İnsan hakları: Neden ve kim için?

Dostoyevski örneği, bize tür olarak insanın varlıktaki özel yerini (değerini) gösterirken, insan haklarının her bir insan için, niçin korunması gerektiğini de göze görünür kılar.

Google Haberlere Abone ol

Elif Şahin Hamidi

DUVAR - İnsan Hakları Eylem Planı, 2 Mart 2021 tarihinde kamuoyuna açıklandı. 50 hedef ve 393 faaliyet içeren Planın amacı, dokuz başlık altında toplanmış ve bu dokuz amaç şu şekilde sıralanıyor:
 1. Daha Güçlü Bir İnsan Hakları Koruma Sistemi

2. Yargı Bağımsızlığı ve Adil Yargılanma Hakkının Güçlendirilmesi

3. Hukuki Öngörülebilirlik ve Şeffaflık

4. İfade, Örgütlenme ve Din Özgürlüklerinin Korunması ve Geliştirilmesi

5. Kişi Özgürlüğü ve Güvenliğinin Güçlendirilmesi

6. Kişinin Maddi ve Manevi Bütünlüğü ile Özel Hayatının Güvence Altına Alınması

7. Mülkiyet Hakkının Daha Etkin Korunması

8. Kırılgan Kesimlerin Korunması ve Toplumsal Refahın Güçlendirilmesi

9. İnsan Hakları Konusunda Üst Düzey İdari ve Toplumsal Farkındalık

İlk bakışta, bu başlıklara kimsenin itirazı olmayacaktır muhtemelen. Çünkü Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Prof. Dr. İoanna Kuçuradi’nin dediği gibi “Hangi konuda olursa olsun bir eylem plânı, gerçekleştirilmesi istenen belirli amaçlara ve bu amaçların mevcut gerçeklik koşullarında nasıl gerçekleştirilebileceğine ilişkin hazırlanan bir pusuladır.” Ancak bu pusulanın doğru yönü gösterebilmesi için “değer bilgisi”ne ve “doğru değerlendirme bilgisi”ne ihtiyaç olduğunun altını kalınca çizmek gerekir. Kuçuradi’ye kulak verecek olursak: “Böyle bir plânın amaçlarının ve onları gerçekleştirmek için öngörülen yolların değerinin belirlenebilmesi, değer bilgisi gerektirdiği kadar, bunların doğru değerlendirmesinin nasıl yapılabileceğini bilmeyi de gerektiriyor; öyle ki kimilerinin şu ya da bu nedenden istemedikleri yapılmasın, istedikleri de yapılsın diye değil, bu plânın uygulanacağı “yerin” insanların temel hakları o koşullarda korunabilsin diye.”

Kuçuradi, Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi'nin, yayımlanmak üzere olan Bülten’inin sekizinci sayısındaki “İnsan Hakları Eylem Plânı Üzerine Notlar” başlıklı yazısında buna dikkat çekerken, İnsan Hakları Eylem Planı'nın ilk dört amacını, insan hakları bilgisi ışığında değerlendiriyor. Kuçuradi, Planın diğer amaç ve hedeflerinin de “insan haklarını getirme amacı bakımından” değerlendirilmesi gerektiğine dikkat çekiyor ve insan hakları eğitiminin gerekliliğine vurgu yapıyor.

İNSAN ONURUNU KORUMAK SADECE DEVLETİN GÖREVİ Mİ?

Planın hareket noktası, plan metninde şu şekilde belirtiliyor: “İnsan Hakları Eylem Planı’nın çıkış noktası insanın maddi ve manevi varlığı ile onur ve saygınlığını devletin bütün kurum ve kuruluşlarıyla [kamu görevlilerinin yaptıkları] tüm işlem ve eylemlerde koruma yükümlülüğüdür.” Kuçuradi, bu cümleler doğru anlaşıldığında, uygun görülebilecek bir hareket noktası olduğunu belirtiyor, ancak ortaya çıkan şu sorulara dikkat çekiyor: “Sözü edilen yükümlülük, neden yalnızca kamu görevlilerinin yükümlülüğü sayılıyor? Kamu görevi yapmayan insanlar, eylemde bulunurken, neden insan haklarını korumakla yükümlü sayılmıyor? İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 1. maddesi, bütün insanlara ‘birbirlerine kardeşlik anlayışı içinde davranma’ gerekliliğini getirmiyor mu?”

“İnsanın maddi ve manevi varlığı ile onur ve saygınlığını” korumak, elbette sadece devletin bütün kurum ve kuruluşlarının yükümlülüğü değil, tek tek her bir insanın yükümlülüğüdür. Peki, neden? Bunun nedenini anlayabilmek, insan haklarının ne olduğunu, neleri talep ettiğini ve insan onuru dediğimiz şeyin ne olduğunu bilmekle mümkün olabilir ancak.

ÖNCEKİKLE 'BİLMEK' GEREKİYOR

İkinci Dünya Savaşı’nın yüz milyonlarca insan üzerinde yarattığı yıkım ve kıyımın ardından, Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu tarafından hazırlanan ve 10 Aralık 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, insan hakları için adım atmanın, çaba harcamanın yolunu açmış bir bildiri olarak karşımızda duruyor. Ancak Evrensel Bildirge ve sonrasında çeşitli ülkelerin kabul ettiği pek çok bildirgeye rağmen bugün dünyanın hemen her yerinde insan hakları ihlalleri yaşanmaya devam ediyor. Çünkü insan haklarını koruyabilmenin ve ihlalleri görüp yenileri yaşanmadan bunların önüne geçebilmenin yolu, öncelikle insan hakları bilgisine sahip olmaktan, yani felsefi etik bilgiden geçiyor. Yani öncelikle “bilmek” gerekiyor, çünkü ne olduğu hakkında hiçbir fikrimiz olmayan bir şeyi korumak gibi bir çabamız olamaz. Kuçuradi’nin şu sözleri tam da buna vurgu yapar: “İnsanlar, insan haklarının ne olduğunu bilseler, çoğunun bunları korumak için elinden geleni yapmak isteyeceğini ve kendini gerekli bilgiyle donatmaya çalışacağını düşünüyorum” (Kuçuradi, 2011a, s. 55). Öyleyse tekrar altını çizecek olursam, öncelikle insan haklarının ne olduğunu bilmek, öğrenmek gerekir ki “insan” olan herkesi ilgilendiren bu hakları koruyabilelim.

'İNSAN HAKLARI' DENEN BU HAKLAR NELERDİR? 

Peki, nedir “insan hakları” denen bu haklar? İnsana ilişkin kimi gereklilikleri dile getiren insan hakları, insan onurunu (değerini) korumayı, yani insanların sırf insan olmalarından ötürü korunması talebini dile getiren etik ilkelerdir. İnsanlığın tanıklık ettiği pek çok acımazsız savaşla birlikte insanların uğradığı onca zulmün, acının ve ölümün ardından “düşünce tarihinde adım adım bilincine varılan ve tökezleye tökezleye ortaya konan” bu haklar, “kim olduğuna bakmaksızın her bir kişinin sahip olduğu haklardır” (Kuçuradi, 2011a, s. 2). Kişinin ten rengi, etnik kökeni, konuştuğu dil, inandığı din, yurttaşı olduğu ülke hiç fark etmeksizin, sadece ve sadece insan olması, insan haklarının o kişi için de korunmasını zorunlu kılar.

Etik ilkeler olan insan hakları, “insanların görmesi ve başka insanlara göstermesi gereken muameleyi dile getirirler” (Kuçuradi, 2011a, s. 72). “Aynı zamanda toplumsal düzenlemeye, hukuka ve siyasete etik talepler getirme girişimi” olan bu haklar ya da etik ilkeler, “insanın belirli olanaklarının gerçekleşebilirliğinin genel koşulları sayılan bazı koşulların sürekli gerçekleştirilmesi”ni (Kuçuradi, 2011a, s. 72) talep ederler. Örneğin bir kişinin, her bir insan tekine açık olan edebiyat, müzik, resim, felsefe yapma vs. gibi insansal olanakları gerçekleştirip geliştirebilmesi, en başta yaşama hakkının ihlal edilmemesini/korunmasını gerektirir. Bir hakkı insan hakkı yapan şey, yani söz konusu hakkın tek tek her bir insan için sağlanması ya da hiçbir kimsede çiğnenmemesi gerekliliği, insanın olanaklarının bilgisinde temelini bulur. İnsan haklarına bu antropolojik yaklaşım −Kuçuradi’nin yaklaşımı− belirli bir değer görüşüne dayanır ve bu değer görüşü tür olarak insanın diğer canlılar arasındaki özel yerine ya da onlardan farkına işaret eder. Yani insan hakları, insanın değeriyle, bir başka ifadeyle tür olarak insanın bazı yapısal olanaklarının bilgisiyle, varlıktaki özel yeriyle ilgilidir. Dolayısıyla insan hakları “insan onurunun pratikteki gerektirdikleridir; bütün kişilerden insanın değerini −evrendeki yerini− koruyan bir muameleyi diğer bütün kişilere göstermelerini talep ederler” (Kuçuradi, 2011a, s. 73).

Devredilemez, vazgeçilemez ve evrensel normlar olan insan hakları, her şeyden önce tıpkı adalet fikri, özgürlük fikri, barış fikri vs. gibi bir fikir, insan aklının ürettiği bir düşüncedir. Bu düşünceye göre de insanlar, sırf insan oldukları için –tavuk, keçi ya da inek vb. olmadıkları için– “yediğimiz ekmeği yapmış, her an kullandığımız elektriği bulmuş, bazılarımızın okuduğu Küçük Prens’i yazmış, hakkaniyet düşüncesini geliştirip ombudsman kurumunu kurmuş bir türün üyeleri oldukları için” (Kuçuradi, 2011a, s. 70) insanca muamele görmelidirler. Bir başka ifadeyle, insanlar insansal olanaklarını gerçekleştirip geliştirebilecek şekilde muamele görmeli ve diğer insanlara da aynı şekilde muamele etmelidirler. İşte İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin birinci maddesi de buna işaret eder ve şöyle der: “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vicdanla donatılmışlardır ve birbirlerine kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.” Dolayısıyla insan hakları, insanı keçiden ya da tavuktan ayıran bazı yapısal olanaklarının, yani değerinin bilgisiyle ilgili etik ilkelerdir ve bütün insanlara “birbirlerine kardeşlik anlayışı içinde davranma” gerekliliğini getirir.

'İNSAN ONURU' VE 'HAKLARIN HERKES İÇİN KORUNMASI'

Fyodor Mihayloviç Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar isimli romanındaki şu satırlar da insanın değerine işaret eder ve insan haklarının ne olduğunu, niçin korunması gerektiğini, neyi talep ettiğini açıklar adeta: “Kim olursa olsun, ne kadar aşağı mevkide bulunursa bulunsun, her insan içgüdüsel olarak, hatta bilinçsizce, bir onuru olduğunun unutulmamasını ister. Mahpusa gelince, mahpus toplum dışı olduğunu, amirlerine karşı mevki ve durumunu bilir. Ama ne vurulan damgalar, ne takılan prangalar ona bir insan olduğunu unutturamaz. Yani sırf bir insan olduğu için, ona da insanca davranılması gerekir” (Dostoyevski, 2016, s. 137). Dostoyevski’nin de apaçık gösterdiği üzere, o insan hapisteki suçlu bile olsa, haklarının çiğnenmemesi gerekir. Çünkü insan, bir olanaklar varlığıdır ve “Bir hakkı insan hakkı yapan, yani onun hiçbir insanda çiğnenmemesi ya da herkes için sağlanması gerekliliği, insanın olanaklarının bilgisinde temelini” bulur (Kuçuradi, 2011a, s. 2). Kimin hangi olanağı ne zaman gerçekleştireceğini, hangi başarıları/değerleri ortaya koyacağını ve böylece tarihsel varlık alanına katkıda bulunabileceğini önceden kestirmek mümkün değildir. Örneğin Dostoyevski, sürgüne gönderildiği Sibirya’da idamın eşiğinden dönmeseydi, insanlığa miras kalan o büyük edebiyat eserlerini yaratmak gibi bir şansı hiç olmayacaktı. Gerçi yaşama hakkı ihlal edilmiş olmasa da Dostoyevski, Omsk Cezaevi’nde zincirlerini şakırdatarak geçirdiği dört yıllık mahkûmiyet döneminde (1850-1854), herhalde insanca bir muamele de görmemiştir. Ancak en yakın dostu olarak gördüğü ağabeyi Mihail Mihayloviç’e yazdığı mektuplardan birinde, “Bu dört yılı bir tabuta kapatılıp diri diri gömüldüğüm bir süre olarak değerlendiriyorum” (Atayman, 18.02.2014) dese de mahpusluğun getirdiği bütün sıkıntı ve imkânsızlıklarına rağmen Dostoyevski birtakım olanakları/başarıları gerçekleştirebilmiştir. Ortaya koyduğu eserlerle, insanlara “insanı” göstermeyi ustalıkla başaran Dostoyevski, Ölüler Evinden Anılar başlıklı kitabının temellerini, adeta tabutta geçen ve bütün hayatına damgasını vuran o dört yıllık zaman diliminde atmıştır. Dostoyevski örneğinin de göze görünür kıldığı üzere, −Doç. Dr. Muttalip Özcan’ın sözleriyle dile getirecek olursam− “bir toplumda bu tür olanaklara kimlerin sahip olduğunu önceden bilmek mümkün olmadığına göre, ileride kimlerin etik kişilik özelliklerine sahip olacağını ya da felsefe veya müzik alanında büyük bir başarıya imza atacağını bilemediğimiz için her insan tekine sanki ileride özgür-yaratıcı bir kişi olacakmış gibi muamele etmeliyiz” (Özcan, 2012, s. 210). İşte tam da bu nedenle insan hakları denen temel kişi haklarının “herkes için korunması” zorunlu bir ödev olarak insanlığın önünde durmaktadır.

Dostoyevski örneği, bize tür olarak insanın varlıktaki özel yerini (değerini) gösterirken, insan haklarının her insan teki için, niçin korunması gerektiğini de göze görünür kılar. İşte insanı insan yapan, onu diğer varlıklardan farklı kılan şey bilim, teknik, sanat, felsefe, hukuk ve siyaset yapma vb. Gibi, her bir kişiye açık olan olanaklara sahip olmasıdır. Bu olanaklar, bazı kişilerce ancak ve ancak “amaçlarının bilincinde ve işlevleri yerine gelecek şekilde” gerçekleştirildiğinde ise, birer insansal etkinliğe ve değere dönüşmektedir. İşte bilim, sanat, felsefe, hukuk, siyaset gibi insan başarılarını ya da değerleri üreten bazı yaratıcı kişiler, tarihsel varlık alanına kattıkları her yeni eserle, yeryüzünü daha anlamlı ve yaşanılır kılar, insanlara örnek oluşturur, rehber olurlar. Açıkça görülüyor ki insan hakları, insanın değerinin (onuru) bilgisiyle yakından ilgilidir. Kuçuradi’ye göre “insan onuru” (human dignity) dediğimiz de “insanın bu değerinin farkındalığına işaret etmektedir” ve “her insanı, insanın bu yapısal olanaklarını gerçekleştirebilecek şekilde muamele görmeye lâyık kılan da bu değerdir” (Kuçuradi, 2011a, s. 72). Kuçuradi, insan onurunun, tür olarak insanın değerinin felsefî/antropolojik bilgisinden, yani insan türünün belirli yapısal özellikleri ile olanaklarının ve bunlardan kaynaklanan ve ona evrendeki yerini sağlayan tarihteki başarılarının bilgisinden oluştuğunu söyler: “Bu bilgi, ona sahip olanlar için, doğal ve rastlantısal özellikleri ne olursa olsun başka insanlara, hatta bu değerin farkında olmayanlara da, bu değere uygun muamele etmeyi gerekli kılıyor. Bir kişinin her şeyden önce bir insan olduğunun bilincine varmasını sağlayan da bu bilgidir” (Kuçuradi, 2011a, s. 72-73).

İNSAN HAKLARINI KORUMAK İÇİN NE GEREKİR?

İnsan haklarını korumak için elbette mucizevi şeyler gerekmez. Ancak insan haklarını korumayı “gerçekten istemek” de belki de bir mucize sayılabilir. Çünkü en başta insan haklarını korumayı “içtenlikle istemek” gerekir. Bu elbette yalnızca kişinin kendisinin bileceği bir şeydir, dışarıdan bir dayatmayla, zorla olmaz. İkinci olarak, insan haklarıyla ilgili kavramsal bilgiye sahip olmak şarttır: yani “her bir hakkın neyi talep ettiğinin (kavramının) açık bilgisine sahip olmak” (Kuçuradi, 2011a, s. 67). Üçüncü olarak da kişilerin “belirli bir durumda bir insan hakkının nelerin yapılmasını gerektirdiğini bulabilme yeteneklerini −bu bilgisel yeteneği− geliştirmeleri” (Kuçuradi, 2011a, s. 67) şart gibi gözükmektedir. Bu gereklilikler de ancak felsefî-eğitimle mümkün olabilir. Yani bir diğer önemli gereklilik de böyle bir eğitimdir. 

“Kişi hakları” olan insan haklarına saygı, “etik” bir sorun olarak karşımızda durmaktadır ve bu etik sorunun çözümünde devlete önemli bir rol, büyük bir sorumluluk düşmektedir. Çünkü devlet, bu hakların çiğnenmelerini önlemek, çiğnendiği zaman dengeyi yeniden kurmak, gerekli yaptırımları uygulamakla yükümlüdür ya da hiç değilse devletten beklenen budur. Unutmamak gerekir ki “İnsan hakları, çeşitli toplumsal-tarihsel düzenlerde, insanın olanaklarının gerçekleşebilirliğinin koşullarıdır; ya da: tarihsel gerçeklik içinde insanın değerini birey olarak kişilerde koruma istemleridir” (Kuçuradi, 2011b, s. 179). Bu koşulların ya da istemlerin gerçekleşmesinde, devletin rolü yadsınamaz.

BÜTÜN YAPIP ETMELERİNİZ İNSAN HAKLARIYLA İLGİLİ 

İnsan haklarını korumak tek tek her birimizin başat sorumluluklarından biridir ve bu konuyu ana gündemimiz yapmamız gerekir. Çünkü Prof. Dr. Betül Çotuksöken’in dile getirdiği gibi “İnsan hakları konusuna gündemimizde birinci sırayı vermek, kendimizi merkez konumda tutmaktan kaçınmak, bireysel eksenimizden –‘aklın kamusal kullanımı’ yoluyla, gerçekten bilgiye dayalı ‘özgür’ bireyler, özneler olarak− çıkmak, toplumsal/kamusal yaşamın özneleri olarak hakları tanımak-korumak-geliştirmek insanlığımızı geliştirmenin öteki adı olsa gerek” (Çotuksöken, 2012, s. 69). Ayrıca insan hakları konusunda edinilecek bilinç, henüz ihlaller olmadan insan onurunun nerde tehlikeye düşeceğini görmemizi sağlayan bir göz kazandırır ve en az değer harcamanın yolarını gösterir. Bir başka ifadeyle böyle bir bilinç “sorunlu durumların keşfedilmesinde ve bulgulanmasında/teşhis edilmesinde (adının sağlıklı bir biçimde konulmasında) bir anahtar gibi iş görecektir” (Çotuksöken, 2012, s. 76).

Bütün yapıp etmelerimizin insan haklarıyla çok yakından ilgili olduğu açıktır ve bu hakların, kim olduğuna bakmaksızın her bir insan için korunması gerektiğini dile getirmek hepimizin görevidir. Kuçuradi’nin dediği gibi “Kendimizi −yani insan türünü− yeryüzünden silip süpürmeyi düşünmediğimiz sürece, hiçbir eylemin insan haklarıyla ilgisiz olmadığı bilinciyle, bu haklarımızı kişilerde korumaktan ve bunu yapan kişiler olarak kazandığımız hakla, bu hakların herkes için korunmasını yüksek sesle istemekten −devletlerden ve insanlardan istemekten− başka çaremiz yoktur” (Kuçuradi, 2011a, s. 2-3).  Öte yandan Şevket Müftügil’in de çok güzel ifade ettiği üzere “İnsan haklarını koruma sorunu bir insan sevgisi sorunudur. Ancak bu sevginin gönüllerde yer etmesi, kök salması halinde, insan haklarının da tüm dünyada değer kazanması olanak içine girebilir. Bunun için sabırlı olmak zorunludur” (Müftügil, 2009, s. 127).

KAYNAKLAR

Atayman, Veysel (18.02.2014). Ölüler Evinden Anılar ve Dostoyevski Üzerine Önsöz. 12.09.2016.  http://www.cafrande.org/evinden-dostoyevski-atayman/ 

Çotuksöken, Betül, (2012). İnsan Hakları ve Felsefe. İstanbul: Papatya Yayıncılık. İkinci Baskı. 

Dostoyevski, Fyodor Mihayloviç (2016). Ölüler Evinden Anılar. Çeviren: Nihal Yalaza Taluy. İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. İkinci Baskı.

Kuçuradi, İoanna (2011a). İnsan Hakları: Kavramları ve Sorunları. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. İkinci Baskı.

Kuçuradi, İoanna (2011b). Etik. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. Beşinci Baskı.

Müftügil, Şevket (2009). “İnsan Haklarını Koruma Ne Demektir?”. İnsan Haklarının Felsefi Temelleri. Yayına Hazırlayan: İoanna Kuçuradi. Ankara: Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları. Üçüncü Baskı.

Özcan, Muttalip (2012). “Kuçuradi Felsefesi”. Journal of Turkish Studies//Türklük Bilgisi Araştırmaları. Sayı 37. S. 187-213.