'İran’da siyasal İslamcılık, umut olmaktan çıkarak toplumsal seferberlik gücünü kaybetti'
Devrime katılanlar çok farklı idealler peşindeydi; yeni bir insan modeli, yeni bir toplum modeli, yeni bir ekonomik sistem, yeni bir devlet-birey ilişkisi hayali vardı. Bugünden geriye dönülüp bakıldığında umudun ciddi şekilde savrulduğunu net olarak söyleyebiliriz. Toplumda dinsel baskılara karşı tepkiler ortaya çıktı. Böylece İran’da siyasal İslamcılık, umut olmaktan çıkarak toplumsal seferberlik gücünü kaybetti.
Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bölgesel ve küresel seviyede yeni şartları tetikledi. Bu yeni şartların yani diğer bir deyişle fırtınanın göbeğindeki birkaç ülkeden biri İran olacak gibi görünüyor.
İranlı olan ve üniversite öğrenimini bitirene kadar da İran da yaşayan az sayıdaki uzmandan biri olan Arif Keskin ile konuştuk.
İran’da 2022 dünyasında pek de sürdürülemeyen bir yapı var gibi görünüyor. Öncelikle İran’ın iç siyasetinin kırmızı çizgileri ne?
Aslında 1979’da İran (İslam) Devrimi ilk ortaya çıktığında çok büyük umutlar doğurmuştu. Hatta Michel Foucault gibi insanlar bile İran Devrimi’ni yakından görmek için oraya gitmişlerdi. Devrime katılanlar çok farklı idealler peşindeydi; yeni bir insan modeli, yeni bir toplum modeli, yeni bir ekonomik sistem, yeni bir devlet-birey ilişkisi hayali vardı. Devrimin ilk aylarında şöyle bir söylem vardı; insanlar açlık çekmeyecek, yoksulluk çekmeyecek, aşağılanmayacak, mağdur edilmeyecek, işkence edilmeyecek, hapse atılmayacak ve onların petrol gibi milli servetleri yağmalanmayacak, petrol halkın sofrasına dağıtılacak şeklinde bir güven yayılmıştı.
Bugünden geriye dönülüp bakıldığında umudun ciddi şekilde savrulduğunu net olarak söyleyebiliriz.
İran İslam Devrimi’nden önce nasıl bir İran vardı da insanlar büyük bir ümitle devrime sarıldı?
İran toplumu geleneksel ve dindar toplumdu. Doğal olarak bu kesimin sayısı çok daha fazlaydı. Aslında 1979 İslam Devrimi’nin temelleri 1924’ten sonra atıldı. Özellikle Rıza Han’ın o modernleşme siyasetinin bir sonucuydu aslında.
Rıza Han ne yaptı? Baskı ile, zorla Fars kimliği etrafında bir İran oluşturma düşüncesi vardı. Merkeziyetçi bir İran. Bu nedenle 1924’ten önceki göreli adem-i merkeziyetçi yapıyı dağıttı. Fars olmayan Türkleri, Kürtleri, Arapları ciddi bir biçimde ezdi. Göçebe aşiretleri zorla yerleşik yaşama geçirdi. Hatta birbirlerine kırdırdı. Birçok kenti ekonomik olarak yoksullaştırdı. Mesela 1924’ten önce Tebriz İran’ın en önemli ekonomi kentiydi ama Rıza Han geldikten sonra Tebriz ve Tebriz gibi kentler değerini kaybetti, her şey Tahran’a taşındı. Tahran bütün İran’ın yok oluşunun sonucunda ortaya çıktı.
Dini çevrelere yapılan baskı önemli bir kırılma yarattı. Özellikle dini çevrelerin ve mollaların siyaset alanına daha etkin girmesini sağladı.
Rıza Han öyle bir politika izlemişti ki, İran 1941’de işgal edildiğinde hem kuzeyden hem güneyden işgal edildiğinde birkaç günde işgal gerçekleşti. İran toplumu direniş de göstermedi.
İşgalden sonra oğlu göreve geldi. Rıza Han’ın gitmesi 3 fay hattını harekete geçirdi ve günümüze kadar uzanan siyasal akımların temelini de o oluşturdu.
Birincisi; Marksist ve Komünist bir hareketin daha etkin ve güçlü bir doğuşunu sağladı. İkincisi; dini fay hattı ki siyasal İslamcı ideoloji öne çıktı. Üçüncüsü de Fars olmayan ‘milliyetçi hareketler’. 1950’lerden yani ikinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu süreç tırmanarak yükseldi. Buna paralel olarak dış politikada da köklü bir dönüşüm yaşandı. İngiltere’nin yerini Amerika aldı. Rıza Pehlevi’nin oğlu Muhammed Rıza Pehlevi daha farklı bir modernleşme süreci izledi.
İran’daki modernleşme süreci ile Türkiye’deki süreç aynı dönemlerde gerçekleşiyor. İran’da bu neden başarısız oldu?
Bence görünüşte benzeseler de içerikte farklılar. Sonuç olarak Türkiye’de bir cumhuriyet kurulurken İran’da bir monarşi kuruluyor.
İran’da neden başarısız oldu? Şah Muhammet Rıza Pehlevi’nin elinde petrol var ve petrol satıyor, ciddi bir kentleşme başlıyor, sinema geliyor, farklı kültürel alanlar oluşuyor ve kentler daha fazla büyümeye başlıyor. Buna paralel olarak bir tür toprak reformu gerçekleşiyor ve bununla birlikte köylerin boşalmasına ve kentlere yığılmasına yol açıyor. Kentler ekonomik, sosyal, manevi olarak tutunamayanların yuvasına dönüşüyor.
Kentleşme, modernleşme görünüşte toplumu farklı yere taşıyormuş gibi görünürken toplum içinde farklı bir şey doğmasına sebep oluyor ki, (İran İslam Devrimi) devrimi tetikleyen bu oluyor.
Bu modernleşme süreci bütün İran’ı kapsıyor muydu yoksa kurtarılmış bölgeler oluşturacak şekilde mi yapılıyordu?
Pehlevi’nin modernleşme düşüncesi bütün İran’ı kapsayacak şekildeydi. Mesela kadınlarla ilgili çok sert uygulamalara da gidildi. Rıza Han döneminde bir dönem başörtüsü yasaklandı ve sokakta başörtülü kadın görüldüğünde tesettürü zorla çıkartılıyordu. Bu sert uygulamalar çok sert sonuçlar doğurdu ve Rıza Han bundan geri adım atmak zorunda kaldı.
Petrol gelirleri ile askeri anlamda, nükleer anlamda, bölgesel anlamda İran’ı güçlendirme çabası da oldu. Amerika ve İsrail ile arası çok iyiydi. Bu İran içerisindeki birçok çelişkiyi de barındırıyordu. En önemlisi geleneksellik ile modernite arasındaki çelişkiydi. Tepeden inmeci, baskıcı şeyin (modernleşme girişimlerinin) toplum tarafından kabul edilmeyişiydi. Bu İran’daki siyasal İslamcıların ve mollaların yatırım yapabileceği bir alan da oldu.
Bu süreç solu da güçlendirmedi mi?
Güçlendirdi. Özellikle 2.inci Dünya Savaşı’ndan sonra sol gruplar İran’da etkin hale geldi ve solun eşitlik, anti emperyalizm, anti-İsrail, anti-Amerika söylemi özellikle de 2.inci Dünya Savaşı’ndan sonraki süreçte İran’da baskın hale geldi.
Şunu net olarak söyleyebiliriz; 1979’dan önce İran siyasal hayatında söylemsel olarak sol baskındı. Ayrıca 1905’ten itibaren varlığını hissettiren bir işçi hareketi de vardı.
Hatta (İran İslam Devrimi’nden sonra) Marksist liderlere “Siz İslamcı bir hareketin ortaya çıkacağını tahmin etmiyor muydunuz?” diye soruyorlar. “Hayır, biz olsa olsa Marksist bir devrim olur diye düşünüyorduk” diyor. Çünkü bütün siyasi hareketler ya Marksist'ti ya da Marksizm’den etkilenmişti. Mesela Ali Şeriati, Halkın Mücahidleri Marksist değillerdi ama Marksizm’den etkilenmişlerdi.
Peki sol neden tutunamadı da mollalar sokağı kontrol eder hale geldiler?
İran’daki sol toplumun önemli bir kesimini oluşturan siyaseten pasif kesimi analizine dahil etmiyordu. Dahil ettiklerinde de “bu kesim de denkleme girerse bizi destekler. Çünkü biz sömürüden, eşitlikten bahsediyoruz. Doğal olarak bizi desteklerler” diyorlardı.
Ancak sol siyasi alanda etkindi. Mesela 1979 Devrimi’nden sonra bütün üniversiteler solcuların elindeydi. Bugün devleti yönetenler o zamanlar merdivenlerin altında oturabiliyorlardı, ilk dönemlerde üniversitelere bile giremiyorlardı.
Siyasal alan solun elinde olduğu için sol buna kandı. Toplumun siyasallaşması farklı bir unsuru siyasal alana taşıdı. İran Solunun halk kavramı ve yorumu ideolojikti ve bu ideolojikliği aşarak yeni perspektif geliştiremediler.
O dönem Mollaların (Şii din adamların) ciddi örgütlenmeleri yoktu. Zaten (mollaların) örgütlenmesine gerek yoktu; zaten yılın 12 ayı insanlarla düğünlerde, yaslarda, Muharrem ayında iç içeler. Solcular bunları sadece dinsel eylem olarak gördüler, politik sonuçları olabileceğini düşünmediler. Toplumun sessiz kesimi dindar kesimdi ve siyasetin yönünü değiştirdiler.
Mollalar ne yaptı? Solun ve diğer siyasal grupların ulaşmakta zorlandığı örgütlü olmayan halka hitap ettiler ve onların siyasal enerjisini sokağa taşıdılar ve bu nedenle de kazandılar.
Günümüz İran’ına gelecek olursak 1979’dan beri dünya çok değişti. İran içinde de gösteriler var, ekonomik kriz var, yolsuzluk var. Bunlara devrimin ayak sesleri diyenler var. Katılıyor musunuz?
Net olarak şunu söyleyebilirim; eğer “İran İslam Cumhuriyeti kalsın mı gitsin mi?” diye demokratik bir referandum olsa halkın yüzde 90’ına yakını gitsin der. İran toplumunun büyük kısmı bugün var olan rejimi istemiyorlar. Yönetici elit, Hamaney ve onun çevresi de bunun farkında. Toplum köklü bir dönüşüm istiyor.
Sorun şurada; devrim biraz farklı bir kavram, çok ağır, kanlı ve uzun zaman isteyen bir süreç.
Bence mevcut durum devam ederse zaten devrim tecrübesi olan İran toplumu yeniden bu sürece girebilir. Kanımca şu an itibariyle biraz ‘belki’ durumu yaşanıyor. Yani ‘belki bir değişim yaşanabilir’ durumu… Ama bu umut da son yıllarda ciddi şekilde çökmüş durumda.
Yani İran İslam Cumhuriyeti’nin kendi içinden bir dönüşüm olabileceğine dair inanç çok az.
İran İslam Cumhuriyeti kadın haklarından ekonomiye dair en basit konuya kadar toplumla olan sorunlarını çözebilecek yeterlilikte değil. Çözmek istese bile hem anayasal hem de siyasal yapıya sahip değil. İdeolojik bir devlet. Anayasal olarak da eşitsizlik ve adaletsizlik üzerine kurulmuş bir siyasal yapı.
Humeyni’ye İtalyan bir gazeteci “ekonominiz ne olacak?” diye soruyor. Humeyni, “ekonomi eşek işidir” diyor.
Ne?
Yani bir mümin, dindar midesini düşünmez. Takva yoksulluktur, fakirliktir. Bu ideolojik zihniyet doğal olarak sorunları çözebilecek ne bir yapı ne de kişi üretebiliyor. Ekonominin, teknolojinin olduğu alan uzmanlık alanıdır, ideolojik alan değil. İdeolojiyi oralara yerleştirdiğinde o devletin sonu iflastır.
İran’da “Tanrı katında insanlar eşittir” söylemini sürekli duyarsınız. Ancak İran anayasası Velayet-i Fakih yani din bilgisi esasında oluşmuş. Din bilgisi yani bir molla… Molla kimdir? Erkektir, Şii’dir. İran’daki en güçlü kurum molla olur, erkek olur ve Şii’lerden olur. Bunun anlamı nedir? Anlamı, siyasal kurumun merkezi yani anayasa bir eşitsizlik üzerine inşa ediliyor.
Haliyle yukarıdan aşağıya bütün kamu ve hatta özel sektörler ve alanlar buna göre şekilleniyor.
Aynen öyle. 1979’dan beri sistem şöyle işliyor; ya bizdensin ya da dışarıdasın. Bizden olman için de camiye gideceksin, (devrimi destekleyen) gösterilere katılacaksın, devrimi destekleyeceksin vs. Bizdensen bürokraside ve devlette yolların açılıyor, değilsen kapanıyor.
Yani bizden olanlar ve olmayanlar anlayışı bütün sistemin içine işliyor ve sistemin kendisi haline geliyor.
İran’da devletin ideolojisi olan İslamcılık çöktü diyebilir miyiz?
Açıkça evet diyorum. Bunun çeşitli nedenleri var. Sadece birini anlatayım. 1979 sonrası kurulan rejim Velayet-i Fakih kuramına dayanarak yeni bir siyasal sistem modeli gerçekleştirmişti. Dünyayı “kafirlerden” kurtarmayı amaçlayan ve “evrensel din devletinin” bayraktarlığına kalkışan devlet, kendi halkını sürekli “dinsel bir seferberlik” içinde tutmaya çalıştı. Kamusal ve özel alanı belirleyen devlet bu doğrultuda baskı ve zor kullanmayı dinsel öğelerle meşrulaştırmak zorunda kaldı. Hoşgörüsüz, zor ve şiddeti kullanmayı onaylayan resmi ve devletleşmiş bir din oluştu. Hem siyasal hem ideolojik alanda iktidardaki mollaların dinsel tekelciliğini meşrulaştıran İslam yorumu halkın çok büyük kesiminden tepki almaya başladı. Değişen politik çıkarları doğrultusunda sürekli farklı ve çelişkili dini fetvaların ortaya çıkması halkın zihninde olan gerçekliğin ölçü ve sınırlarını bozdu. Kendini din yorumunun asıl sahibi olarak nitelendiren iktidardaki molla sınıfının böyle çelişkili tutumları geniş çapta dinsel kuşku doğurdu. Toplumda dinsel baskılara karşı tepkiler ortaya çıktı. Böylece İran’da siyasal İslamcılık, umut olmaktan çıkarak toplumsal seferberlik gücünü kaybetti.
İran’da 1997’de Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile birlikte bir reformistler rüzgârı ortaya çıkmıştı. O rüzgâr neden başarısız oldu?
İran’daki reformcular konusunda Türkiye’de bir yanılgı var. Reformcular rejimin dışından, rejime karşı insanlar değillerdi. Devrimden sonra özellikle 1981’den sonra Humeyni ve yandaşları arasında ihtilaf çıkmaya başladı. İhtilaflar ekonomi, dış politika ve Velayet-i Fakih’in yetkileri konularında yoğunlaşıyordu.
Bazıları ekonominin devletçi olması gerektiğine inanıyordu. Diğer grup da “Hayır, İslam’da özel mülkiyet saygındı, İslam piyasayı savunuyor. Dolayısıyla İslam ekonomisi piyasa ekonomisidir” diyor. Piyasa ekonomisini destekleyenlere sağ, devletçi ekonomiyi savunanlara sol denildi. Ama bizim bildiğimiz anlamda sağ-sol değil, rejimin kendi solu sağı.
Humeyni solu destekledi. 1989’a kadar da İran’ı yönetenler o solu destekleyenler oldu. 1989’da Humeyni öldü, Hamaney yeni dini lider, Rafsancani cumhurbaşkanı oldu. O sol grup tasfiye edildi. O dönemde tasfiye edilen sol grup 1997’de reformcu adıyla iktidara geldi.
Toplum reformcu hareketler üretemiyor mu?
İran’da devlet bütün siyasete hâkim olduğu için kendi alanının dışında herhangi bir profil çıkmasına izin vermiyor. Devletin dışında bir şey çıkıp da devlete giremiyor, devlet onu yok ediyor.
Günümüze gelecek olursak Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu ile İran arasındaki müzakereler çok kötü gidiyor. ABD Başkanı Biden’ın Orta Doğu ziyaretinin temel amacı İran meselesi. İran’a karşı bir NATO benzeri yapı kurulması bile konuşuluyor. İran’ı ne bekliyor?
İran’ın dış politikasındaki olanakları sınırlı ve kendileri de bunun farkında. Nükleer anlaşma olmadıkça dış politikadaki bu sınırlamaların aşılması olanaklı görünmüyor.
Amerika ile İsrail arasında İran konusunda ihtilaflar var. Son ziyarette Biden ve Lapid’in toplantısında da Biden, “diplomasi kanallarını sonuna kadar zorlayacağız” diyor. Lapid ise, “İran diplomasiden, sözden anlamaz” diyor. Bence Biden’ın bu ziyaretinin amacı, var olan ihtilafı kontrol edilebilir seviyeye getirmek.
(Nükleer) müzakereler tıkanmış olsa da sürecin kendiliğinden olgunlaşmasını istiyor. İsrail’in kendi başına bir şey yapıp da Amerika’yı ‘oldu-bitti bir sürecin içine sokmasını istemiyorlar.
Bu durumun devam etmesi demek İran içindeki ekonomik durumun daha da kötüleşmesi, İran’ın daha fazla izole olması, insanların huzursuzluğunun daha da artması demek. Burada İran, Rusya-Çin hattı üzerinden kendine bir alan açar mı?
Son (Biden’ın İsrail ziyaretinde imzalanan) Kudüs Bildirisi İran’a bir alan açabilir. İsrail o bildiride açık ve net şekilde Ukrayna’yı destekliyor. Bu hafta Erdoğan ile Putin Tahran’da olacak ve Tahran Rusya ile çok büyük bir ekonomi anlaşması yapmaya hazırlanıyor. Bir Rus yetkili, “İran bizim en güvenilir dostumuzdur” dedi ki, böyle açıklamalar çok nadirdir.
Yani İran-Rusya ilişkisinde o potansiyellerin fiili hale gelmesine zemin oluşturabilir.
Bu haftaki Erdoğan-Putin-Reisi görüşmesinden ne bekliyorsunuz?
Bu üç ülke arasında görüşülmesi gereken meseleler var. Sadece Suriye meselesi değil mesela Türkiye’de İsraillilere ve bazı İranlılara yönelik güvenlik sorunu, su meseleleri… İran-Türkiye ilişkisi de dibe vurmuş durumda. İki ülke arasındaki ticaret hacminden petrol alım-satımını çıkardığımızda geriye bir şey kalmıyor. Bunların da konuşulacağını düşünüyorum.
Ayrıca “Arap NATO’su kurulacak, Türkiye de yer alacak” gibi söylemler var. Türkiye’nin İran’a “ben Orta Doğu’daki İran karşıtı koalisyonun bir parçası olmayacağım” şeklinde güven mesajı vermek isteyeceğini düşünüyorum.