Orta sınıfın gerileyişine gelirsek bir kez daha ilk bölümden örnek vereceğim. Deniz yarım altının 290 lira olduğunu söylüyor. Günümüzde yarım altının fiyatı 1570 lira! Korkunç değil mi? Beş katından fazla! Günümüzde artık yarım gram filan takılıyor düğünlerde. Bu maddi düşüş hayal kırıklığını da tetikliyor şüphesiz. Deniz'in iş yerindeki memnuniyetsizliği ile günümüz sıkıntılarını kıyaslarsak yine acımasız bir tabloyla karşılaşıyoruz. Deniz İngilizce bilmeyen patron akrabalarının şişkin maaşlar almasını eleştirirken bugün insanlar "Türkiye elektronik mühendisi kaybetti, İsviçre garson kazandı" gibi sosyal medya paylaşımları yapılıyor. Yani okumuş kesimin gelecek tasarılarına dair gerilemek bir yana bir çöküşten söz edebiliriz. Okumuş kesimin maaş sahibi olan, ucundan kıyısından orta sınıfa uydurabileceğimiz kesimindeyse muazzam bir huzursuzluk hakim... Ara başlığa dönersem; orta sınıfın çöküşünü çürüyen bir ilişkiyle (romantik düşünmeyin, iki maaşla) bağdaştırdığımızda (şu vahşi tüketim kültürü şartlarında) arabanın bir türlü yenilenmediğini, ilişkinin potansiyeline ekonomik sıkıntıların zarar verdiğini anlıyoruz. Romeo hâlâ Romeo! Her iki anlamda da! Öyleyse diyebiliriz ki değişmeyen iki şey: değişimin kendisi ve Romeoluk hali! 

ANLATIDA YENİLİKLER VE OYUNCULUKLAR

İlk ve Son salt konusu itibariyle değil yenilikçi anlatısıyla da iddialı. İpi iki uçtan sararak ortada buluşturma fikri, üçüncü bölümde düğün ile cenazeyi iç içe geçiren şık hamlelere karşın sarsıcı bir kurgu yaratmıyor belki ama diyalektikte ısrar edilmesini sağlıyor. Zaten dizinin çıkış noktası da bir ilişkiye olabildiğince bütünsel yaklaşmak, iyi ile kötüyü keskin hatlarla ayırmayıp aksine uzlaştırmak. Bununla beraber Deniz'in uzun süre bu diyalektikten muaf tutulan, artıp azalmayan baba öfkesi dizideki duygu yoğunluğunu olumsuz etkilemiş diyebiliriz. Kavuşmak için kollarını açıp birbirine koşan kurguya karşın kayda değer bir mantık hatası göze çarpmıyor. Yine de birkaç hatadan söz edelim. İstanbul'da düğüne bir gün kala Deniz Barış'a sinirlenince arabaya atladığı gibi gaza basıp uzaklaşıyor. Benzinin bitip çiftin hayali bir düğün yaptıkları yer de ilginç: Antalya Kaş'ta bulunan Antiphellos Antik Tiyatrosu. Anadolu'da oturma düzeni denize dönük inşa edilmiş tek tiyatro olan bu yapı diziye hoş bir hava katsa da çiftin İstanbul'dan oraya tek depoyla gelmesi kolay gözükmüyor. Yahut dördüncü bölümde, restoran açılışı 2018'e denk geliyor ve ikilinin açılış sırasında sigara içerlerken tek tip sigara paketi kullandıklarını görüyoruz. Oysa tek tip sigara uygulamasına 2020 başında geçilmişti.

Bu basit hataları bir kenara bırakıp oyunculukları değerlendirebiliriz. Başrol seçimleri nokta atışı olmuş! Barış rolünde Salih Bademci duygusal erkeği daha evvel İstanbullu Gelin'de canlandırmıştı. Sürekli dolan gözleriyle gelgitli karakteri iyi yansıtıyor. Deniz'i canlandıran Özge Özpirinççi de güçlü kadın rolünü Kadın dizisinde deneyip başarılı olmuştu. Aynı performansı bu kez uçarı yanlar da kattığı bir kompozisyonla sergiliyor. Elbette her duyguyu aynı coşkuyla yaşayıp yansıtmaya çalışınca bazı sıkıntılar doğuyor. İşveliden saldırgana üç saniyede çıkabilen Özpirinççi zaman zaman inandırıcılık sorununa yol açabiliyor. Fakat bu sorunun saman alevi gibi yanıp geçtiğini belirtelim. Genel anlamda her ikisi de oldukça başarılı...

İlk ve Son çevrimiçi platformlarda yayınlanan yerli işler arasında iyi tarafta kalıyor. İlgi çekici anlatımı gerçekçi bir üslup tutturma çabası ve eli yüzü düzgün oyunculuklarıyla izlenmeyi hak ediyor diyebiliriz. Barış ile Deniz hataları, heyecanları dolu dizgin yaşayıp, hiddet ve şefkate ayrılarak dönüp duran bir dairede gece ile gündüzü yaşatıyorlar seyirciye.