İmamoğlu'nun mahkumiyet kararının hukuki açıdan değerlendirilmesi
Yakın tarihimizdeki kimi örnekler, kamuoyun yeterli tepki vermemesi durumunda bu tür siyasi davaların temyiz aşamasında düzeltilebileceği gibi iyimser bir bakış açısına sahip olmayı zorlaştırmaktadır.
Haydar Aksoy*
İmamoğlu mahkûmiyet kararı ülke gündeminin önemli maddesi olmaya devam ediyor. Davanın hukuki boyutu ile ilgili bazı yorumlara bakınca, davayı hukuki açıdan kısaca irdelemek zorunluluk haline geldi.
Bilindiği gibi; Sayın İmamoğlu’na TCK’nın 125. maddesine göre ceza verildi. TCK’nın 125. maddesi hakaret suçunun genel unsurlarını düzenlemektedir. Dolayısıyla bu maddede; hangi ifadelerin hakaret suçunu oluşturacağı düzenlenmemektedir. Zaten hakaret sayılan tüm ifadelerin yasa maddesinde belirtilmesini beklemek gerçekçi de değildir.
Dolayısıyla hangi ifadelerin hakaret sayılacağı mahkemelerin takdirindedir. Bu da, hakimlerin sosyolojik, felsefi birikimine, ifade özgürlüğüne verdikleri değere, yaşama bakış açılarına ve siyasi atmosfere göre değişecektir. Mesela, “ahlaksız” kelimesini hakaret olarak kabul etmeyen Yargıtay “aşağılık” kelimesini hakaret olarak değerlendirmiştir.
Bu kapsamda Yargıtay; “ahlaksız” (Y18CD-K.2020/1934), “ahlaksız kadın”(Y18CD-K.2017/1204), “size de kurumunuza da başlarım”(Y4CD-K2021/138), ve “yalakasınız”(Y4CD-K.2021/27093) ifadelerini hakaret saymamıştır.
Diğer taraftan Yargıtay; “aç köpek”(Y4.CD-K2014/11626), “alçak” (Y16CD-K2017/5414), “Amerikan uşağı”(Y16.CD-K2018/671),“aşağılık”(Y4CD-K2014/2514) ve “boynuzlu”(Y4CD) ifadelerini hakaret saymıştır.
Ayrıca, Yargıtay her zaman bu konudaki yaklaşımını değiştirebilir. Yani bugün hakaret olarak kabul etmediği bir kelimeyi yarın hakaret olarak değerlendirebilir. Ya da tam tersi, bugün hakaret olarak gördüğü bir kelimeyi, yarın hakaret olarak görmeyebilir.
Kullanılan bir ifadenin hakaret suçunu oluşturup oluşturmayacağı gibi, tamamen mahkemenin takdiri içinde kalan bir hususun, bazı hukukçularca yasal düzenlemenin gereği olarak yansıtmaları esef vericidir.
Mahkeme hakiminin karar aşamasında görevden alınması gibi yaşanan olaylar, bu kararın Otokrasi İttifakı'nın bariz baskısı ile verildiği kanısını kamuoyunda güçlendirmiştir. Amaç, demokrasi güçlerinin seçim stratejisini baltalamak olarak algılanmıştır. Mesela ahmak sözcüğünün kullanıldığı siyasi ortam, (Sayın Soylu'nun aynı kelimeyi kullanması gibi) mahkemece neden dikkate alınmadığı gibi sorular yanıtlanmayı beklemektedir.
Bazı siyasi ve hukuki çevreler dava sürecinin hâlâ bitmediğini söyleyip yapılan eleştirileri değersizleştirmeye çalışsalar da; yakın tarihimizdeki kimi örnekler, kamuoyun yeterli tepki vermemesi durumunda, bu tür siyasi davaların temyiz aşamasında düzeltilebileceği gibi iyimser bir bakış açısına sahip olmayı zorlaştırmaktadır.
Çünkü tarihimizde siyasetin ve sosyal yaşamın yargı yolu ile dizayn etme çabalarının çokça örneği var.
1930’ların sonunda Ordu içinde sol düşüncenin yayılmasının önüne geçmek için Nazım Hikmet Davası icat edilmiştir. Yine siyasi amaçlarla, eski TCK’nın 146. maddesine dayanılarak Menderes, Deniz Gezmiş ve arkadaşları idam edilmişlerdir. Bugün hiçbir vicdanlı hukukçu bu maddenin bu iki davaya uygulanabileceğini söyleyememektedir.
Kuşkusuz tüm yargıyı töhmet altında bırakmak doğru değil. Ancak kamuoyu ve hukukçular adaletin çürütülmesine sessiz kalamazlar. Haksız ve hukuksuz yargı karalarına karşı, yargının hakkaniyetli karar vermesi için eleştirileri yüksek sesle dile getirmek, her hukukçunun ve vatandaşın insanlık ve yurttaşlık görevidir.
*Avukat