İnsan hakkı yoksa hayvan hakkı da yok
Ülkenin en yakıcı sorunu ve bir an önce çözüme kavuşmaması halinde felakete sürüklenecekmişiz gibi gündeme atılan sokak hayvanları meselesi etrafındaki tartışmalar giderek tek tipleşen, kendisi dışındaki hiçbir özneye tahammülü kalmamış faşizan bir toplum projesinin izlerini taşıyor.
“Evcilleşmeyeni uyutmak”, ülkeyi tarif eden bir metafor olarak da kullanılmaya müsait. Yüzyıllık ülke tarihinin bir özeti de bu metaforda belki; hapsetme, öldürme, asimile etme, itibarsızlaştırma, yalnızlaştırma, korkutma, sindirme, aç bırakma ve daha nicesi “evcilleşmeyen” vatandaşı “uyutmanın” yöntemleri oldu. Bu uyutma projesinin nihai hedefi her türlü hakkından mahrum bırakılmış, herhangi bir şeye herhangi bir şekilde hayır demesi yasaklanmış, bu yasaklamayı da benimsemiş bir toplum yaratmaktı. Bir ölçüde başarıya ulaştığını düşünen bu heves hayvanları da içine alacak şekilde genişlemiş görünüyor. Toplumun terbiye edilmesinden sonra doğanın da terbiye edilmesi gerekiyor neticede. “Başıboş” insanın derdest edildiği yerde başıboş hayvanın da yaşam hakkı olmayacak.
Ülkenin en yakıcı sorunu ve bir an önce çözüme kavuşmaması halinde felakete sürüklenecekmişiz gibi gündeme atılan sokak hayvanları meselesi etrafındaki tartışmalar giderek tek tipleşen, kendisi dışındaki hiçbir özneye tahammülü kalmamış faşizan bir toplum projesinin izlerini taşıyor. Dünya üzerinde sadece kendine yaşam hakkı gören, ülke sathında da kendi kimliği dışındaki hiçbir kimliği kabul etmeyen türcülük ve milliyetçiliğin her türlü nüvesi bu tartışmada bulunabilir. Irkçı bencilliğe içkin manipülatif argümantasyon da bu tartışmanın katalizörü görevinde.
Basına yansıyan haberlere göre, sokak köpeklerini uyutma (katletme) fikrinin savunucuları sadece kendine normalleşen AKP, MHP’nin ocak dışı bıraktığı hür ve müstakil İYİP, AKP’yi zayıflatma potansiyeli dışında herhangi bir değer üretemeyen Yeniden Refah ile vatandaşa kasaptan et almak yerine kuzu kesmeyi öneren BBP olarak öne çıkıyor. Köpek itlafını savunan STK’ların da ağırlıkla bu partilerin periferisindeki kuruluşlar olduğu görülüyor. Türk sağının benzer konularda benzer refleksler gösterme alışkanlığı bu konuda da öne çıkıyor.
BATI’NIN İYİ YANLARI
Batının işine yarayan hasletlerini örnek alıp işine yaramayanlarıyla ilgilenmeyen tipik Türk sağı davranışı yine bizzat bu partilerin başlattığı ya da desteklediği tartışmada kendini ele veriyor. İngiltere’de de sokak köpeklerinin “uyutulduğu”nu, gelişmiş ülkelerden hiçbirinde “bizdeki gibi” bir durumun olmadığını öne sürüyorlar. İngiltere’nin başbakanı daha geçen gün yerel seçim yenilgisi nedeniyle erken seçim ilan etti, ama bunu örnek almıyorlar. Aynı İngiltere’de bırakın son 42 yılı son 84 yılda bile bir siyasi parti liderine sırf -etkili- muhalefet yaptı diye 42 yıl hapis cezası verildiği görülmemiştir. Onlardaki bu demokratik olgunluğu örnek almıyorlar ama köpek katliamlarının örnek alınmasını istiyorlar. “Onlar da böyle yapıyor” dedikleri Batı yıllarca “temel insan haklarına saygı duyun” diye telkinlerde bulunurken de dönüp yüzlerine bakmadılar. Batı’dan bir şeyler alalım ama sakın insan hakları olmasın.
“Batı” dedikleri de istedikleri, işlerine gelen Batı. Sokak köpeklerinin uyutularak öldürülmesi şeklindeki uygulamanın yalnızca İngiltere ile sınırlı olduğu, diğer Avrupa ülkelerinde daha vicdanlı-insancıl (veya hayvancıl) çalışmalar yürütüldüğü çok sayıda haber ve rapora konu oldu. İngiltere dışında “Batı”yı temsil eden onlarca diğer ülkedeki farklı uygulama varken ilk akla gelen en tahrip/tedhiş eden yöntem oluyor. Güya Batıcı göz, Hollanda, Almanya, Polonya, İspanya, Belçika, Bulgaristan, Macaristan, Çek Cumhuriyeti, Slovenya ve benzeri ülkelerdeki uygulamaları değil, kendi ajandasına uygun ülke veya ülkelerin uygulamasını görüyor.
Sokak köpekleriyle ilgili tartışma doğaya insan merkezci yaklaşımın bütün yanları ve tehlikelerini de barındırıyor. “Başıboş” dedikleri köpeklerin, insanlara saldırdığı, çocukları yaraladığı, gürültü yaptıkları, hastalık ürettiği ya da kazalara sebep oldukları gibi her biri ayrıca teyide muhtaç ve birçok örnekte yalan veya abartılmış gerekçelerle ortadan kaldırılmaları gerektiği savunuluyor. Sırf huzurunu kaçırdığı iddiasıyla ona sebep olan hayvanı yok etme hakkını kendinde görmenin nasıl bir ahlaki ve vicdani dayanağı olduğu konusunda ise kendi bencillikleri dışında bir gerekçe üretemiyorlar.
KUDUZ MU KENE Mİ?
Tarım Bakanı İbrahim Yumaklı, “son 5 yılda hayvana çarpma ile gerçekleşen 3 bin 534 trafik kazasında, 55 ölüm ve 5 bin 147 yaralanma vakası kayıtlara geçmiştir” şeklinde bir veri/gerekçe paylaştı mesela. Bu cümleyi paylaşan bakan, son 5 yılda insana çarpma sonucu gerçekleşen trafik kazası sayısını neden paylaşmadı acaba? Ya da ayı, tilki, kurt, domuz, geyik, inek, koyun gibi hayvanlara çarpma sonucu kazalar olmuyor mu? Trafik kazalarının önüne geçmek için yola çıkma ihtimali olan her hayvanın “uyutulması” mı gerekiyor?
Yumaklı, aynı açıklamasında kuduz hastalığı riskine de işaret ediyor. Ancak yine kendi bakanlığının 2022’deki raporuna göre o yıl evcil hayvanlarda tespit edilen 270 pozitif örneğin 177’si sığırlarda, 71’i köpeklerde görülmüş. Sığırlardaki vaka oranı yüzde 59 iken köpeklerde yüzde 24’de kalmış. Bakanın kurduğu mantığa göre sığırların köpeklerden çok daha önce ve daha acil şekilde “uyutulması” gerekiyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre 2008 ile 2021 arasında yani 14 yılda kuduz sebebiyle hayatını kaybeden kişi sayısı 22. Yani her yıl bir veya iki ölümcül vaka görülüyor. Kaldı ki insandan insana geçen sayısız hastalık varken hayvandan insana hastalık bulaşma ihtimali mi esas olarak kamu sağlığını tehdit ediyor?
Peki kuduz hastalığını bu kadar önemseyen hükümet, 2004-2015 yılları arasında 463 kişinin ölümüne neden olan, yıllık ölümlü vaka sayısı 30’un üzerine çıkan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi için neden bir seferberliğe girmiyor, kenelerle mücadele konusunda “Batılı” ülkeleri örnek almıyor?
Öte yandan hayvan katliamlarını savunanlar, buna itiraz edenleri hayvanlara insanlardan daha fazla değer vermekle eleştiriyor. Türcülüğün sosyolojik, dini, psikolojik kökenlerini insanlığın ilk dönemlerinden itibaren inceleyen “Hayvan Özgürleşmesi” kitabının yazarı Peter Singer, bu argümana şu cevabı veriyor: “Çoğu zaman, ‘Önce insanlar gelir’ önermesinin doğal bir sonucu olarak, hayvanları koruma hareketi mensuplarının hayvanları insanlardan daha çok önemsediği iddia edilir. Şüphesiz bazı kişiler için bu doğru olabilir; ama tarihsel olarak bakıldığında, hayvanları koruma hareketinin liderlerinin insanlara, hayvanları hiç önemsemeyen insanlara göre çok daha büyük bir önem verdiği görülecektir. Siyahlara ve kadınlara zulme karşı çıkan hareketlerin liderleri ile hayvanlara zulme karşı çıkan hareketlerin liderleri arasındaki kesişim oldukça büyüktür; hatta ırkçılık, cinsiyet ayırımcılığı ve türcülük arasında kurulan paralellik için beklemediğimiz bir onay sağlayacak kadar büyüktür.”
Gerçekten de insan haklarını savunan herkes, hayvan haklarının olmadığı yerde insan haklarının da olamayacağının veya tam tersinin de geçerli olacağının ayırdında. Bu ülkedeki hayvan hakları savunucularının da insanlara, hayvanları hiç önemsemeyen insanlara göre çok daha büyük bir önem verdiğine kuşku yok.