IPCC raporu ve siyasetin iklim popülizmi
Ortada bir iklim krizi yok. Olsaydı daha azı yaşanacaktı. Ortada siyasi bir kriz var. İklimle ilgili olan şey ise sadece popülizm, o kadar…
Bu yazı yayımlandığında IPCC’nin Altıncı Değerlendirme Raporu’nun ilk çalışma grubu raporunun yayınlanmasının üstünden iki hafta, orman yangınları ile başlayan seri felaketlerin başlamasının üstünden 27 gün geçmiş olacak. Bir tarafta IPCC’nin 3495 sayfalık raporu, diğer tarafta geçen 27 günde Antalya ve Muğla’da başlayan, Şemdinli’de de yaşanan orman yangınları ile Van, Kars, ardından Bartın, Kastamonu ve Sinop gibi pek çok kentte yaşanan su baskınlarını yaşadık. İlk yangınların 54 kente çıktığını, başta Antalya ve Muğla olmak üzere 150 bin hektardan fazla alanı etkilediğini Cumhurbaşkanı’nın açıklamasından görüyoruz. Bu kadar yanan alanın atmosfere saldığı karbondioksiti dengelemek için bütün kömür santrallerini kapatsak az bile gelebilir. Daha kötüsü, bu kadar ormanlık alan önümüzdeki yıllarda karbondioksiti eskisi gibi tutamayacak.
İKLİM POPÜLİZMİ
Bu yangınları iktidarın ve siyasetin iklim krizine bağladığını gördük. Bunu yaparlarken ne iklim değişikliğine ne de krize denk gelen bir şey yaptılar. Hallerine bakılınca ortada krizin değil popülizmin olduğunu söyleyebiliriz. Öyle bir popülizm ki orman köylüsünün, Orman Genel Müdürlüğü bütçe ve kadrolarının zayıflatıldığı ve THK uçaklarını hangarda tutmayı başaran bir popülizm.
Ülkenin güneyi yanarken kuzey ve doğusu su baskınları ile boğuştu. Su baskınları ve orman yangınlarını denklemde parantez içine alırsak yine aynı çarpanlar ile karşılaşıyoruz. OGM’nin değişen yapısının, yangınlarda da görülen o dönüşümün etkisini su baskınlarında da gördük. Özellikle Bozkurt ve Ayancık’da su baskını ötesinde tomruk baskını yaşanması basit bir su baskını afetini koca bir felakete büründürdü. Burada iktidarın kendi meşrebince daha çok İçişleri Bakanlığı üstünden müdahale ettiğini gözlemlerken, muhalefetin tartışmayı HES özeline indirgeme gibi daha kestirme yolları tercih ettiğini gördük. Medyascope TV’nin bölgeye gitmesi ve diğer medya kanallarının mobilize olması ile çok fazla bilgi aktı. Ancak bölgeye Gazete Duvar’dan giden Serkan Alan ve Aynur Tekin ile konuştuğumda pek çok bilgiyi bizlere aktarmalarına rağmen aktarmadıkları çok büyük bir resim olduğunu gördük. Çünkü ortada iklim krizinden çok siyasi bir kriz vardı ve o resmi anlatmak ciddi mesai gerektirecekti.
Ama ülkede kimsenin buna zamanı yoktu.
OGM’deki dönüşüm orman yangınlarının felakete dönüşmesi ile sonuçlandı. Bozkurt ve Ayancık’ta da bardağı -aşırı yağış, HES ve diğer yollarla tahrip edilen doğa ve yapılaşma doldursa bile- taşıran, felakete dönüştüren ise OGM’nin 2018’de değişen politikası ve bunun arkasındaki Cumhurbaşkanlığı planlarıydı. Geçen hafta bunun belgelerini tartışmıştık.
Gelen bilgiler ile bu resim daha da netleşse bile siyaset yine felaketi hızla kullanmayı, tüketmeyi tercih etti.
İKLİM KRİZİ-SİYASİ KRİZ
Geçen hafta IPCC raporlarından bu felaketlere baktık. Bu hafta bu felaketlerden IPCC’ye gideceğiz. Çünkü iklim krizi ve siyasi krizi ayırt edemediğimiz, siyasi okumayı bilimsel okuma zannettiğimiz sürece bu konu hep dert olacak.
IPCC özetin özeti olarak (i) okyanuslar, deniz seviyesi ve buzul tabakalarında zaten geri dönüşü olmayan değişiklikler olduğunu, (ii) eskiye dönmenin yüzlerce yıl, hatta bin yıl alacağını, (iii) böyle giderse bu üç alandaki sorunun derinleşeceği, bunların da kalıcı olacağını, (iv) diğer alanlarda da kalıcı değişimlerin kapıda olduğunu, (v) iklimin devrildiği, geri dönülmez noktaya geldiğini, geçmek üzere olduğumuzu tek tek anlatıyor. Dahası aşırı hava olaylarının 1850’lerdeki sıklığının 1ºC’lik sıcaklık artışı ile, yani şimdilerde birkaç kat arttığını ve 1,5ºC’lik artış ile daha fazla artacağını söylüyor.
Eğer Türkiye’de sorun iklim krizi olsa idi buna benzer bir artış beklerdik. Ama Türkiye 1950’lerdekinin tam 10,4 katını 2010 sonrası yaşadığına göre buradaki uçurumun bir açıklaması olması gerekiyor. Resim bize başka krizler, başka sorunlar olduğu tartışmasını beraberinde getiriyor.
IPCC’NİN ANLATAMADIKLARI!
IPCC’nin raporu dış basında “insanlık için kırmızı alarm” ortak manşeti ile çıktı. Bu manşet Türkiye’de de bolca kullanıldı. Böylece raporun lansmanında konuşan BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in sözleri bir klişe olarak yayıldı.
Ortada kırmızı alarm varken yapılacaklar pek kırmızı değildi. Raporun bakış açısı sorunu fosil yakıtlara değil insanlara indirgiyordu. Nitekim 3495 sayfalı 202 sayfada “insan kaynaklı iklim değişikliği” sözü geçerken kömür sadece 39 sayfada yer aldı. Bilimsel bir rapor olmasına rağmen 42 sayfalık “Politikacılar için Özet” kısmında bile “insan kaynaklı” ifadesi 8 sayfada geçerken kömür ya da fosil kelimesi hiç geçmedi. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin bu raporu hükümetlere nefes alacak alan bıraktı, onların “farkındalık” üstünden “insan kaynaklı” bu sorunu çözecek zaman verdi.
Diğer bir sorun ise fosil yakıtları azaltmak, kömür-petrol-gaz yakmayı bırakmak varken rapor emisyonları azaltmayı çözüm olarak önerdi.
Asıl önemli soruyu soralım: IPCC önceki raporlardan farklı bir şey söylemiyordu ve tek yaptığı biraz daha net veriler vermesiydi. Peki o raporlar ne etki yarattı? Devletlerin hangi politikasını değiştirdi? Ya da hükümetler, Türkiye’nin OGM’de yaptıkları gibi, ne tür iyileştirmeler yaptı? Asıl önemlisi iklim değişikliği neden hızlandı?
KALP KRİZİNDE NE YAPARSINIZ?
İklim kırmızı alarm veriyorsa, ortada bir kriz varsa ne yaparsınız? Mesela biri kalp krizi geçirirken ona kalp krizinin kaynakları üstünde bir “farkındalık broşürü” verir misiniz? Bu öldürmeye teşebbüse varan bir art niyet görülebilir. Biliyorsanız kalp masajı gibi bir müdahalede bulunur, bilseniz de bilmeseniz de acil servise ulaşmanın yoluna bakar, ambulans çağırırsınız.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, IPCC 2050’ye uzatılmış emisyon sıfırlamaları ve buna izin veren sonrasında eksi emisyon gibi fantezi modellemeleri adına layık bir iş yaptı ve hükümetlere zaman tanıdı.
IPCC’nin siyaset ile arada kalan bir sınır örgütü olduğunu, hazırladığı her raporun hükümetlerin onayından geçeceği için oldukça muhafazakar bir dile sahip olduğu gerçekliğini anımsatarak eleştirilerimizi anlamlandıralım. İşte bu son nokta ile sorun IPCC değil, biz oluyoruz. Biz kırmızı alarmı duyup farkındalık mı üreteceğiz, popülerlik trenine mi bineceğiz? Yoksa iklimi ve siyaseti “kriz” ezberinden çıkartıp gerekli adımları mı atacağız.
IPCC 2013’de Beşinci Değerlendirme Raporu sonrası ne yaptı? Her yıl 40 milyon ton asfalt serip, 60-70 milyon ton çimento döküp, 40 milyon ton kömür ithal edip 120 milyon ton kömür yakıp 34 milyon ton petrol ve 45 milyar Sm3 gaz ithal ederek iklimi o kadar değiştirdi ki, gezegende iklim değişmese bile ülkemizde zaten değişecekti. Bu politika 2020’yi ülkede ölçülmüş en sıcak yıl, aşırı meteoroloji olaylarının yaşandığı en çok yıl olarak kayıtlara geçti. Bunlar yetmezmiş gibi Orman Genel Müdürlüğü’nü çökerterek ülkeyi yangın ve tomruk baskınları felaketlerine teslim edildi.
Ortada bir iklim krizi yok. Olsaydı daha azı yaşanacaktı. Ortada siyasi bir kriz var. İklimle ilgili olan şey ise sadece popülizm, o kadar…