İnsan hiç Çaykovski’den nefret eder mi?
Belçika'nın başkenti Brüksel'de faaliyet gösteren Çaykovski Müzik Okulu'nun Ukrayna kökenli kurucusu Natalia Çepurenko, okulun adını değiştireceğini ve gerek festival gerekse uluslararası projeler gibi okul-dışı etkinliklerde ve derslerde artık Rus müziğine yer vermeyeceklerini duyurdu. İnsan hiç Çaykovski’den sırf Rus olduğu için nefret eder mi?
1840 yılında ılık bir ilkbahar günü o zamanlar Rusya İmparatorluğu sınırları içerisindeki Vyatka eyaletindeki küçük bir maden şehri olan Votkinsk’te doğdu.
Ukrayna vatandaşı olan babası, Rusya’nın birçok şehrinde yöneticilik yapmış bir maden mühendisiydi. Beş yaşında piyano dersi almaya başlayan Pyotr İlyiç birkaç yıl içerisinde piyanoda oldukça yetkin bir düzeye ulaştı. Gece yumuşacık yastığına başını koyduğunda rüyalarını notalar, piyano tuşları, varyasyonlar, melodiler süslüyordu.
Öyle kırılgan, öyle duygusaldı ki, dadısı ona “porselen bebek” derdi.
Ancak, on yaşına geldiğinde ailesi onu ülkenin soylu kesiminin çocuklarıyla birlikte okuması için St. Petersburg’daki İmparatorluk Hukuk Okulu’na göndermeye karar verdi. Çünkü o dönemde müziği meslek olarak edinmesi, ailesinin toplumdaki saygın ve elit statüsüne uygun görülmüyordu.
Okulda iki yıl hazırlık sınıfında okudu, ardından da ileride devlet memuru olmasını sağlayacak nitelikte yedi yıllık hukuk eğitimine başladı. Bu sırada bir koroya katıldı, piyano derslerine devam etti, doğaçlama besteler yaptı.
Ama o sırada annesini kaybedince, ruhundan bir parça bir daha geri dönmemecesine kopuverdi ve bu parça daha sonra eserlerindeki o matem havasının temelini oluşturdu. On dokuz yaşında devlet memuru olan, üç yıl boyunca Adalet Bakanlığı’nda çalışıp terfi alan Pyotr İlyiç, ailesinin kendisinden istediği hukuk tahsilini gerçekleştirmenin verdiği gönül rahatlığıyla asıl tutkusuna geri döndü.
21 yaşındayken St. Petersburg’daki yeni bir müzik okuluna kaydolup kendisindeki özel yeteneği fark eden ve müzik yolculuğunda onun ilk “ustası” olan Anton Rubinstein’dan kompozisyon, armoni, kontrpuan, enstrümantasyon, şeflik gibi önemli dersler aldı, okuldan ikincilikle mezun olduktan sonra Moskova Konservatuvarı’nda 11 yıl sürecek olan müzik öğretmenliğine başladı.
Kendi eşcinsel kimliğinin de etkisiyle sadece dokuz hafta süren başarısız bir evliliğin ardından, Nadejda von Meck isimli 11 çocuklu müziksever bir zengin dulla yolları kesişti. 13 yıl süren ve birbirleriyle doğrudan hiç tanışmadıkları ilişkileri 1000’i aşkın mektuplaşma düzeyinde kalsa da, bu kadının uzun süre verdiği maddi destek Çaykovski’nin besteciliğinin önünü açtı; onun bir nevi sponsoru oldu.
Avrupa-Rusya arasında mekik dokudu, sosyal fobilerine rağmen --şeflik yaparken başının bedeninden ayrılıp düşeceğine inanırdı, hatta orkestra önündeyken bir eliyle başını hep havaya kaldırırdı-- birçok ülkede orkestralar yönetti, hatta ABD’ye kadar gidip kendi eserlerini müzikseverlerle paylaştı. Yolu Trabzon’la bir, İstanbul’la iki kez kesişti.
Sonraki yıllarda, Çaykovski, müzik dünyasına üç piyano konçertosu, ardından Kuğu Gölü, Fındıkkıran ve Uyuyan Güzel gibi 3 bale eseri, Yevgeni Onegin ve Maça Kızı operaları, Romeo ve Juliet uvertürü, bir keman konçertosu, yedi senfoni, Andante Cantabile isimli oda müziği gibi müthiş eserler kazandırdı.
Çar III. Alexander tarafından kendisine 1884 yılında soyluluk ünvanı verildi ve ömür boyu maaşa bağlandı.
Müziğine, Batılı müzik konseptleriyle harmanladığı milli öğeler, Rusya’ya dair halk şarkıları ve anne özlemi yansıdı. Orkestra eserlerinde zalim ve baskıcı Çarlık Rejimi’ni eleştiren öğeler, eğitimli kulakların derhal fark ettiği bir özellik olarak öne çıktı. Müziğinde güçlü bir lirizm vardı.
“İlham, tembelleri isteyerek ziyaret etmeyen bir misafirdir” diyen çalışkan Rus bestecinin sekseni aşkın eseri üretme süreci ise, -resmi anlatıya göre- St Petersburg’da, kolera salgınında içtiği sudan dolayı henüz 53 yaşındayken dünyaya ve notalara gözlerini yumana dek devam etti.
Ölümü, dört bölümden oluşan Patetik Senfoni’yi bestelemesinden dokuz gün sonrasına rastladı. Ne ilginçti ki bir matem ve belki de bir “yardım çığlığı” temasında solo fagotla başlayan eser, adeta bir inilti, yalnızlık ve ölüme duyulan özlemi ifade eden “geniş bir Adagio” ile son buluyordu.
Porselen bebek gibi kırılıvermişti hemen ardından…
Çaykovski ismi, tıpkı edebiyatta Dostoyevski, Puşkin ve Tolstoy gibi Rusya’nın müzik literatürüne yaptığı katkılar arasında bir “imza” halini aldı. Prens Siegfried ile Prenses Odette’in büyük aşkını konu alan Kuğu Gölü Balesi, Rus tarihinin önemli dönemeçlerinde hep arka fondaydı: Ekim Devrimi’nden İkinci Dünya Savaşı’na, Gorbaçov’un devrilmesine, Brejnev’in cenazesine ve daha nicelerine dek…
Rusya’nın başkenti Moskova’daki konservatuvara, Çaykovski’nin doğumunun yüzüncü yıldönümü anısına kendisinin ismi verildi. Çaykovski Konservatuvarı’na kabul edilmek ve buradan mezun olmak, dünyanın dört bir yanından müzisyenlerin hayalini süslemeye devam ediyor. Son olarak Çaykovski Devlet Konservatuvarı'nın 4-25 Ağustos arasında düzenlenen 16. Uluslararası Müzik Festivali'nde, kemancı Çetin Ceviz ve piyanist Ecem Alnıaçık Artunç ile çelloda Seren Karabey'in oluşturduğu Nova Trio üçlüsü sahne almıştı.
1958 yılından beri düzenlenen Çaykovski Yarışması da, uluslararası düzlemde binlerce öğrencinin müzikal rüştünü ispat etmeye çabaladığı en üst düzey yarışmalardan biri halini aldı.
Müthiş mimarisiyle Çaykovski Konservatuvarı’nın koridorlarında halen buranın mezunlarından olan Rachmaninof, Khachaturian, Scriabin, Rostropoviç ve Richter gibi birçok seçkin sanatçının ruhu adeta dolaşır, yeni nesil sanatçıları övünçle, sevgiyle, gururla izlerler.
Peki tüm bunları ben niçin anlattım?
Çünkü ünlü besteci, şubat ayından beri devam eden Rusya’nın Ukrayna’yı haksız ve hukuksuz işgali sonucunda süregiden iptal kültürünün, yaptırım adı altında kültür-sanata verilen darbelerin bir nesnesi oldu.
Son olarak Belçika'nın başkenti Brüksel'de faaliyet gösteren Çaykovski Müzik Okulu'nun Ukrayna kökenli kurucusu Natalia Çepurenko, okulun adını değiştireceğini ve gerek festival gerekse uluslararası projeler gibi okul-dışı etkinliklerde ve derslerde artık Rus müziğine yer vermeyeceklerini duyurdu.
Çaykovski’nin “hayatta gerçek anlamda sevdiğim tek kadın” olarak nitelendirdiği ve 1868 yılında nişanlanıp kısa süre sonra ayrıldıkları Belçikalı soprano Desiree Artot uzaklardan hissediyordur belki de bu olanları… Hem de kendi anavatanında…
Yaklaşık beş yüz öğrenci ve otuz beş öğretmenin yer aldığı okulun ismi artık Brüksel Uluslararası Müzik Akademisi. İsim değişikliği, Ukrayna’nın ulusal günü 22 Ağustos’tan itibaren geçerli oldu.
Çepurenko, "2014'te Rus askerleri, Ukrayna'nın bir kısmını işgal etti. Sonraki 8 yılda kültür, eğitim ve siyasetin birbirinden bağımsız olduğunu düşündüm. Bu nedenle okulum Rus bir bestecinin adını taşımaya devam etti. Müsabakalara ve derslerimize Rus müzisyenler katıldı. Okulda Rus müziği yankılandı. Şimdi ne kadar yanlış yaptığımı görüyorum" dedi.
Bir değerler bütünü olan Avrupa Birliği’nin başkenti Brüksel’de, klasik müzik kültürünün popüler ve “tık avcısı” bir iptal kültürüne maruz kaldığı bu örnek birçok müziksever gibi beni de derinden yaraladı. Özellikle de Romantik Dönem Rus klasik müzik bestecisi Çaykovski’nin zorluklarla dolu, mücadeleci, hümanist ve üretken geçmişini ve eserlerini dinledikçe bu yara giderek daha da derinleşiyor.
Rus klasiklerinin yasaklandığı, Rus dili ve edebiyatı bölümlerinin kapatılmasının tartışma konusu yapıldığı, Galler’deki Cardiff Filarmoni Orkestrası’nın programından Çaykovski’nin bir eserini çıkarma kararı aldığı, Ukrayna hükümetinin 1991 yılından sonra üretilen Rusça müzik ve kitapları yasaklayan bir yasa kabul ettiği, meydanlarda toplanıp Dostoyevski, Tolstoy kitaplarını yakmakla neredeyse eşdeğer olan bu tavır alışlar, en hafif tabiriyle “ergen” bir tablo sergiliyor. Zira benzeri İkinci Dünya Savaşı sırasında Britanya’da Almanya’nın sanatsal üretimleri için de yapılmıştı.
Kimilerine göre Rus kültürünün yaptırıma uğraması ve Avrupa’da Ruslara yönelik bir cadı avının devam etmesi, Ukrayna ile dayanışma mesajı göndermek anlamına geliyor. Ama burada da “para konuşuyor”; zira Kırım’ın ilhakından birkaç ay sonra Rusya’nın 2014 Kış Olimpiyatları’na ev sahipliği yapmasına izin verilmişti.
Veya Almanya ve Fransa, Rusya’nın 2014 yılındaki Kırım işgalinin ardından Rusya’ya AB’nin uyguladığı silah sevkiyatı ambargosuna rağmen Moskova’ya 273 milyon Euro değerinde bomba, roket, füze gibi silahlar satmıştı.
Oysa savaşa karşı samimi duruş, işgalci güçle savaş ekonomisi adı altındaki tüm ilişkilerin kesilmesini, yaptırım uygulanacaksa bu alanda uygulanmasını gerektirirken, işgalci gücün vatandaşı olan “ikonik” isimlerin kültür-sanat dünyasına kazandırdığı baş yapıtların hedefe konması gülünç bir tepki halini alıyor ve insanlık tarihinin kültürel birikimine bariz bir ihanet anlamına geliyor. İnsanın bir saniyeliğine durup, “Bunca kötülüğün, yıkımın, kanın, gözyaşının arasında bunun kime ne yararı var?” diye sorması gerekiyor.
Öte yandan neyin Rus neyin Ukrayna kültürü olduğunu ayırt etmek, ortak bir kültür mirası içerisinde neyin Rus neyin Avrupa mirası olduğu konusunda sert ve kalın ayrım çizgileri koymak zor. Örneğin Amsterdam’daki Hermitage Müzesi’nde Mart ayındaki sergisi iptal edilen sanatçı Maleviç aslen Polonya-Ukrayna kökenli bir Rus vatandaşı idi.
Savaşın ötesine bakan bir anlayış, karşılıklı saygı ve kültürlerarası diyalogu gerektirir. Rusya’da yöneticilerin şu an neden şöyle veya böyle davrandığını anlamak için Rus klasiklerini okumak, Rus müzisyenlerinin yaşamlarını incelemek elzemdir. Ve bunu sağlamada sanat ve edebiyat büyük bir araçsallığa sahiptir.
Savaşa karşı durmak, bunu da “ama”sız, “fakat”sız yapmak, ancak kötülüğe de kötülük demek, erdemli olmanın gereğidir. İyilikle kötülük arasında çok bariz, kalın bir ayrım varken, bir yandan Rusya’ya zamanında silah sevkiyatı yapıp, bir yandan da yüz yıllar önce yaşamış Rus sanatçılara ambargo koymak veya Rusya’da okuyan yabancı öğrencilerin Avrupa yolculuklarında “görünmez” vize duvarları örmek ise açık ve net bir kötülüktür.
İnsani değerleri her daim teşvik eden binlerce yıllık Rus kültürünün ötekileştirilmesi, insanlar arası temasın bir enstrümanı olan sanatın yadsınması, Kafkaesk bir tiksinti şemasının merkezine Ruslara ait tüm sanatsal öğelerin yerleştirilmesi ise, özünde Putin’in kendini kurbanlaştıran anlatısına hizmet eder; Ruslar arasında Batı-karşıtı duyguların tetiklenmesini sağlar ve kendisine yönelik halk desteğini konsolide etmede bulunmaz bir nimettir.
Bir müzik okulunun ismini sırf Çaykovski Rus besteci olduğu için değiştirmek veya Münih Filarmoni Orkestrası’nın Rus şefi Valery Gergiev’i görevden almak Putin’i ne zayıflatır, ne de üzer. Tek sonucu, bilginin lineer akışının önlendiği, kamuoyunun kültür-sanat yasaklarıyla manipüle edildiği bir ortamda, Putin’in güçlendirilmesi ve yürüttüğü kanlı ve acımasız savaşın perdelenmesi olur.
Çağdaş Rus müzisyenlerine ambargo uygulamak, aslında ülkesinde devleti eleştiren herkesi hapse atmak, susturmak ve hatta öldürmekle tehdit eden Rus yönetici kadrosuyla aynı davranış kalıbını benimsemektir.
Bunun, Stalin döneminde Şostakoviç’in bestelediği 4 perdelik Lady Machbeth operasını pornografik bulduğu için otuz sene yasaklayan, Şostakoviç’i ise uzun yıllar kara listeye alan zihniyetten ne farkı var?
İşte kaçınmamız gereken de tam olarak bu...
Cardiff Filarmoni, Çaykovski’nin 1812 Uvertür’ünü militarist öğeler içerdiği için çalmayı reddettiğinde, Putin, Ukrayna’dan askerlerini çekmiş ve yerinden yurdundan edilmiş yüz binlerce kişi evine huzur içinde dönmüş olmuyor.
Bu tür bir yasaktan hoşlananlar o an için seviniyorlar, çevrelerinde “kahraman” muamelesi görüyorlar, birkaç gazetenin manşetini süslüyorlar; ancak Batı’nın Rusya’yı her alanda izole edip onu daha aşırıcı bir noktaya itmesine de aracı olmuş oluyorlar.
Sanat özgürlüğün, insanlar arası temasın, karşılıklı anlayışın ve hümanizmanın alanıdır. Sanat, bireylerin kolektif bilinç oluşturmasında çok kritik bir bağlayıcı oluyor. Onları ortak kaygılarda, ortak hüzünlerde ve ortak neşelerde birleştiriyor. Ne güzel demiş Aristoteles: “Ruhun evet ya da hayır derken onlarla doğruya ulaştığı şeylerin sayısı beş: Bunlar sanat, bilgi, aklı başındalık, bilgelik ve us. Kabul ve sanı ile ise yanlışa düşülebilir.” (Nikomakhos'a Etik, çev. Saffet Babür)
Dünyada her şey ışık hızıyla kirlenirken belki de korumamız gereken tek şey, akıl ve ruh sağlığımızın yanı sıra sanatın bu biricikliğidir.
Sahi, insan hiç Çaykovski’den sırf Rus olduğu için nefret eder mi?