YAZARLAR

İranlıların cesareti, ikiyüzlü Avrupalıları utandırmalı

Roland Barthes, “Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir” der. İranlı futbolcular, ulusal marşlarını söylemeyerek bu mecburiyeti tanımadıklarını gösterdiler. Kuşkusuz onlar için bunun bedeli, bir sarı karttan çok daha ağır olabilir. Ama yine de bunu göze almayı bildiler. Ve hepimize, bu berbat Dünya Kupası’nda hatırlanacak onurlu bir şey verdiler.

Gareth Southgate yönetiminde, 2018 Dünya Kupası ve Euro 2020'de iyi bir kontratak takımı kimliği edinen İngiltere, buna karşın derin savunma yapan takımlara karşı zorlanabilen bir takımdı. İki büyük turnuvanın birinde yarı final, diğerinde final oynamalarına karşın Southgate'e en yoğun gelen eleştirilerden biri de takımın oyun çeşitliliğini artıramaması ve baskın bir futbol oynayamamasıydı.

Dolayısıyla İngiltere için kendisinden zayıf rakipler bu anlamda çok daha zorlu sayılabilirdi. İran da tam olarak böyle bir rakipti. Ama İngiltere'nin tutumunda bazı değişiklikler vardı.

İlk olarak, Southgate üçlü savunmadan dörtlü savunmaya geçmiş ve İran'ın geriye yaslanacağını bildiği için ileride bir fazla olmak istemişti. Nitekim önceki iki büyük turnuvaya göre toplu oyunları ve rakip ceza sahasındaki kararlılıkları çok daha iyiydi.

Rakip teknik direktör Carlos Queiroz, daha önce Portekiz ve İran'ın başında çıktığı 10 Dünya Kupası maçında sadece yedi gol yemiş ve beş maçta da takımları kalesini gole kapatmıştı. Dün ise İngiltere'nin akışkan futbolunun karşısında duramayan İran, yarım düzine gol yedi.

Bilhassa, Jack Grealish'in attığı altıncı golün öncesinde yapılan 35 pas, bu akışkan futbolun en şık imzasıydı. Bu aynı zamanda 1966'dan bu yana Dünya Kupası'nda atılan goller arasında öncesinde en çok pas yapılan gol olarak kayıtlara geçti.

İngiltere'nin toplu oyunda yarattığı en büyük fark ise orta sahada Jude Bellingham'ın varlığı ve ön beşlinin sürekli hareket etmesiydi. Bilhassa Harry Kane'in üst düzey bağlantı oyunu, Bellingham ve Bukayo Saka gibi sürekli hatlar arasına sızan ve ceza sahasını tehdit eden oyuncularla daha anlam kazandı.

Ama tüm bunlardan daha önemli olan ve dün maça damgasını vuran iki tavır vardı. Birincisi Batılıların tavrıydı.

AVRUPALILARIN İKİYÜZLÜLÜĞÜ

Dünya Kupası’ndan önce yedi Avrupa ülkesi (İngiltere, Belçika, Hollanda, İsviçre, Danimarka, Almanya ve Galler), takım kaptanlarının LGBTİ+ topluluğuna destek amacıyla kollarına gökkuşağı renkli “OneLove” pazıbentlerini takacaklarını açıklamıştı. İngiltere-İran maçından yalnızca birkaç saat önceyse, yedi ülkenin futbol federasyonlarından oluşan bir grup, bu kararlarından vazgeçtiklerinin belirtildiği ortak bir bildiri yayımladı.

Hâlbuki daha geçen cuma günü, İngiltere Futbol Federasyonu’nun CEO’su Mark Bullingham, “Bu nedenden dolayı para cezası alma ihtimâlimizin olduğunu düşünüyorum. Şayet bu gerçekleşirse cezamızı öderiz olur biter. Çünkü değerlerimizi göstermek bizim için önemli. Ve yapacağımız şey de bu” demişti.

Pazar günü ise işler bir anda değişti. Bild gazetesinde, OneLove pazıbendini takan takım kaptanlarının FIFA tarafından sarı kartla cezalandırılacaklarının iddia edildiği bir haber yayımlandı. Belli ki FIFA Başkanı Gianni Infantino, artık kendisini bir gey olarak hissetmiyordu.

Böylece takım kaptanlarının maçlara sarı kartla başlama olasılığından kaçınmak isteyen yedi ülke federasyonu, turnuva boyunca LGBTİ+ topluluğuna destek olma kararlarından bir çırpıda vazgeçti. Ve önce Harry Kane, ardından Virgil van Dijk, üzerinde “Ayrımcılığa hayır” yazılı, FIFA tarafından onaylanmış bir pazıbentle sahaya çıktılar.

Hâlbuki bir takım kaptanının bu sebepten ötürü görebileceği olası bir kırmızı kartın, LGBT bireylerin tüm dünyada ödediği bedellerin, hele ki Katar’daki bir eşcinselin başına gelebileceklerin yanında lâfı bile olmamalıydı.

Peki şayet, dün Harry Kane koluna OneLove pazıbendini taksaydı, eşcinselliğin suç olarak sayıldığı diğer Körfez ülkeleri tarafından fonlanan Manchester City ve Newcastle United gibi kulüplerin sahipleri, acaba bu konuda ne düşünürlerdi? Jack Grealish, Kyle Walker, John Stones, Nick Pope, Kieran Trippier ve Callum Wilson gibi bu takımların formasını giyen oyuncuların aklına mutlaka bu da gelmiş olmalı.

Dünya Kupası’nı Katar’a satınca, Premier Lig’e insan hakkı ihlâlleri konusunda sicili kabarık diğer rejimlerin fonlarını buyur edince, tüm bunların yaşanmasında şaşıracak bir şey elbette yok. Hepsi, Batı Avrupa’nın ilkesizliğinin, ikiyüzlülüğünün ve tabansızlığının doğal sonuçları.

Kane ise maçın ardından OneLove pazıbendini takamadıkları için hayâl kırıklığına uğradıklarını söyledi: “Pazar günü bunu takmak istediğimi söylemiştim. Ama bu karar bugün benim elimden alındı. Başka bir pazıbendi takmam gerektiği söylendi. Bu, futbolcular olarak bizim kontrolümüz dışında olan bir şeydi.”

İRANLILARIN CESARETİ

Ama karşı tarafta her şey futbolcuların kontrolü altındaydı. Ki bu da dünkü maça damgasını vuran diğer tavırdı; Doğuluların tavrı.

İran’da Mahsa Amini’nin ahlâk polisi tarafından öldürülmesinin ardından başlayan isyan hareketlerinden kısa bir süre sonra, İran Millî Futbol Takımı, Avusturya’da Senegal ile bir dostluk maçı yapmıştı. Futbolcular o maç öncesindeki seremoniye formalarının üzerindeki ulusal amblemi kapattıkları siyah ceketlerle çıkmışlar ve bu şekilde ülkelerindeki protestolara selâm yollamışlardı.

Takımın santrforu Serdar Azmoun şöyle demişti: “Sessiz kalamam. Bunun sonucunda millî takımdan atılacaksam, bu İranlı bir kadının saçının tek bir tutamı için ödenecek küçük bir bedel olur. Bir insanı bu kadar kolay öldürebildiğiniz için utanmalısınız. Yaşasın İranlı kadınlar!”

Azmoun’un bu açıklaması, Dünya Kupası öncesinde ortalığı karıştırmıştı. İlk olarak, teknik direktör Carlos Queiroz’a Azmoun’u Dünya Kupası kadrosuna çağırmaması için federasyondan baskı gelmişti. İkinci olarak ise takımın diğer santrforu olan ve İbrahim Reisi hükûmetine yakınlığıyla bilinen Mehdi Taremi de Azmoun’un kadroya dâhil edilmesine karşı çıkmıştı.

Sonuç olarak iki oyuncu da Dünya Kupası kadrosunda kendisine yer buldu. İngiltere’ye karşı Azmoun yedek, Taremi ise ilk 11’deydi. Herkes İranlı futbolcuların seremonide ne yapacağını merak ediyordu. Tribünlerdeki İranlılar, ulusal marşlarını ıslıklayıp, futbolcular ise marşı söylemeyerek protestoları desteklediler. Taremi dâhil.

Bu esnada ise İran devlet televizyonu Irib TV3’te oyuncuların ulusal marşı söylemeyi reddetmesinin görüntüleri sansürlendi. Cesaret bulaşıcıdır. Şu an İran’da gücü elinde bulunduranların en korktuğu şey de bu olsa gerek.

Roland Barthes, “Faşizm konuşma yasağı değil, söyleme mecburiyetidir” der. İranlı futbolcular cesaretleriyle bu mecburiyeti tanımadıklarını gösterdiler. Kuşkusuz onlar için bunun bedeli, bir sarı karttan çok daha ağır olabilir. Ama yine de bunu göze almayı bildiler. Ve hepimize, bu berbat Dünya Kupası’nda hatırlanacak onurlu bir şey verdiler.

QUEIROZ’UN ŞUURSUZLUĞU

Maçtan sonra açıklamalarda bulunan İran’ın teknik direktörü Carlos Queiroz ise futbolcularını şereflendirmek yerine utandırmayı tercih etti. Portekizli teknik direktörün hedefinde İranlı taraftarlar vardı.

2014 ve 2018 Dünya Kupası’nda taraftarlardan tam destek aldıklarını söyleyen Queiroz, “Bugün ise neler olduğunu gördünüz,” dedi ve şöyle devam etti: “Neden takımı desteklememek için buraya geliyorlar ki? Evde kalmaları onlar için çok daha iyi olacaktır. Çünkü onlara ihtiyacımız yok. Futbolla ilgili olmayan konularla takımı rahatsız etmeye gelmeleri hiç hoş değil. Bırakın futbolcular oyunlarını oynasınlar. Onların görevleri halkı için oynamak, ülkelerini onurlandırmak, onlara neşe ve mutluluk getirmektir."

Queiroz’un İran’da neler yaşandığını bilmemesi gibi bir ihtimâl olamayacağına göre, belli ki tüm bunlar onun umurunda değil.

Futbolu bu kadar önemsemeye gerek var mı gerçekten? Queiroz sadece ve sadece futbola konsantre olmak isterken, İran’da insanlar kurşunlanmaya devam ediyordu. Son haberlere göre, 43’ü çocuk olmak üzere 326 insan öldürülmüşken, rejim tarafından protestolara katılan binlerce insanın idamı istenirken, futbolun İranlılara verebileceği nasıl bir neşe ve mutluluk olabilir ki?

Bu yüzden, üzgünüm Bay Queiroz, ama İranlılar evlerine dönmeyecekler. Sizin istediğiniz gibi de davranmayacaklar. Öfkeliler, öfkelenmekte çok haklılar ve öfkelerini bulundukları her yerde gösterecekler. Eğer çok rahatsız oluyorsanız, siz evinize dönebilirsiniz.


Onur Özgen Kimdir?

1989, İzmir doğumlu. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi'nde okudu. Gazetecilik hayatına 2008 yılında aylık sosyalist bir dergi olan RED Dergisi'nde başladı. Ardından sırasıyla Campaign Türkiye, FourFourTwo Türkiye, GOAL Türkiye ve Mackolik'te içerik editörlüğü ve yazarlık yaptı. Bir dönem BJK TV'de Avrupa futbolu üzerine yorumlarda bulundu. Son olarak ise GOAL Türkiye'de yazı işleri müdürlüğü görevini üstlendi. Şu anda Gazete Duvar ve Socrates Dergi'de futbol yazarlığı yapıyor ve Parodi Yayınları'nda çocuklara yönelik olarak kurgusal biyografi türünde spor kitapları yazıyor. Ayvalık'ta yaşıyor.