YAZARLAR

Indiana Jones: İyi bir veda mı?

Bir kesim seyirci filmde kendileri için önemli bir dönemin bu kadar sakin bir şekilde sonlanmasına kızabilecektir. Ama bir diğer kesim ise Indiana Jones’un bir kere daha kendisiyle özdeşleşen kırbaç darbesiyle beyazperdeyi son defa sarsmasından büyük keyif alacaktır. Biz, kendi adımıza ikinci kesime daha yakınız!

Zaman içerisinde kült mertebesine yükselmiş, sunduğu karakterlerini birer ikon haline getirmiş ve tek başına birçok jenerasyonu etkilemiş 'saga'ların kendi içerlerinde tutarlı bir hikâye oluşturup belli bir sonuca bağlandıktan sonra bazen arkalarına gereksiz devam 'vagonları' takılabiliyor.

Ancak bahsettiğimiz (özellikle ticari açıdan), başarı kazanmış bir filmin birkaç sene sonrasında gelen klasik devam bölümleri değil daha çok kendi başına bir 'mitoloji' yaratmış ve sinema tarihinde yer etmiş, epeyce bir zaman sonra sunulan, bu arada 'küllense' de unutulmamış bir efsaneyi tekrar yeşertmeyi deneyen yapımlar. Bunlar bazen "Baba 2"den 16 sene sonra gelen "Baba 3" gibi başarılı sonuçlar veriyor, bazen ise ilk "Sapık"(1960) filminden tam 23 sene sonra gelen "Sapık 2" gibi facialara yol açıyor. Daha yakın örnekler olarak Spielberg’in heyecanlandırarak başlattığı ve giderek sıradan bir hale dönüşen "Jurassic Park" serisini veya Lana Wachovski’nin tam 18 sene sonra, kendi üçlemesine eklediği, nedeni tam belli olmayan "Matrix 4"ü sayabiliriz.

"Indiana Jones" serisi gibi bir seriyi tekrar ayağa kaldırmaya çalışmak bizce sadece zor değil aynı zamanda sonucu kötü bir 'şakaya' dönüşebilecek, çılgınca bir eylem. Öncelikle bizim gibi çocukluk hayallerini süslemiş bir kahramanı 'güncellemek' filmin atmosferindeki çocuksu ama bir o kadar da fantastik büyüyü bozabilir. Bir de tabii ilk film çekildiğinde 40’ında bile olmayan Indiana Jones’umuz yani Harrison Ford artık tam 80 yaşında!

Harrison Ford

"Indiana Jones 5" filminin yönetmenlik koltuğunda James Mangold’un oturması aslında ironik bir biçimde hem sevindirici hem de endişelendirici bir durum gibi duruyor: Sevindirici çünkü Mangold belli bir kariyere sahip, yetenekli olduğu kadar kendine has yönetmen dokunuşlarını da hissettirebilen bir isim. Ama belki de işte bu yüzden Spielberg’in bıraktığı bu ağır 'mirasın' altına işin özünden kopmayacak yetenekli bir 'çırağın' değil de olayları başka bir yöne çekebilecek kapasitede bir yönetmenin girmesi endişe verici…

Ancak bizce korkacak bir durum yok çünkü Mangold adeta 'saygıda kusur etmiyor!'. Basit görünen ama birçok ismin tökezleyebileceği hassas 'mirasa saygı/verilecek taze kan' dengesini çok iyi sağlıyor. Mutlaka sinemaseverler arasında ilk üçlemeyi ayrı bir yere koyanlar çıkacaktır ama bizce bu yeni "Indiana Jones" da dinamik, heyecanlı, mizahi ama aynı zamanda da 'sagaya' bazı yeni kapılar açmayı da beceren ve özlediğimiz bir efsanevi kahramanın asla 'yüzünü kara çıkartmayacak' bir yapım. Hatta 15 sene önceki dördüncü bölümden açık ara öne çıktığını bile söyleyebiliriz.

Filmin konusundan bahsedecek olursak: Artık akademik kariyerinin sonuna gelmiş ve sahalardan çekilmiş olan yaşlı Indiana Jones, yalnız, uzakta olan eşinden boşanma aşamasında olan ve zamanında savaşta kaybettiği çocuğunun acısını atlatamamış, bezgin bir adamdır. Bir gün eski ortağının kızı, ona zamanında kendisinin de peşinde olduğu ve zaman/boyut kavramlarını değiştirebilecek bir 'kader kadranı' peşinde olduğunu söyler ve onu tekrar böyle bir serüvene çekmeyi başarır. Ama ‘kadranın’ peşinde eskiden düşmanları olan Nazi ordusunun ‘temsilcileri’ de vardır.

NAFTALİN KOKMAYAN NOSTALJİ

Aslında film bilindik ama rahatsız etmeyen bir açılış sekansıyla başlıyor. Sonuç olarak İkinci Dünya Savaşı sırasında başlayan ve maceracı arkeoloğumuzun can düşmanları Nazilerle mücadele etmesini konu alan senaryo "Indiana Jones" saga’sıyla 'haşır neşir' olmuş seyircileri hiç şaşırtmayan bir açılış… Belki başka bir devam filmi önceki bölümüne bu kadar 'selam çaksa' bir tekrar hissi yaratabilirdi ama burada serinin genel tutumu göz önüne alındığında çok daha 'hazmedilebilir' duruyor.

Bu sekansta dikkatimizi belki de en çok çeken şey, Harrison Ford’u bilgisayar yardımıyla gençleş(tiril)miş, neredeyse yine 40-45 yaşlardaki haliyle görmemiz oluyor. Kendini yine bir kavga sonrasında Nazilerin kucağında bulan Jones’un yüzünü, karanlıkta, sık sık bir el feneriyle aydınlatılırken görüyoruz. Buradaki 'gençleştirme' operasyonunun başarısı tartışmaya açık bir konu. Sanki bu sekans kahramanının 'ikonik' imajını güçlendirme yerine "Bakın. Neler yapmayı başardık!" dedirtme gayreti güdüyor.

Bütün bunların yanında geçmiş, ailevi veya tarihsel miras gibi temalar ve önceki bölümlere duygulandırıcı referanslar göze çarpıyor. Ama film asla 'kalıptan çıkmış', adeta naftalin kokan 'come back' düzeyine inmiyor. Çünkü "Indiana Jones 5" kusurlarına rağmen, tutarlı bir hikâye ve göz doldurucu sekanslar içeren ve en sevdiğimiz arkeoloğumuza tekrar kavuşmamızı sağlayan bir yapım!

"Indiana Jones" filmlerinin 'olmazsa olmaz' kurallarından birini de tabii ki aksiyon sekansları oluşturur. Kahramanımızın düştüğü her tehlikeli durum ve her azılı düşman bazen öyle uç noktalara varır ki seyirci olarak artık gerçekçilik arayışımıza son verip, keyifle bu ‘atlama/zıplama/takip, kavga..’ sekanslarını izleriz.

"Indiana Jones 5"te de bu tarz sekanslar bolca var üstelik bunlardan bazıları sadece görsel açıdan tatmin etmekle kalmayan, 'saga'nın özünü yansıtan ve adeta 'kurumaya' başlamış bir ağacın çatlaklarından fışkıran fidanlar gibi efsane 'üçlemeye' gönderme yapan sahneler… Örneğin açılış sekansında, serinin favori ulaşım araçlarından biri olan bir trenin içinde (ve üstünde!) geçen kavga/takip sahneleri çok özgün olmasa da iyi çekilmiş ve sıralanmış sahnelerden oluşuyor.

.

KADIN KARAKTER DAHA GÜÇLÜ

Bütün bu başarılı aksiyon sekansları arasında ne yazık ki bazıları gereksiz ve 'suni' duruyor. Örneğin filmin gerilim 'zirvelerinden' biri olabilecek deniz altındaki sekans (bu arada Antonio Banderas kariyerinin en kısa rollerinden birini oynamıştır herhalde!) geçiştirilmiş hatta biraz 'harcanmış' gibi görünüyor. Bir de filmin ortalarında yer alan, kuşkusuz hikâyeye tempo katmak için kullanılmış çok uzun ve gereksiz bir araba takibi sekansı var ki bizce hiçbir şeye hizmet etmiyor. Indiana Jones’un maceraları yeterince heyecanlı değil mi ki hikâyeye eski bir mafya babası tehdidi eklemeyi tercih etmişler?

Filmde Jones dışında öne çıkan bir diğer karakter ise onun yoldaşı ve arkadaşı haline dönüşen Helena Shaw karakteri oluyor. Filmlerinin sonunda Jones’un kavuştuğu sevgililerden, yaş ve karakter açısından tamamen ayrı bir yerde duran bu genç kadın hem hikâyeye ciddi bir renk katıyor hem de bir kez daha Jones’un gençliğine attığı melankolik bakışın bir temsilcisi oluyor.

Spoiler vermeden son bölümden bahsedeceğiz:

"Indiana Jones 5"in final bölümü belki de yönetmen Mangold’un farkını en fazla hissettirdiği ve saga’ya yeni kapılar açtığı en önemli kısım. Normalde "Indiana Jones" filmlerinde kahramanımızın peşinde olduğu nesne her zaman 'insanlık tarihini başlatan sandık' veya 'ölümsüzlük suyu içerecek kadeh' gibi uçuk şeylerdir ama burada yönetmen hikâyeyi başka bir boyuta geçiriyor. Mangold bizce büyük bir risk alarak, Jones’un beş filmdir, bazen egoist bir şekilde tarih ve kalıntılarının materyal gerçekliği peşinde koşma obsesyonunun farkına varmasını sağlıyor. Bu büyük açılım, kahramanın geçmişin mistik boyutu için koşuşturmasını arka plana itip, onun daha çok geçmiş maceralarına daha radikal bir şekilde bakmasını sağlıyor.

Ve hikâye aslında biraz naif ama yine de de dokunaklı bir mesajla bitiyor: Indiana Jones’un hayatına anlam katan ne tamamen tarih ne de fantastik tutkular...  Belki de 'numerik' teknolojinin katkılarına rağmen kahramanımız fazla yaşlandığı için…

Bir kesim seyirci filmde kendileri için önemli bir dönemin bu kadar sakin bir şekilde sonlanmasına kızabilecektir. Ama bir diğer kesim ise Indiana Jones’un bir kere daha kendisiyle özdeşleşen kırbaç darbesiyle beyazperdeyi son defa sarsmasından büyük keyif alacaktır. Biz, kendi adımıza ikinci kesime daha yakınız!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .