YAZARLAR

İpotekli vekil iradesi ve cinskırım politikası

Hayatın akışı bizlere iktidarın uzunca bir süredir cinskırım politikası izlediğini gösteriyor. Cinskırım politikası, faşizan biyo-politikanın uzantısı olarak açıklanabilir. Kadınlar yasta değil isyanda. İtaat etmeyerek cinskırım politikasını, iktidarın tüm gücüne, ataerkil şer ittifakına karşın üç yüz yıldır yaptığı gibi eşitlik mücadelesiyle tarihe gömecek.

Siyasetin temposu yazın bile düşmemişti ancak Meclisin açılısıyla birlikte son sürat ilerliyor. Nereye gidildiğini bilenin olmadığı aşırı hız siyasetinin yol açtığı kazalardan birisinin de kadına çocuğa şiddet konusunda yaşandığı anlaşılıyor. Detaylara girmeden önce olayın hatırlattığı eski ama güncelliğini yitirmemiş bir şaka düştü aklıma: “Reis, bu kadar hızlı dönme. Arkandakiler virajı alamıyor.” Önce Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin araştırılması için önerge vermiş fakat AKP-MHP gruplarının ret oyuyla kabul edilmemişti. 9 Ekim günü DEM önergesini ret eden Cumhur İttifakı vekillerinin de yer aldığı Meclis Danışma Kurulu toplandı. Ve 10 Ekim günü DEM Parti önergesinin veya benzeri bir başka önergenin Meclisteki tüp gruplar tarafından ortak olarak Genel Kurula getirilmesi ve bir araştırma komisyonu kurulması kararı alındı. Anlaşılıyorki Cumhur İttifakı vekilleri, geçmiş yıllardaki alışkanlıkla iktidar kanadına ait olmayan önergelere yaptıkları gibi DEM Parti’nin yakıcı gündemde verdiği şiddet önergesine de otomatik ret muamelesi çekmişler. Saray, iktidar partilerinin Genel Merkezleri ve Meclis grupları arasında ciddi bir iletişim kazası yaşanmış. ‘Devletlülerin’ konsept değişikliği hızına yetişmekten uzak, toplumsal hassasiyeti ve konunun can yakıcı vahim boyutunu hiç dikkate almadan, eski talimatlara uymuşlar. Dün reddedilen önerge veya bir benzeri bugün Mecliste görüşülecek, araştırma komisyonu kurulacak.

Ataerkil şiddetin tırmanışı, kadın cinayetlerinin, çocuk cinsel istismarı ve cinayetlerinin, çocuk ve yetişkin kayıpları arama-bulma konusundaki yetersizliklerin yanı sıra cinsiyete dayalı şiddetin IŞİD benzeri vahşetle gerçekleştiriliyor olması… Bu konuları ele alacağım yazıya böyle bir şakayı hatırlatarak başlamaktan utanıyorum aslında. Rencide olanlardan şimdiden özür diliyorum. Ancak bu bir kara mizah ve ‘izahı olmayanın mizahı olur’ anlayışına sığındım. Çünkü iktidarın neden yönetemediğini, Meclisi işlevsizleştirmesinin vahim sonuçlarını açıkça ortaya koyan örneklerden birisi. Demokratik ülkelerde gerçekleşse ‘parlamentoda skandal’ manşetleri yeri göğü inletirdi. İktidar vekillerinin özgür iradelerini, lider kararına ipotek ettiklerinin ispatı niteliğinde çünkü. Hadiseyi biraz yumuşatmak isteyenler, belki “bu ülkede şiddet araştırmasına da sadece iktidar karar verir” şeklinde izaha girişenler olur ama bu bile itiraf sayılır.

Hayatın akışı bizlere iktidarın uzunca bir süredir cinskırım politikası izlediğini gösteriyor. Cinskırım politikası, faşizan biyo-politikanın uzantısı olarak açıklanabilir. Biyo-politik eğilimli iktidar, kamu yönetimi ile yetinmez, insanların bedenine de hükmetme ihtiyacı duyar. İktidarın, insanların bedenine, yaşamına, özgür iradesine hükmetmek için müttefiklere ihtiyaç duyacağı çok açık. Bizde ve pek çok otoriter ülkede iktidarların erkek egemen ideolojiye sığınması, yaslanması, ataerkil cinsiyet rollerini topluma dayatması biyo-politika için ihtiyaç duyulan toplum desteğinin ataerki sayesinde başarmayı düşünmekte olduğunu gösterir. Ataerkil zihniyetteki insanların (erkeklerin demiyorum çünkü ataerki cinsiyetle değil zihniyetle ilişkili) desteğiyle kadın-erkek herkesin ezber kalıplarla oluşturulmuş belli cinsiyet rollerinin kalıplarına uymasını ister. Çocuklar da bu kalıplara göre yetiştirilmek istenirken aynı şiddete uğratılır. Toplumun, insan tekinin uğratıldığı şiddet aracılığıyla hizada tutulması amaçlanır. Muhafazakar iktidarın biyo-politika için ataerkil desteğe ihtiyaç duyması gibi ataerkil zihniyet de gelişen kadın eşitlik mücadelesi karşısında kendi ideolojisini yeniden tahkim etmek için şiddet kullanmaya özellikle muhtaç. Ataerkil cinsiyet rollerinin çizdiği dar kalıplara sığmayan, itiraz eden kadın, erkek, LGBTİ+ ve hatta çocuk, cinsiyete dayalı eril şiddetle baskı altına alınmak istenir. Cinayet, fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel şiddet ve ısrarlı takip şiddetiyle ‘yola gelmeyenlerin’ yani erkek şiddetinin son durağı oluyor maalesef. Biyo-politikaya itirazın, erkek egemenliğine, aile vesayetine karşı çıkışın son durağı. Özetle iktidar tarafından uygulanan cinskırım politikasının sonucu.

6284’ün etkin uygulanmayışı. İstanbul Sözleşmesi’nden tek imza ile hukuksuz çıkış. Sözleşme iç hukukumuzun parçası olmaya devam ettiği halde uygulanmayışı. Koruma kararlarının kadınları koruyamayışından tutun “başardık anne” başlıklı sakil, insanlık dışı kamu spotuyla kadının nasıl doğuracağı yönünde duygusal şiddetle manipüle edilmesine varıncaya kadar aklınıza gelecek pek çok cinsiyetçi yaklaşımı düşünelim. Cinsel istismara af ve somut delil şartından, taşımalı eğitimin kurulması ve kaldırılmasına kadar aklımıza ne gelirse cinskırım politikasının gösterenlerinden olan uygulamalar diyebiliriz. Ki bunların tümü cinskırım politikasının ürünleri.

Artan erkek şiddetinin hem artan hem vahşileşen kadın cinayetlerinin, artan cinsel şiddetin, çocuk kayıplarının, öldürülmelerinin, cinsel istismarın altında yatan gerçek neden iktidarın cinskırım politikası uygulamasıdır. Kurulacak komisyon bu konularda kurulan kaçıncı komisyon olacak ve cinskırım politikasını sonlandırmaya yöneltebilecek mi iktidarı? Yoksa hamasi söylemlerin havada uçuştuğu, infiale kapılan toplumun gazını almak için bebek gibi sırtını mı pışpışlayacak?

Kadınlar yasta değil isyanda. İtaat etmeyerek cinskırım politikasını, iktidarın tüm gücüne, ataerkil şer ittifakına karşın üç yüz yıldır yaptığı gibi eşitlik mücadelesiyle tarihe gömecek. Ataerkinin kendisini yeniden tahkim etmesine izin vermeyecek. Çünkü cinsiyet eşitliği insanlık tarihinin en eski, en haklı ve en güçlü arayışıdır. Şiddetle bastırılamayacak kadar güçlü bir mücadele bu çünkü yeryüzünde adaletin gereği. Ataerki ve biyo politika şer ittifakı ise doğrudan zulüm üretir. Adaletin aydınlığı illa ki zulmün zulmetine galebe edecektir.


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.