İnsanların içine uzanan o ince yol
Cahide Birgül daha ilk romanıyla “insanların içine uzanan o ince yolu” keşfeden bir yazar olduğunu göstermişti. Dört romanıyla o yola baş koyduğunu kanıtlayıp bizi terk etti. Ve ardında çözülmesi zor bir soru bıraktı: İnsanları tanımak mümkün mü?
Göstermeye karşı sezdirmek... Bugünün ‘gör beni dünyası’nın zehrine karşı etkili bir panzehir. Bu panzehri bulmanın yollarından birinin edebiyattan geçeceğini tahmin etmek zor değil. Satırlar okunacak, sayfalar çevrilecek, geceler boyu ışıkların altında dışarıda olmayan ya da oradakinin tam tersi bir şeyin peşinde koşacak insan. Dışarıdaki çoğunluk “gör beni” demek için türlü numaralar, hesaplar yaparken edebiyat “sez bunu” diyecek. Neyse ki!
Sezdirmenin göstermekten daha kıymetli olduğunu hatırlatan bir roman Gölgeler Çekildiğinde. Kendi içindeki kapıyı çalmaya korkan, gün gelip o kapıyı nihayet yumrukladığındaysa açılmayan kapının önünde yalnızlığıyla, kimsesizliğiyle kalan, başkarakteri yakıcı bir roman. 1998’de ilk kez yayımlandığında edebiyat çevremizde dikkatleri hemen çekmiş, kısa zamanda haklı övgülerin sahibi olmuştu. Cahide Birgül’ün bu ilk romanını birbirinden etkileyici üç roman daha takip etmişti. Sonrası erken terk ediş… 2009 yılında hayata veda etti Cahide Birgül.
Cahide Birgül bireyin ruhsal çalkantılarını anlatım biçimiyle dikkat çeken bir yazar. Bu romanında da psikolojik çözümlemeleri, gerilimi ve tekinsizliği gitgide tırmandırıyor. Çekirdek ailenin ele alınışındaki çarpıcı yalınlık, ilişkilerin yıkılabilme ihtimalini gözler önüne serişi, kadının varoluşunun bambaşka anlamlanışı ya da anlamsızlaşması, aşkta seçen ve seçilen olma durumunun eziyeti… Tüm bunlar, okura “Nasıl bir dünyanın içine düştüm,” dedirtecek denli kendine has.
Cahide Birgül, az ötedeki yaşama açılacak cesareti göstermek yerine ihtiyar babasına sığınan öğretmen Esin’in “eşyanın duru tadında”ki hayatının ürpertici değişimini anlatıyor. Teyze kızı Deniz’in, baba kızın yaşadığı eve yerleşmesiyle bir altüst oluş başlıyor.
Deniz, hayatlarına girene dek birbirlerine ve kendilerine hafifçe dokunan (tıpkı limandaki tekneler gibi) baba kız evlerinin sınırları içinde, karşı pencerelerin gölgeleri altında yaşıyor. Esin’in âşık olmadığı nişanlısının, öldükten sonra bile hesaplaşılamayan bir annenin gölgesi dolaşadursun evde, Deniz’in gelişi arkası olmayan bambaşka bir dört ay yaşatacak hem Esin’e hem ihtiyar babasına. Baba kızı cezbeden şey, çoktan unuttukları “canlılık”. Deniz’in evdeki sırlı varlığı Esin’i müphem bir aşka sürüklüyor ama duygularının arkasından kimsesizlik çıkageliyor. Deniz’in ardından ise acıtan gerçekler ortaya çıkıyor.
Cahide Birgül’ün tüm kitaplarında baştan sona sezdirdiği gerilim Gölgeler Çekildiğinde’nin de alameti farikası. Bu öyle cezai ya da cinai olaylara dayanarak romana yedirilen bir gerilim değil. Birgül, ruhsal gerilimi metnine işlemeyi tercih ediyor. Yazarın eşsiz üslubu karakterlerin çalkantısıyla birleştiğinde okurun üzerine de gölgeler düşmeye başlıyor. Bu gölgeler bazen bize, bazen yakınımızdakilere fena halde benziyor. Bir yandan da insanları tanımanın mümkün olmadığı ihtimalini usulca içimize yerleştiriyor Cahide Birgül. Belki de bu yüzden romanı okurken sinirleri bozulmuş hissediyor insan.
Biraz müphem, biraz tekinsiz ve göründüğü gibi olmayan hayatların hikâyesini baştan sona ustaca kuran Cahide Birgül, Gölgeler Çekildiğinde’nin sonunda insana kendi uğultusunu armağan ediyor. Ve daha ilk romanıyla “insanların içine uzanan o ince yolu” keşfeden bir yazar olduğunu göstermişti. Dört romanıyla o yola baş koyduğunu kanıtlayıp bizi terk etti ve ardında çözülmesi zor bir soru bıraktı: İnsanları tanımak mümkün mü?