İlker Arslan: Hayatımı yazarak kazanıyorum

Senarist İlker Arslan'la NotaBene Yayınları tarafından yayımlanan romanı 'Bir Senaristin Sezon Finali'ni konuştuk. Arslan, "Kendimi bildim bileli hayatımı yazarak kazandım" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Pek çok TV dizisi kaleme alan, reyting rekorları kıran işlerde senarist olarak ismi bulunan İlker Arslan, bu kez bir roman yayımladı. 'Bir Senaristin Sezon Finali' adını taşıyan ismiyle müsemma bu roman, bir senaristin trajikomik dünyasını anlatıyor.

İlker Arslan’la bir araya geldik ve romanın dünyasıyla kendi dünyası arasındaki bağlantıları konuştuk. “Şimdiye kadar mesleğimi soranlara senaristim diyordum romanım yayınlandığına göre artık ‘yazar-senarist’ diyebilirim” sözleriyle düşüncelerini aktaran Arslan’ın, bir sonraki romanı şimdiden merak konusu…

İlker Arslan

Uzun yıllardır senaryo yazıyorsunuz, yayımlanmış pek çok diziyi kaleme aldınız. Bir roman yazma fikri nasıl çıktı?

Bu fikir hep vardı. Her şey daha lise yıllarımda o dönemin mizah dergilerinde yayımlanan öykülerim ve kısa grafiti tarzı yazılarımla başladı. Kendimi bildim bileli de hayatımı yazarak kazandım. Önce televizyon programları, daha çok da mizah ağırlıklı programlardı bunlar. Son yirmi senedir de dizilerde senaristlik yapmaktayım. Romanla yandan yandan hep uğraşıyordum, sonunda içime sinen bir noktaya geldi.

'ROMAN YAZMAK ZOR AMA DİZİYE GÖRE DAHA HUZURLU YAZILIYOR'

Teknik olarak her ne kadar aynı olsa da –senaryo ve roman- yazımı arasında biçimsel ve üslup farklılıkları var. Bu ikisi arasındaki dengeyi nasıl kurdunuz? Zorladınız mı?

Zorlandım. Bence ikisi çok farklı. Ortak noktaları ise ikisinin sıkı bir yazar disiplinine ihtiyaç duyması. İkisi arasındaki dengeyi nasıl kurduğuma gelince bizdeki dizi senaristliği eğer devam eden bir işin varsa zamanla yarıştır. Her hafta en az 120 sayfa iş vermen gerekir. Yani öyle “ilham gelsin yazarım” tarzı yürümez işler. Her sabah sekiz-dokuz gibi bizim mesaimiz başlar. Akşama, bazen o gün koyduğumuz hedefe ulaşıncaya kadar çalışırız. İşin içine roman girince sabahları daha erken kalkıp, daha geç yatmaya başladım. Romanın güzel tarafı bir zaman kısıtlaması olmaması. Zor ama diziye göre daha huzurlu yazılıyor. Dizinin hayhuyu içinde ruhumu dinlendirdiğim, çok sevdiğim yazma eyleminin tadına vardığım zamanlar sağladı.

Martin Scorsese, kişisel olanın en yaratıcı olduğunu söyler. Siz de romanınızda bir senaristi merkeze alıyor, bu karakterin hikâyesini anlatıyorsunuz. Bu bağlamdan baktığınızda kendi hikâyenizi anlattığınızı söyleyebilir miyiz?

Scorsese güzel söylemiş. Ama ben romanımı yazarken başka bir ustaya kulak verdim. Mark Twain, ilk yazar adaylarına 'bildiğiniz sularda yüzün' tarzı bir öğüt verir. Romanı yazmaya başlamadan önce konusu üç aşağı beş yukarı kafamda şekillenmişti. Finali de belliydi. Kahramanın mesleğini düşünürken Mark Twain’e kulak verdim ve kahramanım yolculuğuna en iyi bildiğim, en hakim olduğum yollarda çıktı. O yüzden gerçek hikâyemi anlattığımı söyleyemem. Ama kendi çevremden beslendiğimi söyleyebilirim.

Bir Senaristin Sezon Finali, İlker Arslan, 192 syf., NotaBene Yayınları, 2021.

'MİZAH, İYİ YAPILDIĞINDA BİR DURUMU DAHA ETKİLİ HALE GETİRİR'

Muzip bir diliniz var. Kahramanınızın başına gelen şeyler, karşılaştığı olaylar bir trajedi konusu da olabilecekken, komik bir üslupla anlatıyorsunuz. Bunun sebebi nedir? Mizahı bir durumu daha da etkileyici hale getirebileceğini düşünüyor musunuz?

En başında işe mizahla başladım. Çok uzun süre mizah programlarında yazarlık yaptım. Kalemimin mizaha yatkın olduğunu söyleyebilirim. Trajikomik her zaman en çok güldüğüm durumdur. Bunu yakalamak, bunu yazmak için de özellikle uğraşıyorum. Mizah, iyi yapıldığında bir durumu kesinlikle daha etkili hale getirir.

Metinde sinema ve dizi piyasasına dair eleştiriler de yapıyorsunuz. “…çevresi olanın patır patır dizi batırıp hâlâ en büyük prodüksiyonlara senaryo yazdığı, bir adi âlemdir…” diyerek sektörü tarif ettiğiniz bölümler var. Sektörle organik ilişkisi olmayan TV izleyicilerinin sıkça yaptığı eleştiridir, “hep aynı şeyleri izliyoruz” lafı… Özellikle bu noktadan yola çıkarsak, sektör bu denli yozlaşmış mıdır?

Daha önceki sorularda da söylediğim gibi romana başlarken senaristlerin ya da dizi dünyasının sorunlarına parmak basayım ya da sansasyonel durumlar yakalayayım, romandan bahsedilsin diye yola çıkmadım. Kahramanım Ali’nin bir yorumu bu. Ama şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim; Ali’nin romandaki birçok söylemine katılmasam bile bu tespitinin altına imzamı atarım. Maalesef bir sektör olmayı beceremedik. Bu yüzden de işler hala ahbap çavuş ilişkisi şeklinde ilerliyor.

Metindeki yazar, senaryo ve oyun yazıyor. Siz de yazar olarak senaryo, roman yazıyorsunuz. Ayrıca çeşitli dergilerde yazılarınız da yayımlanıyor. İnsanın anlatma merakını, kendi kişisel yolculuğunuzdan hareketle nasıl yorumluyorsunuz? İnsan neden yazar?

Yazıyla uğraşan insanlara bu soru gelir, gelmiştir. Büyük yazarlar bu soruya güzel, yüce cevaplar verirler. Çoğu doğrudur da. Gençliğimde futbol oynadım, çok severim futbolu ama çok iyi değildim. Böyle olunca bir noktadan sonra bırakıyorsunuz, basın yayın okudum ama gazetecilik sezgileri güçlü biri değildim, çok cazip de gelmedi. Yine lise yıllarında bir ara boya badana işi yaptım, çok kötüydüm. Ama bu işte fena sayılmam, severek de yapıyorum. Bu yüzden yazıyorum.

Hazırladığınız yeni bir çalışma var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?

Genelde her yaz bir dizimiz olurdu bu yaz olmadı. O yüzden bir parça daha rahatım. Ama sabah sekiz mesai devam. Kış için televizyona bir proje hazırlıyoruz. Bir öykü kitabını bitirmek üzereyim, aynı zamanda da ikinci romanımı yazmaya devam ediyorum.