İmamoğlu: Çözüm süreci seçim stratejisi içinse valla hiç getirmesinler
İmamoğlu'ndan mesajlar: Allah Gülen'i bildiği gibi yapsın... Seçimi kaybedersek kendi hatalarımız yüzünden kaybederiz... Ahmak davasının hakimi çırpınıyor... Kürt meselesini çoktan çözmeliydik...
ANKARA- İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, Ankara'da, gazete, televizyon ve internet medyasının temsilcileriyle yaptığı toplantıda İstanbul'da ve Türkiye Belediyeler Birliği'ndeki çalışmalarına ilişkin bilgi verirken gündemdeki konulara dair de önemli mesajlar paylaştı. İmamoğlu ABD'de ölen Fetullah Gülen için "Allah bildiği gibi yapsın" ifadesini kullanırken benzer başka örgütlerin de devlet içinde yayılma kapasitelerinin bulunduğuna dikkat çekti.
Anayasa'nın ilk 4 maddesinin değişebileceği yönünde mesaj veren yeni İstanbul Barosu Başkanı İbrahim Kaboğlu'nun 'kötü bir başlangıç' yaptığını belirten İmamoğlu, ahmak davasına ilişkin olarak ise "Ben yargıçlara güvenmek istiyorum" ifadesini kullandı. İmamoğlu önümüzdeki seçimlere yönelik de şu mesajı verdi: "Bugün itibariyle bu seçimi kazanacak bir iktidar önümüzde yoktur. Bu seçimi kaybedersek bir tek muhalefet olarak biz kaybederiz. Kendi hatalarımızla, eksiklerimizle, uyuşmazlığımızla ya da hazırlıksız olmamızla kaybederiz."
İmamoğlu, cumhurbaşkanı adaylığı konusunda "Günü geldiğinde adaylara milletimiz karar verecek. Bu, bir kısım elitlerin ya da birkaç kişinin yön vereceği bir iş değildir" dedi, Mansur Yavaş'la yarışmadıklarını ve yol arkadaşı olduklarını söyledi. İmamoğlu, yenidoğan çetesiyle ilgili sorumluluğun ise devlet kurumlarında olduğunu belirtti.
İmamoğlu, son dönemde başlayan çözüm süreci tartışmalarına ilişkin ise şöyle dedi: "Kürt meselesini çoktan çözmeliydik... Tabii ki el sıkışma değerlidir. Ama el sıkışmayı alkışlamak yerine bugüne kadar niçin el sıkışılmadı diye eleştirmek daha doğru olur diye düşünüyorum... Bu bir seçim stratejisi ise, masaya pazarlık unsuru olarak getirilecekse valla hiç getirmesinler. Zarar verirler yarın iyi bir dönemin oluşmasına. Pazarlık değil, samimi konuşulma meselesi bu. Samimiyeti de inşa etmenin yöntemleri var."
İmamoğlu’nun öne çıkan değerlendirmeleri özetle şöyle:
DEPREM NEDENİYLE GÖÇ EDEN VATANDAŞLARIMIZIN ŞEHİRLERİNE DÖNÜŞÜ ÖNEMLİ: Ciddi bir mülteci ve sığınmacı göçüyle karşı karşıyayız. Deprem döneminde göç eden insanlarımızın Türkiye'nin farklı yerlerinde cazibe alanları oluşturularak yerleştirilmesi meselesin farklı baktığımı ifade etmek isterim. Çünkü o insanlarımızın yaşadığı o bölge zaten asıl cazibe bölgesi. Hatay'dan Osmaniye'ye, Adana'dan Gaziantep'e, Maraş'a varıncaya kadar olağanüstü bir coğrafya, olağanüstü bir tarım bölgesi. Tarıma dayalı sanayinin olduğu ve farklı bir stratejiyle baktığımızda her şeyin kendi özelinde çok büyük avantajları olan bölge olduğunu ifade etmek isterim. Bu kapsamda o bölgede yürütülen iş ve işlemlerin çok iyi planlanarak ve iyi anlatılarak, doğru zamanlar tariflenerek yine o bölgeyi terk etmek zorunda kalan vatandaşlarımızın tekrar şehirlerine, beldelerine, ilçelerine dönmesini sağlamanın daha önemli olduğunu düşünüyorum. Açıkçası demografik yapı, göç kavramı, Türkiye'deki şehirleşme meselesi çok derin bir sorun. Biz kırsalı büyük oranda terk eden, yığın şeklinde şehirlere nüfuz eden bir dönem yaşadık. Şu anda kentlerdeki pahalı yaşam ve insanları çok ciddi anlamda köşeye sıkıştırmaktadır. Örneğin İstanbul gibi metropol bir şehrin gündemi büyük oranda sosyal destekler ve dayanışmacı belediyeciliği önde tutan bir anlayışla yürümekte. Halbuki böyle olmamalıydı.
TBB OLARAK HER KENTTE TOPLANTILAR YAPMAYA BAŞLADIK: Bana göre Türkiye'de hem şehirleşme kavramına hem yerleşim hem kentsel planlama hem de kentlerin stratejileri ve vizyonu noktasında ciddi olarak ele alınması gerekiyor. Bu yönüyle de Türkiye Belediyeler Birliği olarak bölgesel ve yerelde ilçe, il noktasında bir vizyon belgesi oluşturmak konusunda, strateji belgesi oluşturmak konusunda ciddi destek vermeyi öneriyoruz. Her kentte bununla ilgili toplantılar yapmaya başladık. Adıyaman'da yaptık, Tokat'ta yaptık ve diğer illerimizde yapmaya devam ederek bir yanda envanter oluşturuyoruz.
HER ŞEHİR İSTANBUL, İZMİR GİBİ DAVRANIYOR: Türkiye'de hiçbir şehrin kendi gücünün farkına vararak, o gücü odağına alarak bir vizyon oluşturduğunu göremiyoruz. Her şehir, 300 bin kişilik bir şehir dahil İstanbul gibi davranabiliyor. İzmir gibi davranabiliyor herhangi bir Anadolu şehri. Böyle değil, her şehrin kendi kabiliyetleri var. Hayranlık duyduğum alanlar görüyorum ve ne denli geri bırakıldığını da hissediyorum. Örneğin Kars. Kendi başına büyük bir şehir. Tarihi dokusu, hayvancılık, doğal güzellikleri; muazzam. Ama kentlerin böyle bir vizyonu ne yazık ki oluşmuş durumda değil. Bu kapsamda bir altyapı çalışması talimatını verdim. Türkiye Belediyeler Birliğinin çok yakın zamanda bu konuda ciddi bir envanter ortaya koyacağını düşünüyorum.
MÜLTECİ SAYISINI SUDAN ÖLÇÜYORUZ, 2 MİLYONUN ÜZERİNDE MÜLTECİYİ MİSAFİR EDİYORUZ: İstanbul'da mülteci meselesi önemli. Biz bunu sudan ölçüyoruz. Sudan ölçtüğümüz zaman da görüyoruz, 2 milyonun üzerinde sığınmacıyı, mülteciyi misafir ediyoruz. İstanbul'un nüfusu 15 milyon 800 bin. 16 milyon. Sadece beş yıllık, altı yıllık su tüketimi rakamlarına baktığımızda, 2 milyon 600 bin metrekareküplerdeyiz. Bu sadece 5-6 yıllık. Mülteci meselesi 11-12 yılı buldu neredeyse.
MÜLTECİ MESELESİNİN HİÇBİR SAYFASINA DAHİL EDİLMEMEMİZ KOMEDİ: Kaldı ki bizim bu mülteci meselesinin hiçbir sayfasına dahil edilmememiz bir komedi. Biz yaşamın içindeyiz. Mültecilerle her gün yüzleşen, aldıkları hizmetin büyük bir bölümünü yöneten biziz. Mültecilerle yürütülen politikalarda belediyelerin hiçbirisi hiçbir masada yok. Olacak iş değil. Bu çok komik bir durum. Nereye giderseniz gidin bu temel olarak belediyelerin masasında bir meseledir. Bütçe oraya aktarılır. Biz bu konuda ne bir ek bütçe ne bir muhataplık ne de bir istatistiki bilgiye ulaşabiliyoruz.
DEPREM MESELESİ BÜTÜNCÜL BİR MESELEDİR: Deprem meselesinin ilçe belediyesi, büyükşehir belediyesi, bakanlık gibi çok katmanı, çok paydaşı var. Bunun tartışıldığı doğru üzerinden oluşması lazım. Geçen kapsayıcı bir AFAD toplantısında bu konuları konuştuk. Sayın Valimiz, garnizon komutanımız, biz birlikte bütün yapıları ele alarak, özellikle deprem anını konuştuğumuz bir planlamayı konuştuk.
25 YILDAN DAHA FAZLA DAYANIKSIZ BİNAYI 5 YILDA YIKTIK: Deprem Konseyi mi olur, Deprem Başkanlığı mı kurulur? Bunun başka bir yolu yok. Hızlı karar alacak ama şeffaf. Bakın İstanbul'un her yanı kentsel dönüşü diyerek inşaatlarla dolduruldu. 2016'da darbe girişiminin olduğu tarihten itibaren askeri alanların şehrin dışına taşınacağı ve şehirde kalan askeri alanların tamamen toplum refahı için yeşil alanlar şeklinde düzenleneceği ifade etti. Şimdi neredeyse tamamı inşaata açıldı. Yüzde 85'e yakını lüks konut olarak yapıldı. Bunun adını kentsel dönüşüm gibi algıladılar. Biz 25 yılda yıkılan depreme dayanıksız bina sayısından daha fazla binayı 5 yılda yıktık. Ama bu dediğim devede kulak. Mesele bütüncül ele alınmalıdır. Bu iş İstanbul ve yakın bölgesi Marmara'da başlatılmalıdır. Daha sonra Türkiye'nin farklı deprem bölgelerinde uygulanabilir bir hale getirilmelidir.
HER BİREYİN BU MEMLEKETİN EŞİT HİSSEDARI OLDUĞUNU HİSSETTİĞİ BİR VATAN: (Ağır çürümede bahsettiniz, nasıl çıkış bulunur?) Türkiye elbette çıkış yolu bulur. Geçmişte de, tarihimizde de en zor koşullarda tekrar toparlanmayı ve ayağa kalkmayı başarmıştır. Ama mesele şudur; kalıcı bir biçimde bu memlekette hukukun üstünlüğünü tesis etmek, demokrasinin zeminini geliştirmek ve demokrasinin gerçekten içselleştirilmesini sağlamak, her yurttaşın, her vatandaşın, her bireyin etnik kökenine bakmadan kendisine bu memleketin asli birer vatandaşı ve aynı zamanda bu memleketin eşit hissedarı olduğunu hissettiği bir vatan haline getirmek.
PARLAMENTER SİSTEMİN VAR OLDUĞU DÖNEM: İnanılmaz bir genç nüfus var. Ümitsizliğini de görüyorum ama beklentilerini de her gün dinleyen birisiyim. Bu anlamda ortak akılla süreci iyi yöneten, kurumsallığını net olarak ortaya koyan, bugünkü üretilen kötü sistemin, tabiri caizse ekonomiyi batıran, hukuku sorunlu hale getiren birçok düzeni yıkan bir ortamı var eden bu sistemin ortadan kalktığı demokratik ve -net ifade edelim- elbette ki demokratik bir parlamenter sistemin var olduğu, milletin temsil edildiği Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin etkili olduğu, ama güç denge sisteminin de kurulduğu, birbirini denetleyen mekanizmaların da ortaya konulduğu bir dönemin var olması her şeyi tek tek düzeltecektir. Ekonomide bizi ne batırdı? Liyakatsizlikten geldi. Bir meseleyi eş dost akrabayla yönetmeye kalkarsanız olmaz. Ama milletin iyi yetişmiş evlatlarına teslim ederseniz milletin sırtı yere gelmez. Tam aksine kaçan trenler değil, trenlerin kompartımanına geçen bir millet haline geliriz. Bizim baktığımız pencere budur.
BU SEÇİMİ KAYBEDERSEK MUHALEFET OLARAK BİZ KAYBEDERİZ, TEK SORUMLU BİZİZ: Bugün itibariyle bu seçimi kazanacak bir iktidar önümüzde yoktur. Bu seçimi kaybedersek bir tek muhalefet olarak biz kaybederiz. Kendi hatalarımızla, eksiklerimizle, uyuşmazlığımızla ya da hazırlıksız olmamızla kaybederiz. Bu manada da buna fırsat vermeyecek bir muhalefet yapısını kurmak, toplumsal muhalefeti güçlü bir biçimde bir araya getirmek, çocuklarını dahi, gençlerini dahi Türkiye'nin geleceğini nasıl hazırlayacağını, kalem kalem her konuda izah edecek hale getirecek bir muhalefet duruşu ve ortak aklın hakim olduğu bir ortam bize seçimi kazandırır. Yeter ki bunu yapalım. Bana göre bugünün iktidarı Türkiye'nin hem ulusal hem uluslararası alanda yarattığı yükü taşıyacak kapasiteye sahip değildir. İdare ediyor durumundadır. Yenilikçi diye tarif ettiği hiçbir adımın inandırıcı olacağını da düşünmüyorum. Bu süreçten sonra tek sorumlu biziz.
SAYIN KABOĞLU KÖTÜ BİR BAŞLANGIÇ YAPTI, ÜZÜLDÜM ŞAHSI ADINA: Anayasa'nın ilk dört maddesi, olumlu anlamda tarifleyerek değişebileceği yönünde bir yorumda bulunmuş Sayın Kaboğlu. İlk dört maddesi gayet olumlu bir biçimde, gayet güçlü bir biçimde tariflenmiştir ve bu dört maddenin Türkiye’mizde mevzu edilecek bir pozisyonu ve durumu yoktur. Bu çok net. Bu bağlamda yapılan açıklamayı çok talihsiz bir başlangıç açıklaması olarak görüyorum Sayın Kaboğlu adına. Tabii ki avukatları temsil ediyor, baronun bir tercihi var, ona bir şey diyemem. Ama talihsiz bir açıklamadır. Bugünden ürettiği polemiğin hem anlayışına hem kapsadığı baronun anlayışına ters olduğunu düşünüyorum. Artık bulunduğu makam tek başına, hele hele yargıyla, idareyle, hukukla ilgili konularda kişisel fikrini açıklayabilir, özgürlüğü vardır ama baro başkaları artık kişisel fikrini açıklamaktan ziyade baronun bakışını temsil eden açıklamaları yapmasını buradan öneriyorum. Kötü bir başlangıç yapmıştır, üzüldüm şahsı adına.
FETULAH GÜLEN'İN ÖLÜMÜ: ALLAH BİLDİĞİ GİBİ YAPSIN: Türkiye'nin bir dönemine kara bir leke olarak işlenen örgütsel yapının başındaki insanı vefatından sonra Allah'a havale ediyorum, Allah bildiği gibi yapsın isterim. Başka bir önemi yok benim için. Ama bu ülkeye çok büyük bir travma yaşatılmıştır.
BAŞKA ÖRGÜTLERİN ÜREME KAPASİTESİ VAR: Şu kaygımı da dile getirmek isterim; başka örgütlerin, başka oluşumların üreme ve türeme kapasitesi vardır bu ülkede. Hala ülkenin kurumlarına sızan güzel dinimizi ve inancımızı alet ederek mekanizmalar oluşturan yapılar vardır. Bunların karşısında hala susanlar vardır. Buna susanlar, buna imtiyaz gösteren anlayış Türkiye'nin niçin hala o uçurumun kenarında gezdirilmesine fırsat veriyorlar? Bu kadar rezil bir dönem, 30-40 yıllık bir süreçten sonra ülkeye utanç verici bir 15 Temmuz gününü yaşatan, bu dönemin sonrasında hala bu tür kurum ve kuruluşlara yaslanmayı, onlara iyi gözükmeyi, onlara hizmet etmeyi neredeyse manevi bir hizmet gibi göstermeyi bırakmayacaklar mı? İnsanını yaşat ki, devlet yaşasın. Bu bizim ruhumuzda var, hücremizde var. İnsanını yaşat, bireyi yaşat. İnsanını koru, çocuğunu koru, bebeğini koru. Bırak cemaati şunu bunu. Bu bakımdan ben yeni tehditleri daha çok önemserim bu konuda.
AHMAK DAVASI, HAKİM ÇIRPINIYOR: Bu sürecin adil ve objektif bir şekilde işleyeceğine inanmak isterim. Ne yazık ki ilk mahkemede öyle olmadı. Ben istinaf mahkemesinde adalete olan inancımı, hukuka olan inancımı korumak istiyorum. Teammüllere uygun olmayan şekilde hakim değiştirildi, Samsun'a sürüldü. Daha acısı, son İBB Meclisinde AK Parti grup sözcüsü, 'Hakimin Samsun'a neden sürüldüğünü birazdan anlatacağım' dedi. Bakın bu trajik bir durum. Aslında eylemin kine vurulmuş hali. Dil sürçmesi falan değil. Bu bakımda hukukumuz evrensel standartlarda olsa gerçekten bir siyasinin aklına bu cümlenin gelmesi mümkün değil. Bu cümle onun aklına geliyor ve onu ifade ediyorsa bu acil bir durumdur, trajik bir durumdur. Neymiş, hakim kararını birkaç kişiye söylemiş. Bu da doğru değil. Kaldı ki hakim çırpınıyor. Haksızlığa uğramış. Biz HSK'ya başvuru yapıyoruz. Diyoruz ki 'ifadesini alın'. HSK defalarca bunu reddediyor. Bizim başvurmamızı bırakın, HSK'nın çoktan çağırıp ifadesine başvurması gerekiyor. 'Ne yaşadın sayın hakim' demesi lazım. Bunu demiyor. O zaman ben nasıl şüphe duymayacağım? Onun için eğer hakim kalkıp 'Bu davada 2 yıldan fazla ceza verilemez' demişse der. Ama buna başsavcının verdiği tepki, HSK'nın duyarsızlığı ne?
CİDDİ BİR YARGISAL TACİZE UĞRADIĞIMI DÜŞÜNÜYORUM: İşin özü şudur: Ben kimseye ahmak demedim. Bana ahmak diyene sözümü iade ettim, çok net. Bunu sokaktaki çocuğa sorun size bunu anlatacak durumda. Ama bu konu tartışılıyor, ülkemizi meşgul ediyor. Ben de açıkçası bundan çok üzüntü duyuyorum. Ben ciddi bir yargısal tacize uğradığımı düşünüyorum. 2019 yılından beri bu konunun gündemde tutulması, yaşandığı ortamdan yaklaşık bir buçuk yıl sonra yargıya sevk edilmesi komik bir durum. Bazen yurt dışında soranlar oluyor, anlatın diye, nasıl anlatacağımı bilmiyorum. Utanıyorum ve anlatamıyorum.
BEN YARGIÇLARA GÜVENMEK İSTİYORUM: Hükümeti temsil eden, hukuk kanadından temsil eden hiç kimse bu konuda olumlu anlamda; 'biz de yargıdan bu utanç verici duruma son vermesini bekliyoruz' ya da 'yargının bu utanç verici gündemi memleketin gündeminden çıkartmasını bekliyoruz' diyemiyor. Bir kişi bile diyemiyor. Üzüntü verici. Ama ben yargıçlara güvenmek istiyorum. Ve istinafın da bu işi artık sonlanarak gündemden çıkarmasını istiyorum.
YEREL SEÇİMDEN 3 AY SONRA HACİZ İŞLEMİNİ RUTİN YAPIYORUZ DİYE ANLATAMAZSINIZ: Maliye Bakanımızla bir çalışma yapma konusunda mutabıklığımız var. TBB Genel sekreteri ile görevlendirdiği bakan yardımcısı belediyelerin sıkıntılarına röntgen çeken, neler yaşanıyor, hangi gelirlerin arttırılması lazım… SGK borcunuz var deyip yerel seçimden 3 ay sonra haciz işlemi başlatmanızı, hiç kimseye bunu rutin yapıyoruz diye anlatamazsınız. Böyle bir şey yok. Sonuçta CHP 200 küsur belediyeden 400 üstü belediyeye çıkmış. O borçları CHP belediyeleri yapmadı. CHP belediyelerinin de yaptığı borçlar vardır. Meseleyi çözmek istiyorsanız çözüm biçimi vardır. Röntgenini çeker, istişare edersiniz. Çağırısınız TBB’yi (Türkiye Belediyeler Birliği), bunun nasıl yapılacağını konuşursunuz. İBB olarak aman aman bir borcumuz yok ama burada özellikle ilçe, belde belediyelerinin ezildiğini biliyorum. Beylikdüzü belediye başkanlığı yaptım. Kamunun işine yarayacak alanları var. Bir metrekare (borca) sayıştıramadık. Ama net, somut caminin takasa verildiğini biliyoruz. Bunlara gerek yok. Sağ olsun Bakan Bey önerimize karşılık verdi. Bir ekonomistin güzel bir tarifi var; çocuklukta yapılan eğitimin o çocuğun katma değerine 18 yaşı itibariyle en az 8 kat etki edeceğine dair bir tespiti var. Bu kapsamda belediyelerin güçlenmesi lazım. Borçlarının tahsil edilme sisteminin doğru dürüst bir yönteme evrilmesi lazım. Gelirlerini artıran bir mekanizmanın kurulması lazım. Bu aynı zamanda yerelleşme ve demokrasi anlamında da önemli bir konu.
SINIF ATLAYABİLSEYDİK 2023'TE KAZANIRDIK, ŞİMDİ SINIF ATLAMAK İSTİYORUZ: Özeleştiriyi az önceki soruda cevapladım. Dedim ki, 'Bundan sonraki seçimi ancak kendimiz kaybederiz' Nasıl? Bu özeleştiriyi yapmazsak, Sayın Kaboğlu ile ilgili bu cevabı vermezsek. Özeleştiri yapmaz, kendimizi düzeltmez, tedbirlerimizi almaz, topluma iyi bir hazırlık yapmaz, söylediklerimizle örtüşen uygulamaları yerine getirmezsek zaten kaybederiz ve sınıfta kalmış oluruz. Şu anda sınıfta kalmış bir iktidar var. Biz sınıfta kalmış değil, ileriye koşan ve sınıf atlatan, ülkesine de kendine sınıf atlatan bir muhalefet olmak istiyoruz. Sonuçta biz sınıf atlaybilseydik 2023 seçiminde kazanırdık ama kazanamadık. Şimdi sınıf atlamak istiyoruz.
Ben sorunuzu değerli bulduğum gibi aynı manifesto gibi üstüme alıyorum. Özeleştiri yapan, sorun nerede varsa onu gören, tedbir alan; bebek ölümlerinde sorumlu bir partili varsa hesabını verecek. Uzak duracak bizden. Bir meclis üyeliği üzerinden (Yendioğan çetesi soruşturmasında ismi geçen İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi üyesi Ahmet Atilla Yılmaz'ı kastediyor) bir gönderme yapıyorsanız; sonuçta suç kesinleşmiş pozisyonda değil, direkt ölümlerle ilişkili bir pozisyonu da yok ama ona rağmen istifa etmesi gerektiğini düşündü, biz de öyle düşündük ve istifa etti. Umarım bu istifa mekanizmaları o sürecin içerisinde aynı konumda kim varsa yerine getirir, aklanır geri döner. Aklanmaz parti ona göre tedbirini alır. Bu şekilde bir sürecin olgunlaşması gerekir diye düşünüyorum.
GÜNÜ GELDİĞİNDE ADAYLARA MİLLETİMİZ KARAR VERECEK: 'Adaylık' kavramı, 'aday mısınız?' sorusu her gün yazılan, çizilen bir pozisyona evrildi. Bu gerçekten bizi yoran bir süreç. Biz zaten yola çıkmış durumdayız. Bu kadar cümleyi o kadar net kuruyorum ki. Biz bu sisteme karşıyız. Yeni bir demokratik düzeni kurma konusunda kararlıyız. Güçlü, demokratik bir halkçılık, dayanışmacı bir ülke, kapsayıcı, kutuplaştırmayan bir toplum var etme duygusu, sıçrayarak kalkınan bir ülke, her şehre, her beldeye vizyon koyabilen ülke var etmek istiyoruz. Bu yolun yol arkadaşı olmak, yolcusu olmak, öncüsü olmak; her konumda mücadele eden birisiyim ben. Yeni değilim. Hem de 2023 seçimlerini kaybettiğimiz günün bir gün sonrasında bir hedef ortaya koyan birisiyim. Bu anlamda bunun bir adaylıkla tarif edilecek pozisyonu yok. Günü geldiğinde adaylara da milletimiz karar verecek. Bir kısım elitlerin ya da birkaç kişinin yön vereceği bir iş değildir. Kaldı ki benim sonuçta bir partim var, partimin alacağı kararlar var, karar mekanizmaları var. Bunlar işleyecek. Cumhurbaşkanına da millet karar verecek. Biz bu yolun doğru bir doğrultuda çizilmesi gayreti içerisinde olan bir anlayışa sahibim.
MANSUR BEY'LE YARIŞIYOR GİBİ BİR DURUMUMUZ YOK: (Mansur Yavaş'la cumhurbaşkanı ve yardımcısı olsanız sorusu üzerine) İnanın şu anda tam da bu boyutuyla gündemimizde olmayan bir kavram. Az önce verdiğim cevabın bir parçası gibi alınız lütfen cevabımın o bölümünü. Ama şunu ilave etmek isterim; ben Mansur Bey'in başarısıyla onur duyarım. Onun beğenilmesiyle gurur duyarım. Bizim belediye başkanlarımızla olan diyaloğumuz, irtibatımız, dayanışmamız 2019'un ilk aylarından itibaren başlamıştır. İlk toplantıda İstanbul'a davet ederek koordinasyonu yaptık. Ondan sonra bütün buluşmaları koordine ederek 5 yıl boyunca 13 büyükşehir belediye başkanı muazzam bir dayanışma ağı oluşturduk. Bu anlamda sanki bu bir yarışmış gibi algılanmasına çok üzülüyorum. Böyle bir durumumuz yok. Ben bu mevki işine, pozisyon meselesine hiç sıcak değiliz. Biz takım arkadaşıyız, yol arkadaşıyız. Bu işin sağ açığı, sol açığı olmaz. Yol arkadaşlığı müessesi benim için önemlidir. Bunu ben genel başkanımla da paylaştım, paylaşmadığım bir duygu değil. Yol arkadaşlığı, takım arkadaşlığı meselesinin hedefi tektir. Biz o hedefe koşan insanlarız.
YENİDOĞAN ÇETESİNDE SORUMLULUK KURUMLARDA: Sonuçta muhalefetin kriz anlarında yapacağı şeyler bellidir. Tepkisini koyar, takip eder. Kaldı ki Cumhuriyet Halk Partisi bir komisyon kurmuştu hızlıca. Hatta bu komisyon İstanbul'a geldi. Beni cumartesi aradılar. Dün o sağlık tesislerinin olduğu yerlere gittiler. Orada bulunan mağdur olmuş ailelerin bireyleriyle görüştüler. Görüşmeye devam ediyorlar. Basına da açıklamalar yaptılar. Bunun görüşmeleri yürütülecek. Sonuçta bu konu muhalefetin ortaya koyacağı tavır, tepki, öneri, uyarı ve bugüne kadar olan ihmallerin ortaya çıkarılmasına dönük araştırmaların ötesinde bir durum değil. Sorumluluk kimde derseniz sonuçta sağlık kuruluşlarından sorumlu kurumlar belli. İl Sağlık Müdürlüğü, Sağlık Bakanlığı veya başka bakanlıkların ilgili olduğu alanlar. Tabii ki işin içine artık soruşturmalar, savcılıklar, dolayısıyla Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı gibi bakanlıklar girecek. Biz artık onları takip ediyoruz. Yani muhtemeldir ki bu sorunun en üst seviyede cevabı orada bulunmalıdır.
KÜRT MESELESİNİ ÇOKTAN ÇÖZMELİYDİK: Kürt meselesi memleketin önemli bir meselesidir. Cumhuriyetin ikinci yüzyılına bu meselenin taşımış olmak bizim için sıkıntılı. Çoktan bunu çözmeliydik. Ne yazık ki olmadı, çözülemedi. Meclisteki bir el sıkışma üzerinden yorum yapılacak bir mesele de değil bu. Tabii ki el sıkışma değerlidir. Ama el sıkışmayı alkışlamak yerine bugüne kadar niçin el sıkışılmadı diye eleştirmek daha doğru olur diye düşünüyorum. Biz konuşamayacağız, biz özeleştiri yapamayacağız ya da başkasının fikrine saygı duymayacağız, derdi nedir diye anlamak istemeyeceğiz… Aralara mesafeler, duvarlar koyacağız. Bir seçimde herkesi vatan haini ilan edeceğiz. Yani oy vermeyenlerin tamamı vatan haini. İşte her gün vatan haini propagandası yapan siyasilerin topluma çıkamaması lazım. Bu kadar kötü söylemler.
BİRLİK BERABERLİK İÇİN DÜŞMAN ARAMAYA GEREK YOKTUR: Kürtler ve diğer etnik kökenler bu milletin ayrılmaz birer parçasıdır. Bizim birliğimiz ve beraberliğimiz, bütünlüğümüz sadece Türkiye'nin güvenliği değil, yakın coğrafyamızın güvenliği için de çok kıymetlidir. Ülkenin içinde bulundurduğu farklı etnik kökenlerin birliği ve beraberliği için bir düşman aramaya da gerek yoktur. Düşman arayarak, bir düşman bularak birlik beraberliğe çağrı olmaz. Birlik beraberliği engelleyen, öteleyen, zorlaştıran ne var ise bunun masaya yatırılması, birlikte konuşulması… Milletin meclisi orada. Orası da yetmez. Toplumsal zeminde, toplumsal düzeyde konuşulması, tartışılması, çözülmesi, hakkının, hukukunun korunması…
BU BİR SEÇİM STRATEJİSİ İSE HİÇ GETİRMESİNLER: Hiçbir vatandaşımızın kendini azınlık diye bir tarif etmesini ben kendime yakıştırmıyorum. Benim azınlık diye bir vatandaşım olamaz. Bırakın, Kürtler, Türkler, Çerkezler… bunları saymayı. Benim vatandaşım asil. Azınlık hakları tarifini reddediyorum. Öyle bir hukukun üstünlüğü inşa edilmeli, öyle bir hukuk devleti olmalıyız ki vatandaş gönülden huzurla, güvenle memleketin bir parçası olmalı. Bu kadar net. Eşit birey, eşit vatandaş. Benim tek dileğim ve isteğim bir an önce bu konuyla ilgili çözüm süreçlerinin, problemlerin tartışma süreçlerinin en uygar, medeni şekilde olgunlaşması. Buna ihtiyaç var. Ama bu bir seçim stratejisi ise, masaya pazarlık unsuru olarak getirilecekse valla hiç getirmesinler. Zarar verirler yarın iyi bir dönemin oluşmasına. Pazarlık değil, samimi konuşulma meselesi bu. Samimiyeti de inşa etmenin yöntemleri var.
GÜZEL ŞEYLERİ ALKIŞLAMAK KEYİFLİDİR: Şu anda boşuna hapis yatanlar, hukuksuzluğa uğrayanlar, belediyelere kayyım atamalar gibi.. Birçok düzenleme tak tak yapılır. Hızlıca. Bir hafta içinde, iki hafta içinde. Umarım yapılır. Güzel şeyleri alkışlamak o kadar keyiflidir ki. Yani avuçların patlarcasına alkışlarım yani. Ekonomi düzelsin, avuçlarım patlarcasına alkışlarım. Niye? Biz kötü ekonomiden faydalanabilir miyiz? İyi bir ekonomi süreci olursa daha iyisini hedefleyen bir iktidar alternatifi oluruz. Umarım iyi bir süreç tariflenir. Ama bu toplumun birlik ve beraberliği için düşman aranmaz, düşman tariflenmez. Şu, bu tehdit var denmez. Bugünün el sıkılması güzeldir ama bugüne kadar niçin el sıkılmamıştır ya da el sıkıştı diye yan yana fotoğraf verdi diye vatan haini ilan edildi, bu yakıştırma yapıldı diye sorgulamak lazım.
DİLEĞİM EN HIZLI ŞEKİLDE PARLAMENTER SİSTEM: Bu sistemle beraber seçime gidildiğinde, bu sistemle seçilecek Cumhurbaşkanı. Ondan sonra bu adımların atılması tabii ki bir süreçtir. Benim dileğim en hızlı şekilde olmasıdır. En hızlı şekilde bu mevcut sistemden, kontrolsüz... Yeni anayasa diyorlar. Allah aşkına bu sistemin bazı şeyleri düzeltmek için yeni anayasaya mı ihtiyacı var. Bu ülkenin iyi bir anayasa düzeni için bugünü temsil eden doğru bir parlamentoya kavuşması lazım. Umarım o parlamento, doğru bir süreçle, iyi çoğunlukla ülkemizin demokratik ve hukukun üstünlüğü kavramıyla geleceğini hazırlayacaktır.
BELEDİYELER MAAŞ ÖDEMEKTE ZORLUK ÇEKİYOR: Maaş ödeme sıkıntısı çekmeyen belediye yok denecek kadar azdır. Geçmişten gelen bir kısım borçlar, teminatlar ve bunlara Hazine’den gelen paydan kesinti yapılması vesilesiyle belediyeler güçlük ve zorlukla süreçlerini yönetmekte. Borç yükünün sağlıklı bir vadelendirmeye ihtiyacı var ki bunu artık oluşturduk. Bu talep sadece CHP’li belediyelerden gelmiyor, tüm belediyelerden geliyor. AK Partililer, MHP'liler, DEM'liler, bütün partilerden geliyor. Dolayısıyla biz onlar adına bu iletişimi ve bu talebi ortaya koyuyoruz. Tabi bunun bir yüzdesi çıkarılmış durumda değil. Şunu söyleyebilirim ki rastlayıp konuştuğum kimsenin 'Ben tıkır tıkır maaşları ödüyorum. Kasamızda da para var' dediğini duymadım. Tam aksine 'Maaş ödemekte zorluk çekiyoruz. Gecikmeli ödüyoruz. Beş gün, on gün, on beş gün, yirmi gün gecikmeli ödüyoruz' diye ifade eden belediyeler çok yüksek.
HER GÜN 'ERKEN SEÇİM' DEMEK YERİNE...: Erken seçim meselesini siyasi partiler tarafından körüklenen ya da her gün gündeme atılan bir mesele değil de halkın nabzının bunu belirlemesini daha değerli ve güçlü buluyorum. Bu anlamda da bir zemin oluşuyor. Ama bu tam anlamıyla ne zaman erken seçim kavramıyla vücut bulur, onu bilemem. Bu manada, partilerin her gün 'erken seçim, erken seçim' demesi yerine ben bir CHP'li olarak, partimin her gün ülkenin sorunlarına çözüm önerilerini anlatan bir parti olmasını daha doğru bulurum. Böylesi bir süreç zaten hem toplumu erken seçime motive eder. Hem muhalefete olan inancı büyütür, hem de güçlü iktidar yürüyüşümüze güçlü bir vesile olur.
CHP GENEL BAŞKAN ADAYLIĞI İDDİASI: Partinin genel başkanı var. Böyle gerçekten 'sıradan dava' bile denmeyecek bir meselenin kurtuluşu 'partiye genel başkan' ol vs... Ben görevimin başındayım ve İstanbul’a hizmet ediyorum. Yani böylesi bir kavramla değil ama bir süreç gelişir oluşur ya da döneminin sonu olur, başka bir vesile olur; oluşana kadar da İstanbul'a hizmet etmeyi çok önemli buluyorum. Ve başarılı olmayı istiyorum. Öyle bir gündemim yok.
SAĞ AÇIK-SOL AÇIK ELEŞTİRİSİ: Bunu eleştiri boyutuyla ele almamak lazım, sempatik bir eleştiri olarak da ele alabilirsiniz. 'Sağ açık, sol açık'; ben takım arkadaşı derken kıyaslamayı da doğru bulmuyorum. Mansur Bey şahsına münhasır birisi, ben kendi kişiliği ve duruşu olan başka birisiyim. Böyle bir şeye ihtiyacımız yok. Bizim belediye başkanlarıyla rekabetimiz, başarı rekabetidir. Yani bunu birbirimizi yaralayan bir rekabete asla dönüştürmeyiz.
TÜZÜK KURULTAYINDAKİ KONUŞMA TARTIŞMASI: Tüzük kurultayı meselesiyle ilgili hiçbir kavramı üzerimize almıyoruz. Çünkü neredeyse üç gün, dört gün önce arayıp konuşma yapmak istediğini genel sekretere belirtmiş birisinin hatta hangi içerikte konuşma yapacağımı da belirtmiş birisiyim. Hem belediyelere, yerel yönetime dönük hem de dava süresine dönük konuşacağımı dile getirmiş birisiyim. Mansur Bey var, diyalogda. İnanın burada tartışmam, tartışmak istemem. Genel başkanımızın o tarifine dönüp sempatik eleştirimi kendisine de yaptım. Tahmin ediyorum o da 'doğru söylüyorsun' gibi bir yorumla beni karşılamıştı. Biz yol arkadaşıyız, takım arkadaşıyız. Ortak akılla süreci en doğru yere ulaştırmak konusunda kararlı bir ekibiz. Genel başkanım en az benim kadar kararlı. Bu konuda birbirimizi tamamlayarak, birbirimize katkı sunarak en başından beri bütün olumsuzlukların müsebbibi süreci sona erdirerek, Türkiye’yi çok aydınlık bir bir sürece taşımak konusunda karalı bir ekibiz.
YARGISAL TACİZ: Yargısal taciz ilk derece mahkemeden beri var. Bu kadar dedikodu gezer mi? Benim kulağıma gelen gelen Adalet Bakanının kulağına gitmiyor mu ? Duymuyorlar mı? Duymamak, 'ben görmedim, ben duymadım, ben bilmiyorum' oynamak olur mu? Tacize uğruyoruz tabii. Köşeye sıkıştırarak bunlar nasıl bir siyasi menfaat elde edilebilir? Yargıyı silah olarak kullanıp, adayı belirleme konusunda çaba gösterenin bu millette karşılığı olmadığnı en iyi bilmesi gereken partiden bahsediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanı bunun bir örneği. Bundan faydalanma şansları da yok. Hangi akıllarını sürdürüyorlar, anlamakta güçlü çekiyorum. Milletin büyük oranda bana söylediğini ifade edeyim; 'Güçlü rakip olma potansiyeli olan bir kişiden korkuyorlar ve ona göre tedbir alma yöntemini de böyle buluyorlar'. Bu nasıl akıl? Bu millet mağdur edilenin yanında olduğunu ve bunun en güçlü cevabını da 23 Haziran 2019'da verdiğini biliyoruz. Daha dün yaşadınız. Bu bakımdan umarım bu yanlıştan dönerler. Aslında çok konuşmak da istemiyorum fakat bundan siyaseten nemalanma gayreti içinde olacak, kurnazlık yaparak birisi olsam olsam dilim başka olur. Benim bu konudaki hem üzüntüm hem feryadım çok nettir, çok samimidir.
DEMİRTAŞ ZİYARETİNİ DE DOĞU-GÜNEYDOĞU ZİYARETİNİ DE ÖNEMSİYORUM: Sayın Genel Başkanımızın Doğu, Güneydoğu gezisi uzun zamandır tasarlayıp ancak bugün gerçekleştirdiği bir süreç. Dolayısıyla mevcut sıcak gündeme denk düştü. Bunu birkaç kez de basınla paylaşmıştık daha önce. Dolayısıyla bizim zaten ülkemizin her yöresiyle, her beldesiyle, her şehriyle, her konusuyla ilgili makul bir fikrimiz var. Bir yandan da geliştirdiğimiz, birleştirdiğimiz fikirlerimiz de var. Cumhuriyet Halk Partisi bu konuda meseleleri 360 derece analiz etme sürecini şu anda yaşıyor ve yaşatıyor. Bu bağlamda hem bugünkü ziyaretini önemsiyorum, değerli bir ziyaret; hem de Doğu Güneydoğu gezisinde mevcut iktidarın ya da ittifakın atmak istediği adımın etkisini bölgede ölçmek veya nabız tutmak açısından da ziyaretini değerli buluyorum.
YENİ SÜREÇ İDDİASI: İKTİDAR BİR SÜREÇ TARİFLEME ARİFESİNDE; BEKLEMEK, ANLAMAK GEREK: Ama şu anda iktidar olan yapı ya da ittifak bir süreç tarifleme arifesinde. Onların hamlelerini görmek, beklemek, anlamak daha değerlidir. Bir pazarlık meselesi mi, başka bir yere yürümem mi, sadece 2-3 sonraki seçimi kurtarma meselesi mi? Yoksa bu ülkenin yüz yıllar boyu sürecek sorunu çözecek bir altyapıyı kurmak mı? Çünkü Kürt sorununun çözümü birkaç yıla sığacak bir mesele de olmaz. Bunu kısa vade, orta vade, uzun vade atacak adımlar diye de tarifleyebilirsiniz ve bu yıllar alabilir. Böylesi bir zaman mı planlayacaklar. Bunları görmek gerektiğini düşünüyorum.
GENEL BAŞKANLA TÜM EKSİKLERİMİZİ KONUŞUYORUZ: Bütün bu fikirlerimi de genel başkanımıza da paylaştığımı bilmenizi isterim. Biz bu kadar açık bir ilişki yönetiyoruz. Ne biliyorsak, ne yaşıyorsak, toplumda neyi hissediyorsak genel başkanımıza aktaracak bir köprüye sahibiz. 29 Mayıs sabahı söylediğim cümleyle başlayan bir sürecin hem parti için sürecinde ahlaki bir dönemde, yani birbirine saygı duyan bir dönemde sonuçlanması hem ardından yerel seçimlerde başarı elde edip birinci parti olmasına hepsi çok çok kıymetli. Ve bugün geldiğimiz noktada istediğimiz noktada mıyız? Tabii ki eksiklerimiz var ama güzel olan şu, biz eksiklerimizi konuşuyoruz. Daha dün bile konuştuk. Haftada bazen iki kez konuşuyoruz. Benim şahsen tespit ettiğim ya da ekibimizin tespit ettiği ne varsa bunları anında genel merkezle paylaşan mekanizmalarımız var. Benim bizzat genel başkanla konuşmak ve paylaşmak konusunda hiçbir engelim, hiçbir sınırım yok. Kaldı ki benzer bir durumu bana yaşatan bir genel başkanımız var. Bu muazzam bir fırsat alanı doğuruyor bize. Eksiklerimizi de birebir çok açık konuşabiliyoruz. Sadece ikili olarak da değil, konular çerçevesinde de dönem dönem konuşuyor, tartışıyoruz.
GENEL MERKEZLE DAYANIŞMAMIZ VE ÇALIŞMALARIMIZ ÜST DÜZEYDE: Az önce bir sorunu eksik bırakmıştım. istinaf mahkemesiyle ilgili CHP'den yardımlar alınıyor. Bu konuda özel kurumlar oluştu, çalışılıyor. Benim burada etkin bir rol almam doğru değil. Ama istinaf kararından önce neler yapılmalı? Kamuoyu bilgilendirilmesinden örgütlere, bütün Türkiye'ye yayılması konusunda ve sivil toplumun bu konuda etkili bir şekilde bilgilendirilmesi hususunda adımlar atıyoruz. Bu genel başkanın önderliğinde yapılıyor. Genel merkezde kurduğu bir yapı ve İstanbul il başkanımızın ve oradaki bir kısım heyetin destek sunduğu bir yapı. Bu bağlamdaki dayanışmamız ve çalışmalarımız en üst seviyede. Bir yandan parti programına çalışılıyor. Bir yandan eksikler gideriliyor. Açıkçası gayet memnunum.
DOĞRU BİR YERDE DURUYORUZ: Parti şöyle eleştiriliyor, oyu düştü, şu oldu, bu oldu... Yerel seçimlerden sonra yapılan anketlere ben de bakıyorum. Bütün partilerde oy düşmüş gözüküyor. Tarafsız seçmenin büyüdüğü gözüküyor. Bunun da ne anlama geldiğini anketlere yıllarca itibaren, doğru yapılan anketleri takip eden birisi olarak ne anlama geldiğini biliyoruz. Böyle olur zaten. Bir bölümünün tarafsız bölüme kayması mümkün olur. Bu yönüyle baktığımızda da doğru bir yerde duruyoruz. Bundan sonrası önemli. Her an önemli, her gün, her saat önemli. Etkili bir biçimde buna kafa yorduğumuzu, çalıştığımızı, çalışmalardan mutlu olduğunu belirtmek isterim. Umarım genel başkanımızın partimizdeki başarısı bizlerin aldığımız sorumluluklardaki başarımız bizi iktidara taşır. Taşıyacağına da inancım tamdır.
BU SEÇİMİ İKTİDAR KAZANAMAZ, BİZ İSTERSEK KAYBEDERİZ: Cumhuriyet Halk Partisi olarak başta bizler olmak üzere ve bu işin lokomotifi olma mecburiyeti ve sorumluluğu yüklenmiş kişiler ve partimiz olmak üzere bu seçimi iktidar kazanamaz ancak biz istersek kaybederiz. Biz de milletimiz adına milletimizin kazanması için kararlı bir ekibiz