İnsan doğmak değil insan ol’mak

Çekilen acılar, ölümler, kayıplar, tüm bu mağduriyetler unutulmasın ki insanın bitmek bilmeyen hırsı artık bir son bulsun. Mücadelemizi birleşerek, örgütlenerek sürdürmeliyiz.

Google Haberlere Abone ol

Yeşim Cömert

Yüz binlerce insan sabahın belli saatine alarmını kurmuş, pazartesiye hazır olmak adına gerekenleri yapıp yatmıştı. Alarmdan önce uyandıran o korkunç gürültü ve sarsıntı da neyin nesiydi. Hiç hesapta olmayan bu felakete kim, ne zaman, nasıl hazır olabilirdi? Hayatları alt üst eden, planlanan gidişata ters bir durumun yaşanabileceği sürekli düşünülen bir şey değil sonuçta. Kontrolün daima elimizde olduğu yanılgısı bu defa çok kötü çarpmıştı suratlarımıza. Planımız dışında meydana gelen olaylara hazırlıksız olmamız da bundan dolayı ve başımıza geldiğinde sorgulamaya başlamamız...

Modern dünyanın beklentisi modern insan olmanın gerektirdiği şekilde davranmaya dair kaygılar hırsımızı artırıyor, hırsımız arttıkça da kendi sonumuzu getirmeye bir o kadar yaklaşıyoruz ne yazık ki. Doğa yetmiyor, onun zenginliklerini görmüyor, kafamızı hep moderniteye çevirip duruyoruz. Daha çok yiyecek, daha çok ev, daha çok araba, daha çok giysi, daha daha… Bitmiyor sayıları ve kendini en güçlü sanana kadar tüketmeye devam ediyor insan. Kapitalizmin sunduğu, ‘ihtiyaç’mış gibi olan her şeyi sahiplenmek istiyor.

Gerçekten ne istediğimizi bilmek adına yaşam hep de iyi dersler vermiyor. Çok ağır bedeller ödemek gerekiyor bazen ve bu sadece senin hırsınla değil başkalarının doymazlığı yüzünden de olabiliyor. Doğanın parçası olduğumuzu unutarak varlık nedenimizi dahi kaybettiğimizde bir felaketle gözümüzü açmak zorunda kalabiliyoruz ve artık “uyan” diyor, çığlık atıyor dengesi bozulan düzen. Nefsine kapılıp doymak bilmeyen açgözlülüğün, arsızlığın, bencilliğin, onursuzluğun dibini görüyoruz.  

Yıkım büyük, kayıplar çok, acılar dayanıklılık sınırlarını aşan cinsten. Güzel ülkemizin on şehrinde meydana gelen 6 Şubat 2023 depreminden bahsediyorum evet. 17 Ağustos 1999 Marmara depreminde yıkılan evimizden yaralı olarak çıkarılan babamın uzun süren travmatik hallerini yeniden hatırlamamı sağlayan ve kayıplarımız için derinden üzüldüğümüz o acılı günler… Bitti mi ki 1999 depreminde yaşananların etkileri? Deprem ülkesiyiz sonuçta, hiç unutturmadı ki ardından meydana gelen, başka yerlerde olan yıkımlar. Peki hiç ders çıkarıyor muyuz? Çıkarıyor olsak böyle mi devam eder yıllarca? Hep aynı tedbirsizlikler, yetkili(!)lerin sorumsuzlukları, her defasında ilk kez bunu yaşıyormuş gibi meydana gelen yok oluşlar. Kendini hiç unutturmayan deprem gerçekliğini neden inkâr eder gibi davranılıyor öyleyse? Halkın hafızasıyla mı dalga geçiliyor? Biz neden yeterince sesimizi çıkarmıyoruz, itiraz etmiyoruz hatta varımızı yoğumuzu koyduğumuz, yıllarca sürecek kredi taksitlerinin altına imza atarak ödemeye ant içtiğimiz o evleri talep ediyoruz?

Doğaya hükmedebilecek kadar güçlü sanarak kapıldığımız büyük kibre daha ne kadar yenik düşeceğiz acaba? Daha modern hayatlar mı yaşamak istiyoruz? Ömrünü taksit ödemekle geçirebilmek adına, alarm kurarak uyandığımız ve isteksizce hazırlanıp çıktığımız evlerden sevmediğimiz işlere gidiyoruz. Sabah çıkıp akşam girdiğimiz dört duvarın içini dolduruyoruz, süslüyoruz, döşüyoruz ve o alarm uyandıramadan başka bir kabusla hepsinin yok oluşunu izliyoruz. İstediğimiz yaşam gerçekten bu mu? Varoluşumuza dair sorgulamaları geçelim, peki yetkililerden ne zaman hesap soracağız, yoksa yine unutup soramayacak mıyız?

Hatay’da deprem yönetmeliğine uygun yapıldığı söylenen bir rezidans yıkıldı ve arkadaşım kuzenlerini kaybetti. Karşılaştığım afetzedelerden bir kadın oradan daire almayı çok istediklerini, nerdeyse varlarını yoklarını yatırmak üzere olduklarını sonra vazgeçtiklerini anlattı. O kadar paraları yokmuş böyle lüks bir binadan daire almak için ancak sırf depreme dayanıklı diye büyük borca girmeyi bile göze almışlar. Benim dinlediğim örneklerden sadece biriydi bu, daha niceleri var kim bilir, hayallerini yıkan yerlere yatırım yapan. Fırsatçılara fırsat yaratan, bilip de susan, projeyi destekleyen, yapan, satan herkes suçlu. Peki suçluların kim olduklarını bilmek neyi değiştirecek? Onlara onay verenler de dahil olmak üzere bu işleyişin içinde yer alan ve kâr sağlayan insanların tamamının hesap vermesi gerekmez mi? Ölen insanların hatırına, kalanların onlara borcu olmalıdır bu dava. Gücümüzün ne kadar büyük olduğunu gördük, devletin üç gün boyunca el atmadığı yerde sivil toplum kuruluşlarının ve halkın neler başardığına tanıklık ettik. Sistemi ele geçirmiş o acımasız hırsın, açgözlülüğün, onursuzluğun karşısında hala kalbinin sesini kaybetmeyen ve yüreklerinin güzelliğiyle parlayan canları gördük. Çürümüş, körleşmiş, bencil, kötü, küstah bir güruha inat yükseliyorlardı.

Bugün 6 Şubat Hatay depreminin üzerinden haftalar geçti ve 13. günde dahi göçük altından canlı olarak çıkarılan insanlar vardı. Bilimsel olarak imkânsız görülen mucizevi haberler, canla başla uğraşanların emekleri, ilk günden organize olup bölgenin ihtiyaçlarını hızla tedarik edip gönderen, götüren vatandaşlar, yardım etmek ümidiyle koşarak giden AKUT gönüllüleri, Haluk Levent’in, Ahbap’ın ve ünlü birçok kişinin çabalamaları gibi nice örnek içimize su serpti. Zihninin karanlık kuytularında sıkışıp kalan vicdansız ve onursuzlar ile kalpten üzülen, hisseden aydınlık yürekli insanların aynı anda gözler önüne serilen emsalsiz görüntüleri, yaşadığımız müddetçe hafızamızdan silinmeyecek.

Kayıplarımızın anısına hesap sormaya yeminliyiz ve çok kalabalığız. Hayatı alt üst olmuş, her şeyini kaybetmenin duygusunu bilenleri korkutacak başka ne olabilir? Tuttuğumuz yastan, yapılan haksızlıklardan, nefesimizi kesen bu karanlıktan, toplum olarak daha kuvvetle sıyrılacağımıza inanmak istiyorum. Travmalarımızın, sonraki nesillere kalmamasını aksine daha fazla bilinçlenerek onlar için aydınlık bir yaşam temeli oluşturmasını diliyorum. Bu kötü günlerin sonunda mücadele edecek gücü kazanmak ve bu gücü doğaya savaş açmak ya da kafa tutmak için değil onunla uyum sağlayıp onun bir parçası olduğumuzu kabullenmek üzere daha iyi hissedeceğimiz günleri inşa edebiliriz. Öğretmen olarak öğrencilerime, anne olarak çocuğuma, teyze olarak yeğenime, akıl sahibi bir insan olarak tüm canlılara karşı sorumluluğumu yerine getireceğime en azından kendi adıma söz verebilirim. Hepimiz sorumluyuz ve verdiğimiz sözleri yerine getirmek boynumuzun borcu. Yine yaşanacak felaketler, elbet son bulmayacak. Hayatları kabusa çeviren, buna sebebiyet verenlerin farkında olunmalı, gerekli dersler çıkarılmalı, ihmallerin sonuçları unutulmamalı. Çekilen acılar, ölümler, kayıplar, tüm bu mağduriyetler unutulmasın ki insanın bitmek bilmeyen hırsı artık bir son bulsun. İnsan doğmak, insanca yaşamaya ve onurlu davranmaya yetmiyor. Akıl ve bilimin rehberimiz, sorumluluk ve vicdan sahibi olmanın yolumuz, eşitlik ve adaletin hedefimiz olduğunu daima hatırlayarak bu bilinçle, görevle ve ödevle devam etmeliyiz. Mücadelemizi birleşerek, örgütlenerek sürdürmeliyiz. Çünkü başka kurtuluş yok, “ya hep beraber ya hiçbirimiz!”