İran’ın rotası: Tufan mı istikrar mı?
Türkiye ile İran arasındaki bölgesel rekabet zaman ve yönetimleri aşan bir devamlılık içeriyor. Rekabet hali arama-kurtarma operasyonu sonrasında da çirkin yüzünü gösterdi. Bazı sorunlar inatçı. Haliyle ilişkiler gel-gitli olmaya mahkûm.
İran dışarda resmedilen yekpare dini-siyasi-askeri güç yığınağının aksine içerde farklı eğilimlerin sürtüşmeleri üzerinde yürüyen bir gemi. Evet velayet-i fakih temelinde rehberlik makamında oturan Ayetullah Ali Hamaney son sözü söyleyen otorite. Ama son sözü temellendiren farklı güç yığınakları arasındaki etkileşimin girift tarafları dış okumalara biraz kapalı. Rehbere bağlılığıyla siyaset üzerindeki etkisini sağlamlaştıran Devrim Muhafızları ile Devrim Muhafızları’ndan aldığı güçle kendi yetkisini uygulanabilir kılan rehber arasındaki çift yönlü ilişki sözünü ettiğim giriftliğin en önemli boyutunu oluşturuyor. İslami Şura Meclisi (parlamento), Uzmanlar Meclisi, Anayasayı Koruyucular Konseyi ve Yargı Erki sistemin yine rehberlik makamıyla koordinasyonu güçlü ana sütunlar olarak sisteme işlerlik kazandırıyor. Meşruiyeti besleyen medrese ve rıza üretim üssü medya da sistemin diğer sütunları. Pragmatist Haşimi Rafsancani, reformcu Muhammed Hatemi, popülist Mahmud Ahmedinejad ve ılımlı muhafazakâr Hasan Ruhani zamanında nispeten daha çeşitli, reformcu-muhafazakâr yarışında daha canlı ve rehberlik makamıyla daha uyumsuz bir ilişki vardı. 2021’de reformcu adayların elendiği, ‘seçilen’ muhafazakâr adayın başarısı için öteki muhafazakâr adayların da saf dışı edildiği bir seçimde İbrahim Reisi cumhurbaşkanlığı makamına getirildi. Böylece dini lider açısından uyum sorunu giderilmiş oldu. Geçen martta Şura Meclisi’nde muhafazakâr hakimiyet, Uzmanlar Meclisi’nde Hamaney’in oyun planına uygun bir mevcudiyet ile 1979’dan bu yana güçler arası en uyumlu tablo yakalanmış oldu. Muhafazakâr tekâmül tamamlandı. Kitleleri sandıktan uzaklaştıran, rejimin İslami karakteriyle sorunu olmayan reformcu ve ılımlı muhafazakârları dışlayan, sokaklara taşan değişim ya da özgürlük taleplerini bastıran bu simbiyotik ilişki aynı zamanda sistemin meşruiyet sorununu büyüttü.
***
Beri taraftan sistemin ana sütunları arasındaki yüksek uyum ‘koruyucu’ politikaların altını çizerken dış ilişkilerde ezber bozdu. Bugün uluslararası aktörler Reisi’den sonra İran dış politikası nereye evrilir sorusuyla meşgul olurken ahkam kesmekte zorlanıyor. Reformcu cumhurbaşkanlarının hayata geçiremediği bazı açılımlar sistem için ‘muhafazakâr uyum’ sayesinde oldu. Kurulu düzenin kaygılarını sahiplenen bir cumhurbaşkanı onaylanmış planları uygularken iyi bir performans sergiledi. Reisi ile birlikte helikopter kazasında ölen Dışişleri Bakanı Emir Abdullahiyan da plana uygun bir profildi. Gazze’deki soykırım savaşı etrafında İsrail-Amerikan ekseniyle tehlikeli boyutlarda yaşanan gerilimler bir kenara 2021’den itibaren dış ilişkilerde epeyce mayın temizlendi. Meydan okumanın çok keskinleştiği sokaktaki görüntülerden ve katılımın yüzde 41’e düştüğü seçimlerden bir ders alacaksa eğer, Hamaney geniş elek kullanmak durumunda. Bu reformcular ve ılımlı muhafazakarların önünün açılması anlamına geliyor. Sistem içi uyum, ülke içi uyumsuzluğu artırdı. Cenaze törenlerine kitlesel katılımın büyüklüğünden meşruiyetin teyidi sonucunu çıkarıyorlar ama Şiiliğin ölülerle ilişkisini anlatan bir gösterge dirilerin hesabına yazılamaz!
Hazirandaki seçimlere nasıl bir aday çeşitliliği ile girileceğini ve sistemin kime oynayacağını şimdiden kestirmek zor. Kimilerine “Reisi’yi mumla ararız” dedirten eski nükleer müzakereci Said Celili’den sistemin biraz ihtiraslı bulduğu Meclis Başkanı Muhammed Bagır Galibaf’a kadar pek çok isim öne çıkıyor. Fakat kim gelirse gelsin dış politikada mevcut rotanın değişmesi beklenmiyor. Bu cumhurbaşkanlarına bağlı bir rota değil. Hamaney’in liderliğinde sistemin temel unsurlarınca belirlenmiş ve yeni gelenlerden de uygulanması istenen bir yol haritası.
***
Reisi’ye atfedilen ama devletin temel parametrelerini barındıran ilişkiler, varılmış anlaşmalar ve yürütülen müzakerelerde bir devamlılık öngörülebilir. Bir kere Abdullayihan’ın yerine atanan Ali Bagari Kani müzakere ve temasların en kritik ayağındaydı. ABD ile nükleer dosya ve yaptırımlar başta olmak üzere Irak, Suriye, Lübnan, Filistin ve Yemen eksenli gerilimlerin konuşulduğu bir müzakere süreci işliyordu. Bunun kesintiye uğraması iki tarafın da çıkarına değil. Biden yönetimi nükleer anlaşmayı çöpe atıp azami baskı stratejisiyle İran’ın petrol ihracatını sıfırlamayı hedefleyen Trump zamanındaki kararların İran’ı nükleer silahlara daha da yaklaştırdığı ve Tahran’ın hasım güçlerle ortaklığını büyüttüğü gerçeğiyle hareket ediyor. Mesela İsrail’in nükleer tesisleri bombalaması halinde İran’ın atom bombası edinmeyi gayri İslami gören değerlendirmesini gözden geçireceği yönünde bir açıklama Amerikan küstahlığına ciddi bir ayar verdi.
Biden yönetimi ile Umman üzerinden yürütülen müzakereler Washington-Tahran gerilimini besleyen belli alanlarda değişim ya da gerilemeyi vaat etmiyor. Aksine cenaze töreni için Tahran’a giden Hizbullah, Hamas, İslami Cihad, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Ensarullah/Husi hareketi ve Haşd el Şaabi temsilcileriyle yapılan görüşmeler İran’ın Lübnan, Suriye, Filistin, Yemen ve Irak’ta oynadığı rolden çekilmeyeceğini teyit ediyor. ABD’nin Afganistan-Irak işgallerinin yanı sıra Arap Baharı isyanlarının yarattığı türbülanslar Devrim Muhafızları’nın bu coğrafyalara yönelik politikalardaki belirleyiciliğini ileri bir aşamaya taşıdı. Buradan geri adım İran içinde çok radikal değişiklikleri gerektirir ki ufukta henüz böyle bir ihtimal görülmüyor. Taraflar ‘yönetilebilir gerilim’, ‘sınırlanabilen çatışma’ ve ‘gözetilebilen angajman setleri’ yaklaşımıyla diyalogun kıymetini anlıyor.
***
İran’ın dış yöneliminde bakılması gereken asıl yön doğu. İran’ın 1979’da benimsediği ‘ne doğu ne batı’ yaklaşımı 5+1’le yapılan nükleer anlaşmanın çökmesi, yaptırımlar ve yeni jeostratejik kırılmalar nedeniyle pratik değerini yitirdi. Buşehr Nükleer Enerji Santrali’ni inşa eden Rusya gizli uranyum zenginleştirme programı nedeniyle İran’a karşı BM yaptırımlarının önünü açmıştı. Çin de yaptırımlara onay vermişti. ABD’nin Çin ve Rusya’yı çevreleme stratejisi bu iki ülkenin Tahran’la ilişkilerinin tabiatını değiştirdi. Evvela Suriye krizi İran ile Rusya arasında farklı bir yakınlaşma sağladı. Ardından Ukrayna savaşında İran, Rusya’ya SİHA temin ederken Moskova da Tahran’a karşı ABD-Avrupa-İsrail-Körfez dörtgenindeki dengeleri gözeten tutumunu biraz terk etti. Ama tamamen değil. Mesela İran’ın çok istediği Su-35 jeti gibi askeri teknoloji paylaşımını hala geciktiriyor. Bunun arkasında muhtemelen Körfez ülkeleriyle ilişkileri koruma önceliği yatıyor. Benzer hassasiyetler Çin için de geçerli. Pekin yönetimi ABD’nin hasmane siyasetine karşın 2021’de Tahran’la 25 yıllık stratejik ortaklık anlaşması imzaladı. (Bu anlaşmanın Ruhani zamanında imzalanıp Reisi döneminde ete kemiğe büründürülmesi de stratejik devamlılığın iyi bir örneği.) Fakat Çin, Körfez’le ilişkilerini bozmamak ve Batılı yaptırım mekanizmalarına takılmamak için Tahran’la ortaklığın dozunu iyi ayarlamaya çalışıyor. Çin ve Rusya ile ilişkiler dünden daha farklı. Ama bunun düzeyi, üç ülkenin 2022, 2023 ve 2024’te ortak askeri tatbikatlar yürütmüş olmasına rağmen askeri müttefiklik boyutuna ulaşmıyor. Hatta herhangi bir müttefik gücün İran’da askeri üs edinmesine izin verilmiyor. ‘Ne doğu ne batı’ slogan olmaya mahkum edilse de belli hassasiyetlere kaynaklık ediyor. Beri taraftan İran bu iki ülkeyle yakaladığı dirsek temasları sayesinde 2023’te Şanghay İşbirliği Örgütü’ne, 2014’te BRICS’e üye olarak ilişkilerini çeşitlendirme fırsatı buldu.
***
2023’te Çin’in arabuluculuğunda Suudi Arabistan’la ilişkilerin normalleşmesi, buna bağlı olarak diğer Körfez ülkeleriyle yeni sayfaların açılması içerdeki radikalleşmeye tezat gelişmelerdi. Hatta BAE ve Bahreyn’in Abraham Anlaşmaları ile İsrail’i tanımalarının yarattığı gerilim ve kuşkulara rağmen bu iki ülkeyle ilişkiler rayına girdi. BAE ile İran arasındaki ticaret hacmi 24 milyar doları buldu. Türkiye-İran ticaret hacminin 4,3 katı. Sünni azınlığa yaslanan Bahreyn’deki hanedan yıllarca Şii yoğunluklu nüfus İran etkisiyle isyan eder diye hop oturup hop kalktı. Manama şimdi “Aramızda sorun kalmadı” mesajı veriyor. Bölgenin teknoloji ve yatırım merkezi olma hayali güden Suudilerin 2030 kalkınma hedeflerini tutturabilmek için İran destekli Husilerle ateşkesi sürdürmeleri gerekiyor. Suudiler bir yandan Amerikalılarla içine İsrail’e tanıma şartının da saplandığı bir pazarlık sürecinde (olası İran saldırısına karşı) ortak savunma, nükleer teknoloji temini ve gelişmiş silahların satışını içeren stratejik çerçeve anlaşmasını çıkarmaya çalışsa da Tahran’la normalleşme sürecinin bundan etkilenmesini istemiyor. Yani cazibe merkezi olmak için İran’la gerilimsiz komşuluk çok elzem.
***
Yine İsrail’in Devrim Muhafızları’na ölümcül darbeler vurduğu, İran’ın da İsrail’i füze yağmuruna tuttuğu inanılmaz bir zaman diliminde Tel Aviv’in yakın dostu Azerbaycan’la ilişkiler hal yoluna konuldu. Reisi de düşen helikopterle Aras üzerinde iki barajın açılış töreninden dönüyordu. Karabağ savaşından beri iki ülke arasında yaşanan krizler yerini Aras havzasında işbirliğine bıraktı. Elbette iyi komşuluk rüzgârı, İsrail’in Azerbaycan’da ayağına yer açıp İran’a komplolar kuracağı yönündeki korkuları yok etmiyor. Tahran’ın bir gözü hep o tarafta. Türkiye ile İran arasındaki bölgesel rekabet zaman ve yönetimleri aşan bir devamlılık içeriyor. Rekabet hali arama-kurtarma operasyonu sonrasında da çirkin yüzünü gösterdi. Bazı sorunlar inatçı. Haliyle ilişkiler gel-gitli olmaya mahkûm. Yine de Reisi döneminde göreceli bir iyileşme yakalandı. Bu durumun ivme kazanması Türkiye’nin Irak’la yeni sayfa açma çabasına İran’ın yaklaşımına, Suriye’de yeni bir askeri harekatın gelişip gelişmeyeceğine ve Kafkasya’da Zengezur koridoru gibi yeni bir kapışma bahanesinin çıkıp çıkmayacağına bağlı.
***
İran’da dış politika kişiye endeksli değil. Dış politikanın şekillendiği yer Yüksek Milli Güvenlik Konseyi. Teorik olarak cumhurbaşkanının kontrolünde. Ama dış politika cumhurbaşkanının inhisarında değil. Konseyin görevi kritik konularda güç birimleri arasında tartışma yürütüp fikir birliği sağlamak. Konseyde dışişleri, içişleri ve istihbarat bakanlarının yanı sıra meclis başkanı, yargı erki başkanı, genelkurmay başkanı, ordu başkomutanı, Devrim Muhafızları Başkomutanı ve Hamaney’in iki temsilcisi yer alıyor. Uzmanlar Meclisi ve Meclis Dış İlişkiler Komitesi de politika yapım süreçlerinde etki edebiliyor. Hamaney'in dış politika yapımında sahip olduğu etkinin derecesi değişebiliyor. Dini liderin genel ilkeleri belirlediği ve temsilcileri aracılığıyla dosyalara yön verdiği söylenebilir. Ama Hamaney’in onay vermediği bir yol haritası yürütülebilir mi, hayır. Dışişleri ise uygulama makamı. Hamaney’in dış politika danışmanı da kritik temaslarda bulunabiliyor. Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü de özellikle çatışmalı sıcak bölgelerde paralel diplomasi yürütüyor. Mesela Irak, Suriye ve Lübnan’da Kudüs Gücü Komutanı’nın temasları Dışişleri’ni bastırıyor. İran’ın çevresinde gerilimler arttıkça Devrim Muhafızları’nın etkisi daha belirgin hale geliyor.
Eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif de sızan bir ses kaydında bu orantısız etki ve askerlerin yönlendirmesinden şikayetçi olmuş, Dışişleri’nin nasıl açığa düşürüldüğünü anlatmıştı. 2020’de öldürülen Kudüs Gücü Komutanı Kasım Süleymani’nin 2015’te Rusya lideri Vladimir Putin’i Suriye’ye müdahale için ikna etmesi ya da Suriye lideri Beşşar el Esad’ı Hamaney’le görüşmesi için Tahran’a götürmesi diplomaside kısa devre örnekleriydi. Süleymani İran’ın Orta Doğu’da sadece askeri operasyonlar değil gizli diplomasi şefiydi. Halefi onun kadar maharetli ve etkili değil.
Özetle İran dış politikası ne tek bir kuruma ne de bir kişiye endekslenebilir. Dış politikayı şekillendiren karmaşıklık bazen karmaşa da üretiyor. Uygulamada da farklı kollar birbirinin ayağına basabiliyor. Yani dışişleri bakanı bir gözüyle cumhurbaşkanı, diğeriyle dini lidere bakarken arkasını da Devrim Muhafızları’ndan kollamak durumunda. Bağlarsak, mevcut parametrelerde değişiklikler olsa da bir cumhurbaşkanının gelmesi ya da gitmesiyle rotadan radikal sapmalar beklenmez. Değişiklikler daha çok olaylara ve süreçlere bağlı olarak gelişiyor.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Açılımda Kandil ve Suriye yok! Peki sahada olan ne? 31 Ekim 2024
Fars’ın stratejik aklı ne diyor; ‘Vur’ mu, ‘Dur’ mu? 28 Ekim 2024
Öcalan sahneye neden davet edildi? Ne tür oyunlar dönüyor? 24 Ekim 2024
Kelle koparma ya da ateşkes 21 Ekim 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI