İnternet çağında cinsellik temsilleri

Pornografide etik kavramını, yalnızca teorinin pratikteki izini sürerek ve bağlamından kopararak düşünmek kısır ve iki boyutlu bir tartışma yaratma riskini taşıyor.

Google Haberlere Abone ol

Fulden Ergen*

Kolay erişilebilen ve hızı oldukça yüksek olan dijital iletişim teknolojileri, bilgiye nasıl ulaştığımızı, sosyalleşme biçimlerimizi, alışveriş yapma alışkanlıklarımızı, kendimizi nasıl tanımladığımızı ve sunduğumuzu; kısacası tüm hayatımızı dönüşürdü. Dijital iletişim teknolojilerinin yarattığı köklü değişimin önemli bir bölümü de, cinselliğin bilgisini edinme yöntemlerimizde ve cinselliği deneyimleme biçimlerimizde yaşandı. İnternetle birlikte patlayan porno endüstrisi gözümüzü çevirdiğimiz her yerde cinselliğin temsiliyle karşılaşabilmemizi sağladı. Bu da, içinde yaşadığımız çağda cinselliğin anlamını değiştirdi.

Pornografi sıklıkla hazza ulaşma aracı olarak görülse de, cinselliğin neye benzediğinin izlenebildiği, hiç cinselliği deneyimlememiş bir kişi için cinselliğin bilgisine sahip olabileceği bir kaynaktır. Hatta cinsellikten beklentimizi oluşturan bir referans noktası, cinselliğin nasıl algılanacağını şekillendiren bir kültürdür. Öyle ki, medya çalışmaları, özellikle pornografi alanında çalışmalarını sürdüren akademisyen Linda Williams, pornografiyi “hazzın bilgisi” olarak tanımlar. Foucault da benzer bir şekilde, pornografinin yalnızca haz verme aracı olmadığını, daha da ötesinde “cinselliğin hakikatini” ürettiğini iddia eder.

Pornografinin bilinen tarihi 19. yüzyıla kadar dayansa da, herkesin içerik üretmesini ve birbiriyle etkileşime geçmesini sağlayan web 2.0 teknolojileri porno sektöründe büyük bir patlama yaşanmasına vesile oldu. Bu patlama sonucu büyüyen sektörün etkisini, birkaç veriye bakarak da anlayabiliriz. Porno siteleri yalnızca 2020 yılında, Google, Twitter, Instagram, Netflix, Zoom, Pinterest ve Linkedin’in toplamından daha çok ziyaret edildi. Zaten dünyanın en çok ziyaret edilen ilk 10 websitesinin 2’si porno sitesi.

Artık, gözümüzü çevirdiğimiz her yerde pornografiyle karşılaşıyoruz, gündelik hayatımızda gittikçe daha çok pornografiye referans veriyoruz, hatta yaptıklarımızı pornoya benzetiyoruz. Medya teorisyeni Brian McNair, pornonun, pornografik olmayan sanatta ve kültürde kendini temsil etmesini, pornoya öykünme ve parodisi olmayı “pornografikleşme” olarak tanımlıyor. Pornografikleşmeyi ise, arzularımızın demokratikleşmesine imkân veren bir gelişme olarak görüyor. “Striptease Culture: Sex, Media and the Democratization of Desire”, Striptiz Kültürü: Seks, Medya ve Arzunun Demokratikleşmesi” başlıklı kitabında McNair, medya ve iletişim teknolojilerinin erişilebilir olması ve gündelik hayatın bir parçası haline gelmesiyle “gerçek” ve “temsilî” arasındaki mesafenin git gide azaldığına, hatta belirsizleştiğine dikkat çekiyor. McNair’e göre bu mesafenin azalmasının en önemli sebebi, çevrimiçi alanlarda kendimizi sergileyip teşhir etmemizi onaylayan “striptiz kültürü”nün varlığı. Striptiz kültürü pek çokları tarafından felaket olarak nitelendiriliyor. McNair ise tam aksine, striptiz kültürünü farklı cinsellik temsili ve ifadelerinin popülerleşmesi ve bunlara erişimin kolaylaşmasıyla, patriarkal kapitalizmin altında ezilen cinsel azınlıkların özgürleştiren ve çoğulcu bir kültür yaratımını mümkün kıldığı için striptiz kültürünü kutluyor.

İçinde yaşadığımız dünyada pornografi ve etkisine açılan alan çoğalsa da, hâlâ pornografi hakkında rahatça konuşamıyoruz. Türkiye’de ‘müstehcen içerikli siteler’ 2000'li yılların ikinci yarısından bu yana yasaklı. Pornografikleşmenin önünü kesen ya da en azından yavaşlatan devletin bu müdahalesi sonucu, kamusal alanda cinsellik temsillerine ise gittikçe daha az rastlıyoruz. Pornografiye erişimin yasaklanması, hayatlarımız üzerindeki doğrudan ya da dolaylı etkisini yok ediyor mu? Elbette hayır. Hatta Foucault’ya göre pornografinin kriminalleştirilmesi, cinselliğin tüm sosyal ilişkiler için tehdit haline gelmesine sebep olarak bizleri etkisinden mahrum bırakmıyor. Bu tehdidi ortadan kaldırmak ise, ancak pornografi üzerine konuşabilmekle mümkün.

Peki konuşmaya nereden başlayabiliriz? Şimdiye dek konuşanlar neler söylemiş? Konuşamayanlar artık neleri konuşmak istiyor? Bu soruların izini sürmeye, 1980'lerde başlayan feminist tartışmadan, nam-ı diğer Seks Savaşları’ndan başlayabiliriz.

PORNO KARŞITI VE PORNO SAVUNUCUSU FEMİNİSTLERİN ‘SEKS SAVAŞLARI’

Pornografi karşıtı feministler ile pornografi savunucusu feministleri karşı karşıya getiren “Seks Savaşları”, 1980'lerde başlıyor. Savaşın ilk cephesi 1982 yılında, New York’taki özel bir üniversite olan Barnard Üniversitesi Kadın Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği “Towards a Politics of Sexuality” başlıklı konferansında açılıyor. Konferans, pornografi üzerine düşünürken şiddet ile ilişkisinin ötesine geçerek, cinselliği üremeden ibaret olmayan geniş ve kapsamlı bir tartışma alanı açmayı hedefliyor.

Hali hazırda 1960'lı ve 70'li yıllarda örgütlenmiş olan “Women Against Pornography”, kısaca WAP, konferansın düzenlenmesine karşı çıkan ve Seks Savaşları’nın fitilini ateşleyen grup oluyor. WAP, 70'lerde başlayan ve “cinsel devrim” olarak anılan hareketin, cinselliğin özgürleşmesi adı altında erkek egemenliğine hizmet eden ve kadına yönelik şiddeti normalleştirdiğini savunuyor. Hareket, Andrea Dworkin, Catharine MacKinnon, Robin Morgan ve Susan Brownmiller gibi dönemin etkili feministlerini de içinde barındırıyor. Porno karşıtı feministler, porno endüstrisinin kâr amacıyla, kadınların erkekler için bir seks objesi olarak sunulduğu bir seri üretim olduğuna dikkat çekiyor. Pornodaki kadınların acıdan ve aşağılanmaktan, tecavüze uğramaktan zevk alarak, itaat ederek ve saldırıya uğrayarak temsil edilmesinin, kadının küçük düşürülmesine ve sosyal statüsünün düşmesine sebep olduğunun altını çiziyorlar.

Pornografi karşıtı feministlerin bir başka argümanı ise, pornografinin gerçek olanı ve gerçek kadın cinselliğini yansıtmaması. Yalnızca temsil düzeyinde değil, sette çalışan kadınların bizzat şiddet gördüklerini, izlediğimiz şiddetin gerçek olduğuna sık sık değiniliyor. MacKinnon, pornografideki kadın ve kadın cinselliği temsilini gördükçe, Pavlov’un köpekleri gibi kadının aşağılanmasına koşullandığımızı söylüyor. Aynı zamanda, pornoda tanık olunan kadın cinselliğinin fazla sert olduğunu, erkek cinselliğinin “pornografik”, kadın cinselliğinin daha “erotik” olduğunu pek çok porno karşıtı feministin savunduğu sıklıkla dile getiriliyor. Nihayetinde pornonun yasaklanması, porno karşıtı feministlerin ortaklaştığı bir talep oluyor.

Öte yandan, konferansla birlikte bir araya gelen ve on yıllar geçtikçe güçlenen karşı kamp olan porno savunucusu feministler, pornografi karşıtlığının cinselliğin kendisini anormalleştirdiğini öne sürüyor. Özellikle Gayle Rubin, devletin hazlara polislik etmesinin “makbul olan”, “iyi” cinsellik ile “kabul edilemez”, “kötü” cinsellik hiyerarşisini oluşturduğuna dikkat çekiyor. Zira iyi cinsellik, normatif olanla eş değer hale gelir. Kötü cinsellik ise heteroseksüel, tek eşli, sert olmayan cinsellikten uzaklaşan “sapkın”ları meydana getirir.

Porno savunucusu feministlerin dikkat çektiği bir başka konu ise, kadın cinselliğinin bir özü olduğu savının hakikati yansıtmaması. Esasında porno savunucusu feministler, 1970'lerin özcü ve seks-negatif feminizmine karşı bir başkaldırı olarak da okunabilir. Porno savunucusu feminizmin ‘savunuculuğu’ ise, ana akım pornoya karşı alternatif porno örneklerini kutlamasından gelir. Lezbiyen, dyke, queer, feminist gibi alternatif porno türlerinin, temsil ettiği cinsellik bakımından çeşitlilik sağlayacağını ve normatif olmayan cinselliklere alan açarak özgürleştirici olabileceğini iddia eder.

Seks Savaşları’nın tesiri on yıllarca sürüyor. Hatta o kadar etkili oluyor ki, pornografi, üzerine konuşmak için uğranması neredeyse zorunlu bir durağa dönüşerek, mirasını bugüne dek hissettiğimiz hâkim paradigma haline geliyor. Savaşın sonucu olarak, pornoyu ya lanetliyoruz ya da kutluyoruz. Fakat savaşın ağır da bir faturası var; o da temsil etrafında dönüp duran tartışmaların pornografide emeği ıskalaması.

DİJİTAL EMEĞİN GÖRÜNÜRLÜĞÜ (YA DA GÖRÜNMEZLİĞİ)

Seks Savaşları ile birlikte, porno bağlamında emeğin ıskalanmasının bir başka müsebbibi ise dijital emeğin geç kavramsallaşması. Mevzu bahis internet ortamındaki porno olduğunda, emek uzun yıllar görünür olmadı. On yıllardır pek çok ülkede kriminalleştirilen seks işçiliği dijital alanda bambaşka bir tehlikeyle, varlığının kabul edilmemesiyle karşı karşıya kaldı. Birçoğumuzun algısında olduğu gibi, uzun yıllar sanal ortam ve gerçek ortam birbirinden ayrı, hatta zıt olarak görülüyordu. Dolayısıyla dijitalleşen emek, 21. yüzyıl online işgücünde ciddi bir yer kaplasa da uzun süreler ‘gerçek’ bir emek kategorisi olarak dahi algılanmadı.

Kültürel çalışmalar alanında çalışan Feona Attwood, sanal olanı gerçek saymayan algının yanı sıra, internet pornosundaki emeği görünür kılmanın önündeki en büyük engellerden birinin, “emek” ile “oyun” ya da “keyif” arasındaki farkı çizememek olduğunu iddia ediyor. Zira seks işçiliği, hele ki dijital ortam için üretilen amatör porno, iş sayılmak için fazla eğlenceli, kişilerin kendi arzularını keşfetmeleri için keyifli bir vesile olarak yansıtılır.

2013’te yayımlanan “The Feminist Porn Book” (Feminist Porno Kitabı), pornodaki emeğin konuşulması yönünde önemli bir adım atılmasına vesile oldu. Başlarda etik porno kavramı, feminist queer pornonun “iş yapma biçimi” ve vazgeçemeyeceği bir prensip olarak ortaya çıksa da, zamanla başlı başına bir janra haline gelecek ölçüde kendi söylemini oluşturdu. 2010'lu yılların ikinci yarısında gelişen “İzlediğin porno için para öde” (#payforyouporn) hareketi, emeği pornonun ana odağı yapma yönünde büyük yol kat etti. Artık, “feminist” ve/ya “queer” pornoya değinilmeden de etik porno kavramı tartışılmaya başlandı.

PORNO ETİK OLUR MU?

Son yıllarda endüstriden yükselen bir ses var; tüketicinin izlediği porno için para ödemesini talep ediyor ve bunun karşılığında yapım aşamasının etik olduğunu garanti ediyor. “Etik porno” olarak anılan bu porno türü, prodüksiyon ve dağıtım süreçlerinde yer alan herkesin hakkının korunmasını, oyuncuların sağlık hakkının gözetilmesini, çalışma ortamının tüm set çalışanları için rahat ve güvenli olmasını sağlamayı kendine dert ediniyor. Bedava içerik sunan ve çalışma koşullarına dair hiçbir bilginin verilmediği “Tube” sitelerinin tekelinde olan sektörde, kimsenin sömürülmediğini, rızası olmayan kimsenin pornoda zorla yer almadığını, insan kaçakçılığı ve çocuk sömürüsünden uzakta başka bir pornonun mümkün olduğunu iddia ediyor. Etik porno, şu üç özellik etrafında tanımlanıyor:

Tüketici tükettiği porno için para öder. İçerikleri korsan olarak çalan ya da amatör içerikler için üreticilere neredeyse hiçbir ücret ödemeyen “tube” siteleri dev reklam gelirleriyle sektörü domine ederken, tüketicinin para ödediği model alternatif bir ekonomi oluşturuyor. Ödeme talebi basit bir alışverişten öte, tüketicinin kendisine de bir sorumluluk yükleyerek onun da sürecin bir aktörü olmasını sağlıyor.

Fair-trade iş modeli: Peki tüketici neden para ödesin? Daha da önemlisi ödediği para ne işe yarayacak? Fair-trade iş modeli, yerelde sürdürülebilirliği sağlamak üzere ürün ve/ya hizmetler için “adil ücretler” talep eder ve bunun karşılığında üreticilerin “adil maaşlar” almasını garanti eder. Üreticilerin gelirini sağlamanın yanı sıra, işin devamı ve yerelde sosyal, ekonomik ve ekolojik koşulları iyileştirecek bir gelir yaratır. Fair-trade iş modelinin porno sektöründeki yansıması ise, çocuk istismarı ve insan ticareti ile anılan pornografide herkesin rızasıyla yer aldığının garanti edilmesidir.

Hak temelli yapım ve dağıtım süreci: Rıza kavramını merkeze koymakla birlikte, etik porno yapım ve dağıtım sürecinin tamamında, herkesin haklarının gözetilmesini savunur. Özellikle, oyuncuların kondomsuz performansa zorlandığı sektörde, sağlık hakkına vurgu yapar. Bunun için çoğunlukla oyuncuların üretim sürecini anlattığı kamera arkası sahneleri de pornografik içerikle birlikte sunulur.

Pornografide etik kavramını, yalnızca teorinin pratikteki izini sürerek ve bağlamından kopararak düşünmek kısır ve iki boyutlu bir tartışma yaratma riskini taşıyor. Bilgiyi sunuş biçiminden içerik kategorilerine, yapım sürecinin şeffaflığını sağlamasından tüketici ile ilişkisine, ortaya koyduğu anlatıdan estetiğine, bütüncül bir etik anlayışına ihtiyacımız var. Bununla birlikte, pornografide etiği yalnızca anlatı ve estetikte aramak da başlı başına bir zorluk, hatta kaçınılması gereken bir tuzak. Zira cinselliğin tekil bir hakikati yok. Öncelikli amacı uyarmak olan ticari bir materyali, pornonun kendisini, etik olup olmadığı üzerinden değerlendirmek de sosyo-ekonomik ilişkileri ve güç eşitsizliklerini görmemizi zorlaştırıyor.

Bugünlerde pornografide etik tartışması gelişmeye ve çeşitlenmeye devam ediyor. Etik porno temsil ettiği içerikten bağımsız mıdır, ana akım estetiğe ve anlatıya sahip pornoların sadece üretim ve dağıtım sürecine bakarak etik olup olmadığına karar verebilir miyiz, etik üretimi kanıtlama gayesiyle üretilen kamera arkası sahneleri güç ilişkilerini gölgeler mi, gibi yeni sorulara odaklanıyor. Bu soruların tümüne, hele de işin öznelerine kulak vermeden, yanıt bulmak güç. Porno tüketelim ya da tüketmeyelim, pornografide temsil edilenin cinselliğimizin bilgisini etkilediğini biliyoruz. Ancak üzerine daha fazla konuşarak ve öznelerle birlikte tartışma alanını büyüterek, kendimizi ve cinselliğimizi hapsettiğimiz yerden kurtarabiliriz.

*Akademisyen

Bu yazı, Duvar Medya Vakfı ve Ankara Dayanışma Akademisi işbirliğiyle hazırlanan Kültürel Çalışmalar Atölye Programı kapsamında sunuldu. Kültürel Çalışmalar Atölye Programı 5 Ocak 2021'de başladı ve 7 farklı atölye 6-8 hafta devam etti.