IMF’den Erdoğan yönetimine destek
IMF ile TCMB’nin aynı düzlemde olduğu göze çarpan bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Zaten iktidarın reform dediği de aşağı yukarı bu. İşin ironik yanı, muhalefet çevrelerinin ekonomik programının da bundan farklı olmaması. Ağbal'ın açıklamalarında kritik olan, 6 Kasım öncesi çerçeve ile arasına kesin bir sınır çizmesi ve ‘piyasaların’ kendisinden duymayı beklediği mesajları teklemeden vermesi.
Geçtiğimiz haftanın ekonomi gündeminde iki önemli gelişme vardı. İlki, Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) mutat olarak gerçekleştirdiği “4. Madde Konsültasyonu” sonucunda Türkiye ekonomisine dair açıkladığı değerlendirmelerdi. Diğeri de Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanı Naci Ağbal’ın yaptığı enflasyon raporu bilgilendirme toplantısıydı. Bu yazıda, bu iki metnin önemli gördüğüm yanlarının altını çizeceğim.
IMF değerlendirmesinden başlayalım. IMF uzmanları yaptıkları değerlendirmelere, Türkiye ekonomisine dair genel tespitlerle başlıyorlar. Buna göre yabancı sermaye girişiyle fonlanan kredi genişlemesi, dış finansman ihtiyacının artması, rezervlerin tükenmesi ve dolarizasyon gibi sorunlar nedeniyle Türkiye ekonomisi zaten 2020’deki korona kaynaklı sorunlar ortaya çıkmadan önce ciddi kırılganlıklar barındırıyordu. Elbette bu tip raporlarda IMF’in bir özeleştiri yapması beklenemez. Zaten bunu yapacaklar da raporun yazarı uzmanlar değil. Ancak insan yine de düşünmeden edemiyor. Yukarıda sıralanan en temel iki sorun (yabancı sermaye girişiyle fonlanan kredi genişlemesi ve dış finansman ihtiyacının artması) doğrudan 2001 IMF programının sonuçlarıdır.
Devam edelim. IMF, pandemi döneminde alınan kredi genişlemesine dayanan tedbirlerin, mevcut kırılganlıkları daha da artırdığına işaret ediyor. Bu, Mart-Eylül 2020 arasındaki dönemde uygulanan politikanın eleştirilmesi anlamına geliyor. Ancak 6 Kasım sonrasında ekonomi yönetimindeki kadro değişimi sonrasında para politikasının sıkılaştırılması ve kredinin daraltılması adımları desteklenmiş.
Bu önemli bir gelişme. Kasım ayında Türkiye ekonomisi bir ödemeler dengesi krizinin eşiğine gelmişti. Erdoğan yönetimi bir ‘U-dönüş’ yaparak, kendi gündemlerini iktidar blokunun diğer üyesi olan büyük sermaye gruplarının çıkarları ve gündemleri ile uyumlandırdı. Sonrasında da bildiğiniz gibi bir reform söylemi ortaya çıktı. Tuhaf bir şekilde Türkiye’deki muhalif çevrelerin ‘demokratikleşme reformu’ bekledikleri, ancak esas olarak yabancı sermayenin ülkeye giriş ve çıkışını kolaylaştıracak ve sermaye girişlerini cezbedecek önlemlerden oluşacağı anlaşılan bu reform paketi, henüz açıklanmasa da, fiili uygulamada pozitif reel faiz verilmeye başlanması, döviz darboğazı sorununu gevşetmeye yetti. Bu sürece IMF gibi bir kurumun destek vermesi önemliydi. Bu gerçekleşti.
IMF, 2021 yılında Türkiye ekonomisinin yüzde 6 büyüyeceğini öngörmüş. Nokta öngörünün ne olduğu çok önemli değil, ancak bir eğilim olarak güçlü toparlanmaya işaret edilmesi önemli. Bu elbette Avrupa’nın toparlanmasına ve aşının gelişmesine bağlı. Şimdiden bakınca dünya ekonomisinde beklenen canlı toparlanmanın gerçekleşmesi durumunda, Türkiye’nin de bu süreçten nasiplenmesi muhtemel. Ancak IMF değerlendirmesinde, rezervlerin düşüklüğü ve yüksek dış finansman ihtiyacı gibi kırılganlıkların sürdüğü de belirtilmiş.
Geçtiğimiz aylarda IMF’in Araştırma Bölümü ve ülke programları arasında giderek artan ayrışmaya dikkat çekmiştim. Her ne kadar “4. Madde Konsültasyonu” kısa bir değerlendirme olsa da, bu ayrışmanın izlerini taşıyor. Sözü IMF’in maliye politikalarına dair değerlendirmelerine getirmek istiyorum. IMF, geçici ve hedefe yönelik mali genişleme dışında, maliye politikasının kullanılmasına karşı. Bu ise nasıl hesaplandığı açıklanmaya muhtaç olan mali alan hesabına dayanıyor. IMF uzmanlarına göre Türkiye’nin mali alanı milli gelirin yüzde 1’i olarak tanımlanmış. Yani milli gelirin yüzde 1’i kadar bir genişleme programına hoşgörü ile bakılıyor, ancak bir koşulla: Şimdiden 2022’de uygulamaya konacak bir mali konsolidasyon planının hazırlanması. Bu öneri ne Türkiye ne dünya gerçekleriyle uyumlu. IMF ülke programlarının halen standart neoliberal reçetelere dayanarak değerlendirme yaptıklarını gösteriyor.
Maliye politikası ile ilgili dikkat çekilen bir başka konu, bütçe dışı harcamalara ait şeffaf bilgi akışının sağlanması hakkında. Buna göre kamu özel ortaklığı projeleri ya da Türkiye Varlık Fonu gibi bütçe dışı harcama yapan kurumların şeffaflığının sağlanması, bütçeye gelecek yükün tahmin edilmesi açısından önemli.
Son olarak para politikasının sıkı olmayı sürdürmesi gerektiği savunulmuş. Senaryoya göre bu sayede sermaye girişleri sürecek, enflasyon kontrol altına alınacak, rezerv sorunları hafifletilecek ve dolarizasyon dizginlenecek. Buradan Naci Ağbal’ın geçtiğimiz haftaki enflasyon raporu bilgilendirme toplantısına geçebiliriz. IMF ile TCMB’nin aynı düzlemde olduğu göze çarpan bir özellik olarak karşımıza çıkıyor. Zaten iktidarın reform dediği de aşağı yukarı bu. İşin ironik yanı, muhalefet çevrelerinin ekonomik programının da bundan farklı olmaması. Ağbal'ın açıklamalarında kritik olan, 6 Kasım öncesi çerçeve ile arasına kesin bir sınır çizmesi ve ‘piyasaların’ kendisinden duymayı beklediği mesajları teklemeden vermesi. Daha spesifik olarak mevcut ‘para politikası duruşunun kararlılıkla uzun bir müddet sürdürülmesi’ ve enflasyonun kontrol altına alınamaması durumunda ‘ilave sıkılaştırma’ yapılacağının belirtilmesi, özellikle kısa vadeli sermaye için yüksek bir kâr garantisi vaadi anlamına geliyor. TL’nin yavaş yavaş değerlenmesi, bu kâr vaadinin karşılıksız kalmadığını gösteriyor.
Ümit Akçay Kimdir?
Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Akçay lisans eğitimini İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü’nde, yüksek lisans ve doktora eğitimini Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kalkınma İktisadı ve İktisadi Büyüme programında almıştır. Güncel olarak, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma, yeni otoriterliğin ekonomi politiği konularıyla ilgilenmektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Krizin Gölgesinde En Uzun Beş Yıl: Türkiye'de Kriz, Devlet ve Siyaset (İstanbul, Doğan Yayınları, 2024), Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV Yayınları, 2007) kitaplarının yazarı; Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene Yayınları, 2016) kitabının ortak yazarıdır. Akçay’ın Cambridge Journal of Economics, Contemporary Politics, Globalizations, Internaltional Journal of Political Economy, European Journal of Economics and Economic Policies ve Journal of Balkan and Near Eastern Studies gibi dergilerde uluslararası yayınları bulunmaktadır.
İlerici neoliberallerin otoriter popülistlerle imtihanı 14 Kasım 2024
Ekolojik emperyalizm 07 Kasım 2024
IMF, çoklu kriz konjonktüründe ne öneriyor? 31 Ekim 2024
Almanya’nın ekonomik modeli krizde mi? 24 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI