İnsan merkezlilik ve Hayvan Çiftliği
İnsanın oluşturduğu ve belirlediği kapitalizm başta olmak düzenlerde canlıların sömürüldüğü reddedilemez bir gerçektir. Bu düzenin 'Hayvan Çiftliği' örneğinde olduğu gibi uygarlık içinde hallinin pek mümkün olmayacağı da sanırız artık iyice belli olmuştur.
Musa Yazıcı
Giorgio Agamben, bir yerde dilin insanla canlılar arasındaki belki de aşılması hiçbir zaman mümkün olmayacak en önemli sorun olduğunu belirtir. Ne var ki dil, aynı zamanda insanın yine insanlar arasında bunun tartışma ve halli yoluna gitme imkanı olma gibi bir özelliğe de sahiptir.
Önce sözün sonra yazının insan merkezliliği ve bu temeldeki türcülüğü, düşünce ve felsefede açık ara önde ve belirleyici olmasına rağmen bu konuda bir tartışma çıkarma, düşünce üretme ve karşılaştırma yolu olduğu ve yetersiz de olsa bir birikimin oluştuğu ve bu oluşmanın sürdüğü de iddia edilebilir. Bu dediğimizin düşüncenin kendisi kadar edebiyatta da tarih boyunca karşılık bulduğunu söylememiz mümkündür. George Orwell gibi yazarları da bu çerçevede değerlendirmek ve ele almak gerekir.
Dilin insanla ilgili oluşu ve canlılarla ilgili tartışmaların insanın belirlediği ya da ürettiği düzlemde ve yine insanlar arasında geçiyor olması kesinlikle ihtiyatla yaklaşılması gereken bir durumdur. Ne var ki canlılarla ilgili bulup çıkarılan ve yine insan merkezli düşünce haline gelen her bir şey de ne yazık ki tartışmalıdır.
Bundan dolayı insan merkezliliğin reddinin tamamıyla mümkün olduğu bir dünya en azından uygarlığa bakarak pek mümkün olmadığı gibi fazlasıyla ütopik kalabilir. Bu durum bütün tartışmaların muhatap olarak insanı karşısına aldığı ve insanın canlılara dönük düşünce öne sürdüğü, tartışma çıkardığı düşünülürse zayıflatılmış insan merkezli, başka bir deyişle daha az insan merkezli bir dünya bir öneri ve neredeyse tek bir seçenek ve başlangıç olarak ihtiyatla kendini dayatabilir.
Baştan beri uygarlık ve onun teknolojisi eksenli ikisinin ürünü bir gelecek tartışması ve önerisi olarak en azından George Orwell, Ursula Le Guin, Ballard gibi önemli örneklere bakarak bilim kurgu edebiyatının bu tartışmanın ve önerinin biçimi ve yöntemi haline geldiğini yazabiliriz. Hatta burada tartışmanın büyük ölçüde uygarlığın, onun bilim ve teknolojisinin, ikisinin araçlarından olan devlet kadar ve onunla birlikte insan tekinin otorite tartışmasını yapmanın (teknolojik olanın ürettiği otoriteyi de unutmadan) alanlarından biri olarak bilim kurgu edebiyatını önde tutabilir ve ondan bugüne ve geleceğe dönük fazlasıyla düşünce çıkarabiliriz.
George Orwell özelinde düşünürsek, onun baştan beri bir otorite tartışması yürüttüğünü ve bunu yaparken onun en çok insanın kendini merkez alan, yücelten, canlılardan üstün kabul eden insan ve düşüncesini bunun araçlarını başta devlet olmak üzere görmemizi istediği söylenebilir. Bunun dünya, uygarlık ve onun araçları üstünden kendini gerçekleştiren ve egemenliğini ilan eden insan tahakkümünü tartışmasına dönmesi de kaçınılmazdır.
Bu yüzden George Orwell’in insan ve araçlarına yönelik ve insan merkezliliği reddeden az çok ya da böyle bir düşünceyi ve birlikte yaşamayı baştan öngören ve benimseyen bir anti-otoriterlik (ama otorite de üreten) tartışması yürüttüğü ve bunun düşüncede de karşılık bulan zayıflatılmış ya da daha az insan merkezli bir dünya önerisi anlamına da geldiği iddia edilebilir. Üstelik bunun günümüzde ekoeleştiri diye tanımlanan bir eleştirinin ortaya çıkmasına da neden olduğu da bilinmiyor değildir.
George Orwell’in 'Hayvan Çiftliği' (Çeviri: Celal Üster, Can, 64. Baskı, Nisan 2020) yukarıda belirtilenlere karşılık gelen romanların başında gelir. Bir çiftlikte yaşayan hayvanların sahiplerine karşı çıkardıkları isyan sonucunda ele geçirdikleri çiftlik ve orada oluşturmaya çalıştıkları düzeni anlatan roman insan merkezlilik tartışması açısından önemli bir örnektir.
Ne var ki romanda insan zihninin oluşturduğu ve hayvanların sürdürdüğü düzen dediğimiz şeyin ne olduğu tartışmaya açıktır. Buradaki çiftlik hayvanlarını kapitalizm karşısında ezilen ve sömürülen işçi sınıfı, başka sınıflar, kadınlar, çocuklar ya da belli bir azınlık grup olarak ele almak mümkündür. Ama söz konusu çiftlik hayvanlarının insan gibi düşündüğü ve konuştuğu yani insan diline sahip olduğu düşünülürse bir ihtiyat kesinlikle gerekebilir.
Edebiyatın baştan beri dünya ve insan sorunlarını anlama ve tartışma noktasında hayvanları nesne ve özne olarak ele aldığı hem insanlaştırdığı hem de araçsallaştırdığı biliniyor. 'Hayvan Çiftliği' tam da buna örnek bir roman özelliğindedir.
Çitler, binalar, tarım aletleri ve daha başka alet edevatların olduğu çiftlik tamamen uygarlık ve insan ürünüdür. Hayvanların insan sömürüsünü ortadan kaldırmak ve kendi aralarında (sonradan insanın da dahil edildiği) bir eşitlik oluşturma arzusuyla geliştirilmeye çalıştıkları çiftlik düzeninin söz konusu romanda her bir şeyi başa döndürdüğü ve hiçbir şeyi değiştiremediği görülebiliyor.
Bu dediğimiz yine bugünde hayvanların tarafında olanların yüksek sesle ifade ettiği onların da insan gibi çalışarak bir zaman sonra emekli edilmesi isteği ve talebinin de nedenidir. Bugün şehirlerde, periferide, dağ başlarında başta köpekler, kediler, atlar, eşekler ve katırlar olmak üzere hayvanların (Teknoloji ve onun düzeni karşısında hayvan gücüne ve emeğine eskisi kadar ihtiyaç yoktur.) hayatta kalmaya çalıştıkları (az bir kısmını hayvanların tarafında olanların türcülük biçimi olarak kısırlaştırmayı sürece dâhil ederek hayatta tutmaya çalıştıkları) bir gerçeklik ve sorun olarak bu tartışmayı büyük ölçüde etkisizleştiriyor.
Kuşkusuz insanlar ve canlılar günümüzün küresel kapitalizminin sömürü alanı içindedir. Bu noktada canlıların Carol J. Adams’ın sözünü ettiği akrabalığın ve onun belirginleştirdiği duygudaşlığın yanı sıra insan merkezliliğin dışında Greg Garard’ın demesiyle daha az insan merkezli metaforların söz konusu olduğu bir birlikte yaşamaya/olmaya yol açması noktasında tekrardan tartışılmaya ihtiyacı vardır. Ama bunun canlılarla ilgili bütün belirtilere rağmen insanlar arasında geçen bir tartışma olduğu da yine unutulmamalıdır.
İnsanın oluşturduğu ve belirlediği kapitalizm başta olmak düzenlerde canlıların sömürüldüğü reddedilemez bir gerçektir. Bu düzenin 'Hayvan Çiftliği' örneğinde olduğu gibi uygarlık içinde hallinin pek mümkün olmayacağı da sanırız artık iyice belli olmuştur. 'Hayvan Çiftliği' bütün bunları hayvanlar üzerinden kimi neyi, hangi canlı kesimlerini ele almış olursa olsun canlıların eşit ve özgür olduğu ve birlikte yaşadığı bir dünyanın insan ve araçları üstünden imkânsızlığını bütün çıplaklığı ile somutlaştırmış olsa da edebiyat ya da başka düzeylerde canlıların tartışma konusu olmuş olması bile önemlidir.
'Hayvan Çiftliği' ancak bu bağlam ve düzeyler üstünden okunduğunda düşünsel ve hayati tartışma ve sonuçlara yol açabilir. Yoksa insan merkezliliğin belirlediği ve öylesine okunan bir hayvan masalı olmaktan ne yazık ki kurtulamayacaktır.